Bir ittifakın daha sonu mu?
Recep Tayyip Erdoğan | Fotoğraf: Erçin Ertürk/AA
Ülke siyasi gündem açısından oldukça hareketli ve bereketli! Önce İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkılması, sonra Gergerlioğlu’nun dokunulmazlığının kaldırılarak cezaevine konması, HDP’nin kapatılma davası, savcının iddianamesinin Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilmesi vb. Ardından birkaç gün geçmişti ki emekli amirallerin bildirisi siyasetin ortasına tam anlamıyla bomba gibi düştü. Darbe tartışmaları yeniden alevlendi ve konu hakkında neredeyse Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü dışında -belki onlar da açıklamış, ben atlamışımdır!- hemen her kurum, parti ve politika ile ilgili her kişi tutum açıkladı. Ülkenin politik iklimi, gelenekleri, tarihi dikkate alındığında sorunun demokrasi ihtiyacı olarak değil de darbe tartışması olarak alevlenmesi elbette şaşırtıcı değil.
Gazetemizde yer alan çeşitli köşe yazıları bu konuyu genişçe irdeledi. Burada konuyu bir başka boyutu ile ele almaya çalışacağız. Bildiriye imza atan amirallerden bir kısmı Ergenekon, Balyoz, Casusluk vb. davalarda tutuklanmış, yargılanmış ceza almışlardı. Sonra bu davalar bozuldu, bazıları göreve döndü vb. Politik iklim değişmiş, bunların bir kısmı iktidarla flört etmeye başlamıştı. FETÖ’nün Amerikancı darbe girişimi sırasında darbeye karşı koyanlar arasında bunlar da vardı. Erdoğan iktidarıyla bunların kimisi Avrasyacı, Atatürkçü, ulusalcı olanları arasında bir ittifak oluşmuştu. “Mavi Vatan” kavramını da bunlardan birisi dış politika literatürüne kazandırmıştı. Bunlarla ittifak MHP ile ittifaktan daha önemsiz değildi.
Ancak Montrö tartışmalarının gündeme gelmesi, Meclis Başkanının Cumhurbaşkanının bir gecede İstanbul Sözleşmesi’nden çekilindiği kararını alması gibi Montrö Anlaşması’ndan da çekilme kararı alabileceği açıklaması, bir tarikat ayininde cübbeli bir amiralin görüntülerinin yayımlanması gibi olaylar bu bildirinin yayımlanmasına neden oldular. Montrö tartışmasının körüklenmesinin bir ucu Karadeniz’e güçlü bir donanma ile çıkamamaktan sürekli şikayet eden ABD’ye dayanıyordu ve tırmanan Ukrayna krizinde yeniden gündeme getirilmesi muhtemelen ABD ile yürütülen gizli pazarlıkların bir parçasıydı. İki olay çakışmıştı ve amiraller hem Montrö’yü savunma, hem de laikliğe sahip çıkma atağı yaparak bu bildiriyi yayımladılar. AKP katarından önce liberaller atlamıştı, şimdi de AKP ile ittifak yapmış olan ulusalcı, Avrasyacı, Atatürkçü kesimler atlıyordu.
Erdoğan’ın bu bildiriye tepkisi dikkat çekici tarzda alçak bir tondan oldu. Montrö’den çekilmenin söz konusu -daha iyisi gibi muğlaklıklar olsa da- olmadığını, cüppeli amiral konusunda da ordunun kendi içinde disiplinli olmasından yana olduğunu açıkladı. Yani bildirinin içeriğine damga vuran iki konuda da eski açıklamalarının ardında durmadı. Ama durumu başka bir alana taşıyarak “cehape ’yi” ve Kılıçdaroğlu’nu baş sorumlu ilan etti. Sorunun böyle politik bir alana taşınmasının, olup bitenin küllendirileceği anlamına geldiğini bu ülkenin politikasını yakından takip eden hemen herkes anlayabilir. Bunun gerçekleşmesi artık zamana kalmıştır.
Amiraller emekli olmasına emeklidir ama açıklamaları daha önce eski büyükelçilerin açıklaması, daha sonra eski parlamenterlerin açıklaması ile birlikte ele alındığında; eski devletin geleneksel dayanaklarından önemli bir kısmının “Biz buradayız” deklarasyonu olmak gibi bir anlam taşıyor. Evet bu bir darbe çağrısı değildir, bir darbe hazırlığının bir parçası olduğu da söylenemez. Ama bu ağırlığı olan bir tutumun açıklanmasıdır ve bu açıklamanın bir sarsıcılığı, bir vuruculuğu vardır ve açık ve net bir biçimde bir pozisyon belirlemesidir. Erdoğan’ı fren yapmaya zorlayan ve yön değişikliği yapıp, asıl olarak “cehape” ye dönmesine neden olan da budur. Ama iktidar darbe vb. demagojilerinin dışında, yapılan açıklamanın ağırlığının ve yol açabileceği sonuçların farkındadır.
Ama iktidarın işi artık daha zordur ve iktidarıyla devletin geleneksel güçleri arasında bağı sağlayan önemli halkalardan birisi kopmuştur. İktidarın işaretiyle tutum açıklayan devlet kurumlarının yöneticileri bir köpük gibi üstte kalmışlardır. İktidar bunlarla MHP ile, mafya bozuntuları, Perinçek tayfası vb. ile zorbalığını ve terörünü sürdürebilir ama ana gerici amacını, yani açık bir diktatörlük kurma niyetini ya gerçekleştiremez, ya da gerçekleştirmesi oldukça güçtür. İktidarın büyük sermaye dayanakları da oldukça zayıftır. Bölünmeler ve güç kavgaları esas, uzlaşmalar istikrarsızdır. İktidarın toplumsal dayanakları ise her geçen gün biraz daha erimektedir. İşçi ve emekçi kitlelerin sabrının ise sonuna doğru gelinmektedir.
Bütün bu olup bitenlerin nesnel bir anlamı vardır. Bu anlam şudur: ülkedeki hemen hemen tüm politik güçler, güç odakları yeniden mevzilenmekte ve kendi pozisyonlarını yeni ittifak arayışları ile sağlamlaştırmaya çalışmaktadırlar. İktidar da bu yeniden mevzilenme ve güç düzenlemesinin dışında değildir. İktidarıyla, düzen içi muhalefetiyle düzen güçlerinin genel eğilimleri ve yönelimleri bellidir. Ama halkın ve ülkenin kaderini kim belirleyecektir? İşçi ve emekçi kitleler, yani bu ülkenin gerçek sahipleri ne yapacaklardır? Sorun gelip halk güçlerinin, halkın en ileri kesimlerinin ne yapacağında, nasıl bir tutum alacağında düğümlenmektedir. İşçi ve emekçi kitlelere, halklara umut veren, onların önünü açan bir yola girmenin sorumluluğu daha da artmıştır.
- Ücret asgari, yaşam sefalet 13 Aralık 2024 05:40
- Genel grev ve direnişi gerçeğe dönüştürmek için 06 Aralık 2024 06:15
- Birleşik ve genel mücadele için 29 Kasım 2024 06:55
- Siz ne diyorsunuz? 22 Kasım 2024 05:31
- Gelişmelerin anlamı üzerine 15 Kasım 2024 05:25
- Direnerek kazanmak 08 Kasım 2024 11:13
- Elde ne var? 01 Kasım 2024 05:05
- İktidara ve düzen partilerine güvensizlik 25 Ekim 2024 15:00
- Dışa karşı cephe, içe karşı cephedir 18 Ekim 2024 05:06
- Muhalefet sorunu 11 Ekim 2024 05:27
- ‘İç cephe’ kimlere karşı güçlendirilecek? 04 Ekim 2024 04:53
- Sorumluluk sizde 27 Eylül 2024 05:37