17 Nisan 2021 00:41

Yüzlerce üniversite, milyonlarca genç işsiz

Doç. Dr. Meltem Kayıran | Fotoğraf: Eğitim Sen

Paylaş

Evet, her üniversite mezunu anında iş bulamaz, ama böylesi işsizlik de salt kalite sorunu ile açıklanamaz, hele de karar mevkiinde olarak sonuçlardan sorumlu biri bu açıklamayı hiç yapamaz. Kaliteli elemanların iş bulabilir anlayışı, en kaliteli üniversitelerden binlerce öğretim elemanını KHK ile ihraç eden sistemin sorguanmasının anahtarı olmalıdır. Bu durumda şöyle güzel bir soru akla gelir: siyasetin amacı nedir? Ülke insanlarının bölünmesi, tüm kurumların siyasetin emrinde işlevsizleştirilmesi, özellikle de eğitimin çökertilmesi kimin, nasıl bir amacı olabilir ki?

Her siyasi karar ve eylem iki testten birine göre değerlendirilir. Bir karar ve eylem ya oluşmuş bir durum sonucunda ve durumu düzeltmek amacıyla zaruri olarak alınır ve uygulanır ya da hedeflenen bir amaca hizmet etmek üzere alınır ve uygulanır. Diyebilir miyiz ki, hukukun böylesi tahribi, eğitim sisteminin böylesi çökertilmesi, medyanın böylesi araçsallaştırılması bir zaruretin sonucudur! Yani geçmişte hukuk iyi çalışmıyordu da, eğitim gereği şekilde hizmet sunamıyordu da, medya görevini hakkıyla yapamıyordu da, yapılan uygulamalar bu ve benzeri kurumların ıslahına mı yönelikti!

Vicdanlı bir insan bunların hiçbirini geçerli iddialar olarak göremez. Peki, diyelim ki, tüm kurumlar gerçekten çok yetersiz ve verimsiz idi. Peki, o durumda dahi alınması gereken önlemler böyle mi olmalıydı; kimsenin hukuka güveninin kalmadığı bir ortam yaratılarak mı hukuk düzeni iyileştirilecekti; 18 yılda yapılanlar yetmedide mi, yine bir hukuk reformu aldatmacası ile milletin karşısına çıkılıyor? Eğitim tabii ki yeterli değildi, ama bugünkü düzeyinden çok daha iyi ve çağdaş idi. Medya tabii ki yeterli değildi, ama bugünkü kadar utanç verici şekilde siyaseti sesi olmamıştı.

Yükseköğretim kurumlarımıza geldiğimizde, ülke kapasitesinin üzerinde üniversite açmakla çok sayıda akademisyen yetiştirilemeyeceğini her siyasetçi dahi bilirken, bakkal dükkanı açar gibi üniversite açmanın kısa vadede oy kotarmak, orta vadede ise siyasetçinin istediği kafada “siyaset müminleri” üreterek genel kalite erimesine karşın iktidar koltuğuna zamk oluşturmaktan başka ne anlamı olabilir ki! Böylesi yapılandırılan bir yükseköğretim sistemi siyasete hizmet eder, fakat ülke gençlerine ışık saçamaz, onları derin karanlığa sürükler. Bunun adına da cehalet denir. Cehalet yoluna bir kez girildi mi, doğanın insanlara müthiş armağanı olan beyin cisme dönüşür, kara deliğe yakalanmış tüm cisimler gibi kaybolur gider; çünkü cehaletle bulanmış bir nesil cahil olduğunun da farkına varamaz, iktidarını da ona göre seçer ve sömürücü iktidarı tepesinde taşır.

Siyasi erklerin yönetim biçimi ve uyguladıkları kararlar tüm toplumda çeşitli çevrelerde çeşitli saiklerle alt düzey kararlara yansıyarak, balık baştan kokar misali, zamanla genel toplumsal davranış kalıbına dönüşür. Nitekim, böylesi oluşumda bir işaret fişeğiyle harekete geçen üniversite yöneticileri yıllar önce “barış imzacıları” yaftası ile binlerce akademisyeni üniversiteden (isterseniz temizledi) diyelim! Evet, temizledi, kimin adına ve çıkarına? Üniversitelerden (temizlediğimiz) binlerce akademisyen, ülkemizin onlara en fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemde, başka ülkelerde insanlığa hizmet veriyor. Değer mi, yukarının emriyle memur gibi üniversite kadrolarına atanarak ülkenin eğitim düzeyini tahrip etmeye; tüm meslektaşlarının önüne alnı ak olarak çıkamama pahasına emirle rektörlük yapmaya, değer mi? 

Mesele bir kişi meselesi değildir. Evet, siyaset genel halk davranış kodlarını, bazı kişilerin çıkar, korku, sürü hareketi yapma ya da çocukluktan kurtulamamış itaat alışkanlıklarıyla, Freud’un babanın öldürülmesi anlayışı benzeri saiklerle siyasete kul olmaya yönelik değiştirebilir. Düşünülebilir mi, bir fakültenin yönetim kurulu hocaları, usulüne göre fevkalade başarılı doçent olmuş, fakat hiçbir haklı gerekçe gösterilmeden kadroya ataması yapılmamış otuz yıllık bir akademisyeni işinden ediyor. Hukukun siyasallaşması gibi, bu durumda da fakülte yönetim kurulu siyasetin emrinde araçsallaşmış olmaktadır. Bu yıkımı yapanlar kendi vicdanları ile nasıl hesaplaşabilir, kendi ailelerine, çocuklarına nasıl yaklaşabilir!

Burada mesele salt bir akademisyenin akademik yaşamına son vermenin ötesinde, ülkenin 30 yıl kaynak ayırarak yetiştirdiği bir elemanı en fazla yararlı olmaya başladığı döneminde ülke hizmetinden uzak tutmaktır. Bu bir maliyettir, bu maliyeti topluma yıkan kurum ve şahıslar topluma karşı sorumludurlar. Bir kurumdan ihraç ancak ve ancak geçerli suçların yargıda saptanması ile söz konusu olabilir. Üç gün önce Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde Doçent Dr. Meltem Kayıran’ın başına gelenin maliyeti tüm toplumadır.

Üniversitelerden tüm siyasi yapılar korkarlar, çünkü üniversite özgür düşünce ile tüm hakim ve baskı çevrelerini eleştirerek demokrasi oluşumunda halkın sağlıklı karar almasının yollarını açar, onlara ışık tutar. Yaptıklarının aydınlığa çıkmaması için böcekler gibi karanlık dehlizlerde yaşamak isteyen siyasiler üniversiteyi denetimlerine alarak kısa süreli çıkarı uğruna tüm toplumu da karanlık dehlize sürüklemek ister ve bu amaçla üniversite özerkliğini ihlal eder. Rektör, dekan gibi idarecilerin yukarıdan atanma işlemi üniversiteye karşı cinayettir. Evet, bu işlemler 1982 YÖK’ten beri böyle yapılıyordu. Her ne kadar giderek ve özellikle de son dönemde artık kanun gücünde kararnamelerle yapılan tasarrufların kanuna(!) uygun olduğu iddia edilmekle beraber, cümle alem biliyor ki, o kanun dedikleri bir emirnamedir, şekli olarak yasa ya da benzeri gibi görülebilir, fakat maddi anlamda, ruhu itibariyle yasa olarak kabul edilemez.

Ülkemizde yaşananlar ve gelişmeler sosyal diyalektik mantığı bağlamında fevkalade dehşet verici gözükmektedir. Yüzlerce üniversite de, sonuçta üretilen milyonlarca işsiz de böyle çalışan diyalektiğin sonucudur.   

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa