4 Nisan 2021

AKP gururla sunar: ‘Yerli ve milli Muhteşem Gatsby’

Ekran alıntısı: DW Türkçe YouTube hesabında yayımlanan "Kürşat Ayvatoğlu Nevşin Mengü'nün sorularını yanıtladı" videosundan alınmıştır

Türkiye televizyon tarihinin önemli dizilerinden biriydi Leyla ile Mecnun. Hala kimi sahneleri zaman zaman sosyal medyada paylaşılıyor. Dizi 2011-2013 arası üç sezon, TRT’de yayınlandı. Elektrik faturalarından alınan TRT payını da, TRT’nin kurumsal hantallığını da eleştirebiliyordu. Onur Ünlü, dizinin genel yönetmeniydi. Son dizisi 2015’te Kanal D’de yayınlanan, her biri bir şairin adından ilham alan, aynı evde yaşayan kardeşlerin maceralarını konu alan Beş Kardeş’ti. Dizinin sonunu getirense aşağıda bir örneği verilen türde repliklerdi:

-Aziz, oruç musun oğlum?

-Orucum abi, Allah kabul ederse orucum.

(Kardeşlerden imam olan Turgut) - Eder kardeşim, Allah kabul eder, eder kardeşim eder. Benim biricik kardeşim suçsuz yere hapishanelere girecek, orada yatacak ve oruç tutmaya çalışacak, Allah onun orucunu kabul etmeyecek de… (ayağa kalkıp öfkeyle elini masaya vurur) hırsızların orucunu mu kabul edecek? (Turgut sakinleştirilerek masaya oturtulur) Eder kardeşim!

Şimdilerde iktidarın desteğiyle platform yayıncılığında da büyüyen Acun Ilıcalı’nın Exxen‘inde Leyla ile Mecnun’un devamının çekileceği konuşuluyor. Bir komedi programında imamın ayağında parmak arası terlik var diye kıyamet kopuyor. Mizah, yeteneğin yanı sıra özgürlük ister. Bu koşullarda mümkün mü?

İktidarın medya “kethüdası” tayin edilmiş RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin ve karar sürecinde birlikte hareket eden RTÜK’ün Cumhur İttifakı, geçen hafta Halk TV’de Ayşenur Arslan’ın Medya Mahallesi programına ceza kesti. Cezanın gerekçesi, yayında, korona virüsüne yakalanan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın Amerikan Hastanesi'nde yattığı ileri sürülerek “Rabbim Amerikan Hastanesi demiştir... Rabbimiz Şehir Hastaneleri, devlet hastaneleri, üniversite hastaneleri demez. İktidara yakın olanlara Rabbimiz hep böyle yerleri Cleveland, Amerikan Hastanesi gibi yerleri söylerler” ifadeleri. Bunlar “Allah’ı hafife alır nitelikteki müstehzi ifadeler”miş. Bu ifadelerde adı geçen kimsenin Allah’ı hafife almak gibi bir iddiası olmadığı gibi, Allah’ı hafife almak da suç değil. Hatta herhangi bir değeri hafife almak diye bir suç yok. Dini değerleri “aşağılamak suçu” diye bilinen ve maalesef böyle uygulanan TCK 216/3 dahi, ifadenin sonucunda “açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde” diye bir sınır koyuyor. RTÜK, Ceza Kanunu’nun üstünde midir?

Oysa bir zamanlar Kemal - Ahsen Unakıtan medyada ironiye en fazla malzeme olan çiftti. Hakkındaki yolsuzluk iddiaları rahatça haber yapılırdı. Sıvı yumurtayı da, onun üzerinden nasıl yolsuzluk yapılabileceğini de bu aile sayesinde öğrendik. Ahsen Unakıtan’ın eşinin hastalığı nedeniyle Amerika’da tedavi olmaya gidişlerini “Rabbim Clevaland dedi” diyerek açıklaması, Kemal Unakıtan’ın 2006 bütçesine ilişkin basın toplantısının sonunda arkasından sarılarak “Sayın bakan seni çok seviyorum“ demesi epey espri konusu olmuştu. 90’lardan, Yıldırım Akbulut fıkralarından, siyasetçilerin taklitlerinin, kuklalarının yapıldığı zamanlardan bahsetmiyorum hepi topu 5-10 sene öncesinden bahsediyorum.

Medyanın “Ahsen Yenge”si, evinin iki yıl önce yıkımı sırasında, vaktiyle dâhil olduğu sisteme “Bu zulüm son bulmalı” diye isyan ediyordu. Bugün öylesi bir samimiyet ve vefaya ihtiyaç kalmadı. Hükümet ve onun uygulayıcılarının bize önerdiği hayat tarzı, Kürşat Ayvatoğlu’yla simgelenen bir riyakârlıktan ibaret.

İYİ BİR HAYAT YAŞAMAK İSTEYENLERİN ‘DAVA’SI

Sosyal medyada yayılan videosunun üzerine, burnuna kokain değil pudra şekeri çektiğini iddia eden Kürşat Ayvatoğlu, önce ifadesini değiştirdi, bir mektup yazıp özür diledi. Ardından ev hapsindeyken Nevşin Mengü’ye ulaşıp derdini anlatmak istemiş. İlginç olan şu ki, sözü olan, derdi olan asla hükümetin kontrolündeki medyanın kapısını çalmıyor. Buna iktidardaki partilerin siyasetçileri de dâhil, isim vermeden de olsa içeride olup biteni aktardıkları gazeteciler, muhalif görülenler. İktidar, RTÜK, BİK, İletişim Başkanlığı eliyle farklı her sesi, eleştiriyi susturmaya çalıştıkça gerçek haber, bilgi hatta eğlence başka yerde üretiliyor ve dağıtılıyor. İktidar medyasınaysa giderek sıkışan politik söyleme kılıf bulmaya çalışmaktan başka bir alan kalmıyor. Orada ne rıza üretiliyor ne de okuyucunun / izleyicinin gönlü hoş tutulabiliyor. Yoksa yeni, yaratıcı fikirler, yapımlar yerine neden Leyla ile Mecnun’a sarılınsın?

Ayvatoğlu da kendi deyimiyle “kendisine kurulan kumpastan” sonra ‘durun bir de benden dinleyin!’ diyor. Anlattıklarında, iktidar partisinin kaynak dağıtımını az çok bilen için, çok yeni bir şey yok.  Yaptıklarını aklama gayreti, büründüğü kurban rolü, dilediği bin bir türlü özür bir yana, Ayvatoğlu’nun kendisini anlatırken kullandığı sözcüklerin sınırlılığı, kavram seti, iktidarın diliyle öylesine benzer ki:

“Sosyal medyada büyük bir imaj yarattığımı düşünüyorum, insanlar buna teveccüh gösterdi.” 

Sosyal medya mühim tabi, iktidar gazetecileri bile youtuber olmak için ter döküyor. Fakat mazhar olduğu teveccühün kaynağı çektiği otomobil fotoğrafları. Kendisi, F. Scott Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby’sindeki Jay Gatsby gibi bir araba sevdalısı. Tıpkı onun gibi “en iyi hayatı yaşamak istiyor”. Kastamonu Belediyesi’ne girdiğinde 25 yaşında, şimdi de en fazla 27’dir. Sürekli ne kadar çok çalıştığını anlatıyor, iki sene sabah altıda kalkıp koşturmak, uykusuz kalmak… İnsanların başarılarını hazmedemediğini düşünüyor. Başarıdan kastı çok açık değil, bahsettiği kültür ve turizm projeleri zaten onun boyunu çok aşıyor. Kastamonu Belediyesi kaybedilince boşluğa düşmüş, uyuşturucu kullanımını bu zamana bağlıyor, ama maddi olarak zor durumda değil. Uğraşıp didinip Ankara’da partide kendisine küçük de olsa bir yer ediniyor. “Oradaki maaş temsili bir rakam. Çok söylemek uygun olmuyor ama orada ihtiyacı olan insanlara da, oradaki personeller de şahittir buna destek olmak amacıyla oradaki maaşımı da o şekilde…” ‘Hayır hasenat’ da yapıyor yani, abileri gibi.

Peki, niye orada? Siyasi hiçbir beklentisinin olmadığını söylüyor, onu oraya bağlayan ilişkiler ağı; bir de Reis’i seviyor. Üzdüğü için çok üzgün. Gönül verdiği tek dava, ‘daha iyi bir yaşam’, göründüğü kadarıyla yaşıyor da, ama daha iyi bir yaşamdan ne kast ettiğini belli ki kendisi de bilmiyor.

“Alkol kullanıyorum, sigara kullanıyorum ama topluma zarar verecek görüntüleri kullanmıyordum”. Tıpkı RTÜK gibi, ortada mezeler, su… Rakı kadehi masanın altında olsun yeter. Öpüşmek yasak ama bir kadının parmaklarını kırmak serbest. Silahlar serbest, şarap kadehi buzlu. ‘Yapma demiyoruz, kimsenin hayat tarzına müdahale etmedik ama evinde yap, gösterme!’ ‘Ayasofya İmamının çizdiği sınırlarda yaşıyor gibi görün.’

“Hepimiz bugün kendi imajımızı yaratıyoruz sosyal medyada, hepimiz bir fotoğraf atarken en az beş-altı saat filtreleriyle uğraşıyoruz, en iyi hayatı göstermenin bir temsil sorumluluğu varmış gibi dijital dünyanın bizi sürüklediği bir algı var. Burada herkes en iyi yemeği, en iyi arabasını paylaşıyor bu da bir hataya sebebiyet veriyor. Ben bunun çok yanlış bir şey olduğunu bizzat mağduru olarak…”

Artvin Cerattepe’de doğayı talan eden Cengiz Holding’in “Hayat Ağacı” reklamıyla gözümüzü boyamaya çalışması gibi.  Hepimiz biliyoruz ki hayat gösterilen ve/veya seçilip filtrelenen imajlardan ibaret değil. Ama ötekileştirilenlere bir de parmak sallanırken, sırtını iktidara yaslayanlar her cuma bakara makara sallasa dahi sırtı yere gelmiyor. Uşağum bir ağaç olmak kolay değil” deyince talan edilen topraklarda aranan kök elde kalıveriyor.

Bir tarafta adlı adınca bir açlık, diğer tarafta parayla doyurulamayan başka türlü bir tatminsizlik var. Asım’ın Nesli derken ortaya çıkan ‘Kürşat’. Çünkü medyası sığ, kültürel üretimi sıfır, özgürlüğü ve de özgünlüğü yok. Ayvatoğlu’nun kısa sürede elde ettiği “başarının” AKP’nin yozlaşmış kaynak dağıtımıyla ilgisi var elbette, ama ötesinde Kürşatların hırsı ve tatminsizliğinin ardında bu riyakârlık var.

Fitzgerald bir gazeteciydi, ‘Amerikan Rüyası’nı Gatsby’nin şaşaalı yaşamı, toplumun araba sevdası ve çevresindeki üretim ilişkileri üzerinden anlattı. AKP ise imajını Recaizade Mahmud Ekrem'in Araba Sevdası romanı üzerinden kurguluyor. Batıya özenen Behruz Bey’in trajedisinden medet umuyor (o mirasa dahi sahip çıkmamasına rağmen). Oysa Kürşat, Gatsby gibi, sonunda “tek başıma nasıl başardığımı nasıl kazandığımı göreceksiniz” diyor. Kürşat, Gatsby’i okumuyor, yarın Leyla ile Mecnun yeniden çekilse Yeraltından Notlar’a göndermeler ya olmayacak ya da anlaşılmayacak. Kürşat’ın neslinin vizyonu modifiye motosikletle düşmanları acımasızca öldüren “Akıncı” karakteriyle sınırlı, RTÜK çünkü sadece ona izin veriyor.

“Bence Gatsby de biliyordu herhangi bir haber gelmeyeceğini ve belki artık umursamıyordu da. Tahminim doğruysa o bildiği, eski sıcak dünyayı yitirdiği, bu kadar uzun süre sadece tek bir düşe bağlanıp kalmanın bedelini ağır ödediği duygusuna kapılmış olmalı. Başını kaldırıp ürkütücü yapraklar arasından bildiğinden farklı, yabancı bir gökyüzüne bakıp, bir gülün aslında ne kadar korkunç olabileceğini, gün ışığının özene bezene büyütülmüş çimenlere nasıl da çiğ çiğ vurduğunu görünce baştan ayağa titremiştir herhalde. Yeni bir dünyaydı bu, gerçekliğini yitirmiş maddeler dünyası; bu dünyanın sefil hayaletleri, düşleri hava gibi içlerine çekiyor, rastgele oradan oraya sürükleniyordu ... Tıpkı boz bulanık ağaçların arasından kendisine yaklaşan külleşmiş, kaçık gibi.” (Muhteşem Gatsby, s.167-168).

Evrensel'i Takip Et