Geleneksel İktisatçılar Haftası

Ekran görüntüsü 44. İktisatçılar Haftası'nın çevrimiçi yayınından alınmıştır.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyeti, anılan rumuzuyla İFMC, her yıl üç gün süren İktisatçılar Haftası düzenler. Bu haftalarda ülkenin ya da dünyanın önemli iktisadi ve siyasal meseleleri konunun ehil insanlarıyla yapılan toplantı ve panellerde tartışılır. Yapılan tüm tartışma ve konuşmalar yine bir IFMC yayın organı olan İktisat Dergisi’nde yayımlanır. Bu yıl pandemi dolayısıyla geleneksel toplantıyı üç günlük olarak ve bir salonda yapma şansı olamadı. Bu yılki 44’üncü toplantı iki gün ve üçer saatlik online organizasyonu ile kısa olarak yapıldı. İkişer kişiden oluşan iki blok halinde yapılan toplantılarda değerli konuşmacılardan çok yararlı bilgiler edindik.

Bu yıl yerel idareler ve demokratikleşme konusu tartışmaya açıldı. Son yerel idareler seçiminde yaşanan çok ciddi kadro değişikliği merkez ile bazı yereller arasında farklılık yaratarak, merkezin yereller üzerindeki hakimiyeti kısmen törpülenmiş oldu. Bu süreç demokrasi olarak algılandı ve bu gelişme bir konferans boyutunda incelenmeye çalışıldı.

Genellikle algılandığı ve anlaşıldığı şekliyle, yerel idarelerin halka yakın olması, halkın talep ve tercihlerini daha yakın ilişki içinde saptayabilmesi nedeniyle yönetsel olarak demokratik yönetim biçimine daha uygun olduğu savlanır. Bu sav bir dereceye kadar doğru olmakla beraber, toplumun alışkanlıkları ve siyaset algılama eğilimlerine bağlı olarak yerel idarelerin her hal ve koşulda demokrasi sembolü ve aracı olduğu çok çeşitli koşullara bağlıdır.

Her şeyden önce, demokrasi savı toplumsal katmanların gelir ve yaşantı ölçütleriyle birbirine yakın olduğu derecede güç kazanır. Zira aşırı gelir dağılımı bozukluğu bir şekilde varsılın yoksul üzerinde hakimiyet kurma aracı olmasına sebep olabilir. Örneğin, kentin yoksul bölgesi ile varsıl bölgesinde oturanların siyasi erk üzerinde ya da yerel yönetim üzerinde aynı etki ya da baskı oluşturmasını beklemek fazla geçerli değildir. Toplumsal destek kazanmak amacıyla yoksul bölgelere daha güçlü hizmet desteği yapılıyor olabilmekle beraber, bu durumu kamu anlayışında hizmetten çok sistemi meşrulaştırma olarak görmek daha geçerlidir. Zira, kamu ajanları eğer yoksula hizmetle destek verme yoluna giriryorsa, bunun gerisindeki anlam ekonominin işleyişi ve üretim sürecinde kamunun yoksulun yanında olmayıp, varsılın daha varsıllaşmasına destek sağlıyor olduğudur. Hal böyle olunca, son analizde yerel idarelerin hizmet sunumunda tüm yörelere benzer hizmeti götürmesi genel düzeyde hizmet arzı ve talebi arasında denge sağlanması açısından olası değildir.

Demokrasi olgusu ve ifadesi günümüzün neoliberal politikaları koşulunda uygulanabilir gözükmemektedir. Neoliberal koşullarda sermaye hemen tüm kamu yönetim birimleriyle, ister devlet ister yerel idareler olsun, karar aşamasında da bir araya gelebilmekte ve adeta kendisine piyasa oluştururcasına hizmet arzının arttırılma kararında yerel veya merkezi yönetimi etkileyebilmektedir. İstanbul ile İzmir arasında devlet garantili yol kompleksi ya da, gerçekleşemesini dilememekle beraber, eğer gerçekleşirse, Kanal İstanbul’un yapımında devrede olan devlet-özel sektör iş birliğinin ülkeye hiçbir yararı olmayacak, tam tersine halkın üzerine fevkalade büyük maliyet yıkacaktır.

Neoliberal politikalar çerçevesinde yönetişim olarak anılan kamu-özel sektör iş birliği 1970’ler sonrasında kapitalizmin kâr sıkışıklığına çare olarak, eskilerde özel sektörün yapmadığı kamu hizmetlerinin de piyasalaştırılmasını gündeme taşınmıştır. Kamu özel iş birliğinde açıktır ki, kararlar politik olmanın yanında sermayenin de ağırlığını taşımaktadır. Böyle bir süreci sivil toplum olarak halklara yansıtmak gerçeği göstermediği gibi, tam tersi, sermayenin kamusal kararlardaki artan ağırlığını perdelercesine demokrasi olarak yansıtılmaktadır. Oysa, sermaye ile halkın karşı karşıya geldiği durumlarda gerek ideolojik gerek ekonomik hakimiyetlere dayalı olarak sermayenin kazançlı çıkması büyük bir olasılıktır.

Yerel idareler söz konusu olduğunda kent konseyleri de gündeme gelir. Bu yılki konferansa İzmir Kent Konseyinden çok değerli bir konuşmacı bizlere fevkalade geniş ve doyurucu açıklamalar yaptı. Kent konseyleri, her ne kadar birinci düzeyde kamu karar organı olmasa da Habermas türü kamusal alanlar yaratarak kentin birçok iş ya da sorunları hakkında halkın geniş katılımıyla karar oluşturabilmekte ve bu kararları belediyeye taşıyarak yaşama geçirilmesini sağlayabilmektedir. Hatta, kent konseyleri belediye meclisi çalışmalarında da heyet bulundurarak hem karar esnasında konsey üyelerinin dikkatini çekmede, hem de alınan kararların halka yaygınlaştırılmasında çok önemli demokrasi işlevi görebilmektedir.

Günümüzün despotlaşma eğilimindeki kamusal yönetim biçimleri bağlamında demokratikleşme ve doğrudan demokrasi benzeri modele geçmede var olan yerel yönetim sistemiyle kısa sürede fazla yol alınamayacağı ortada olmakla beraber, sürece tam da yerel yönetimlerden başlamanın gerekliliği de açıktır. Sosyal normlar ve halkların bu normlara uyum sağlaması ve davranışlarını ona göre ayarlaması, toplumların birikimlerine bağlı olmakla beraber, hemen her toplumda zaman alır. Bu nedenle yerel idareler ve demokratikleşme konularını, hele de günümüzün sosyoekonomik koşullarında, iğne ile kuyu kazmak gibi düşünmek yanlış olmaz. Demokratikleşmenin yukarıdan aşağıya doğru değil, aşağıdan yukarıya doğru ve her kademenin hazmedilerek kazanılması, toplumun kendi zaferi olarak değerlidir ve uzun erimde kalıcı olur.

Evrensel'i Takip Et