09 Nisan 2021 00:30

Türkiye-AB ilişkileri: Sopa gitti havuç geldi

Ursula von der Leyen (solda ayakta)

Ekran alıntısı: Ihr Programm adlı YouTube kanalında yayımlanan videodan alınmıştır

Paylaş

AB Konseyi Başkanı Charles Michel ve AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in salı günü Ankara’ya varıp, Erdoğan’ın huzuruna çıkmaları elbette yakın dönemde AB-Türkiye hattında olacaklar hakkında önemli mesajlar içeriyor.

Pek çok internet sitesi ve gazete daha çok görüşmenin kompozisyonunu öne çıkardı. Erdoğan’ın Konsey Başkanı Michel’i yanına alıp Komisyon Başkanı von der Leyen’i önce ayakta bekletip sonra Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile karşılıklı koltuklara oturtması eleştirildi. AB mevzuatında, konsey başkanı bütün AB ülkelerini temsil ettiği için protokol gereği bir adım önde olabilir, ancak bu komisyon başkanının daha düşük, dışişleri seviyesinde olduğu anlamına gelmiyor. Zira, komisyon başkanı bir nevi AB’nin başbakanı ve bütün icraatların sürdürücüsü.

Biçimsel yaklaşımlar elbette sembolik anlamlar taşıyor ve belli mesajlar içeriyor.

Aynı Erdoğan, daha önce Almanya Başbakanı Angela Merkel’i şatafatlı bir salonda karşılamış ve adeta kraliçe koltuğuna oturtmuştu. Merkel de bu şatafatlı karşılamadan duyduğu şaşkınlığı kameralardan gizleyememişti. Merkel, Türkiye’den katbekat zengin Almanya’nın başbakanı olarak yabancı devlet başkanlarını ağırlarken ne kadar kayzerlik yıllarını anımsatan görüntülerden uzak durmayı tercih ediyorsa, Erdoğan Osmanlı İmparatorluğu yıllarını misafirlerine hatırlatmaya o kadar özen gösteriyor. Hem de köprünün altından çok suların aktığını, başka bir dünyada yaşadığımız gerçeğini bir yana bırakarak...

Denilebilir ki; AB ve karar verici üye ülkeleri kendi çıkarları için günümüz dünya koşullarına göre ne kadar realist ve sonuç odaklı ise Erdoğan ve Türkiye egemen sınıfları o kadar hayalci ve gerçeklerden uzak. En önemli ortak noktaları ise pragmatizm.

Erdoğan, AB’nin iki önemli kurumunun başındaki liderlerin bu zor koşullarda kendisini bizzat ziyaret etmelerinden doğal olarak gayet memnun. Zira bunu içeride geniş kitlelere ve muhalefete karşı kullanmaya ihtiyacı var. Tıpkı, 7 Haziran 2015’teki genel seçimlerinde aldığı yenilgiden sonra, 1 Kasım erken seçimlerinden önce Merkel’in kendisini ziyaret etmesi gibi...

Erdoğan’ın iç ve dış politika ihtiyaçları çerçevesinde AB’yi kullanması, verilen ekonomik, askeri ve siyasi desteklere karşılık, Sığınmacı Anlaşması’nda olduğu gibi bekçilik görevini üstlenmesi belli bir yere kadar anlaşılabilir.

Burada asıl önemli olan AB’nin bütün bunları bilmesine rağmen izlemiş olduğu ikiyüzlü, tutarsız ve riyakar politikalardır. Önceki gün Die Tageszeitung’den Jürgen Gottschlich’in “AB Erdoğan’a teslim oldu” başlıklı yazısında ifade ettiği gibi; “Türkiye ile diplomasi kanallarını açık tutmakla Ankara’da AB-Türkiye zirvesi düzenlemek ayrı şeyler” (07.04.2021)

“AB’nin temel değerleri” olarak ilan edilen insan hakları, demokrasi, AİHM kararları gibi pek çok alanda hak ihlalinin bir yana bırakılarak, bir zamanlar sert bir şekilde eleştirilen, “otoriter” olarak tanımlanan Erdoğan ile aynı karede görünme isteğinin arkasında asıl olarak AB’nin karar vericisi durumundaki ülkelerin emperyalist çıkarları bulunuyor. Bunların başında da Almanya geliyor.

Michel, görüşme sonrasında yayımladığı mesajda aynen şöyle diyor: “AB’nin stratejik çıkarı, Doğu Akdeniz’de istikrar ve güvenli bir ortam ve her iki tarafının çıkarına olacak şekilde Türkiye ile pozitif ilişkidir.” (consilium.europa.eu, 06.04.2021)

Bu “stratejik çıkarlar” temelinde Erdoğan’a üç ayaklı bir ajanda sunulmuş: “Ekonomik iş birliği, göç ve insanlar arası ilişki ve hareketlilik.” Bu sonuncusunda tam ve açık olarak vize serbestisinden söz edilmiyor. Onun yerine, Erasmus programında olduğu gibi, belli bir kesim için geçici serbest dolaşım kastediliyor. Görüldüğü gibi, daha önce bir hayal olarak satılan “vizesiz Avrupa” da pazarlık masadan kalkmış.

Toplamı açısından bakıldığında, Erdoğan’ın eli AB’ye karşı pazarlıkta epey zayıflamış görünüyor. Sığınmacı tehdidinin eskisi kadar güçlü bir koz olmadığı ortada. Bunu kullanması durumunda AB’nin ekonomik yardımlarının kesileceğinin farkında. Doğu Akdeniz’deki tehdit ve şantajlarda da yelkenler epey indirilmiş, Yunanistan ve Mısır’a uzlaşma mesajları verilmeye başlanmış. AB’nin bir aktör olarak sahneye çıkıp, havuç-sopa politikasıyla Türkiye’yi yanına çekme hamleleri şimdilik “pozitif sonuç” vermiş görünüyor. ABD ve Rusya arasında epeyce sıkışan Erdoğan’a AB bundan sonra daha çok havuç göstererek, kendisine mahkum hale getirmeye çalışacak.

İnsan hakları, demokrasi, hapisteki Kürt siyasetçiler, basın özgürlüğü... Hiçbiri AB’nin umurunda değil. Yıllardır AB’yi bize “demokrasi kalesi”, “değerler manzumesi” diye sunan, üyeliği her derde tek deva olarak gösteren hayalperest liberallerin söylediklerini gözden geçirmesinin zamanı çoktan geldi, hatta geçti...

Onlara hayırlı muhasebeler...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa