18 Nisan 2021

Herkesin her şeyi bildiği bir yerde medya ne işe yarar?

Liberal demokrasilerde medyaya dördüncü kuvvet işlevi yüklenir, çalışmayacağı daha baştan bilindiği halde. Zaten amaç çalışması değil, çalışıyor(muş) gibi görünmesidir. Medya yasama, yürütme ve yargıyı kamu adına denetleyecek, yurttaşlar bu vasıtayla seçimlerde özgürce karar verecek. Liberal iletişim araştırmaları medyanın toplumu ne kadar etkilediğine kafa yorarken, siyaset bilimi karar/oy verme aşamasında devreye giren (başta ekonomi) faktörlere yönelir. Günümüz “bugün seçim olsa kime oy verirsiniz / vermezsiniz” araştırmalarında medyanın bu denli dışlanması boşa değil. Yoksa aynı gün baş sayfalarda (16 Nisan 2021) Sabah gazetesinin “Dövizini satan nakit parasını konuta yatırdı” haberi ile Yeni Mesaj gazetesinin “Konut satışları fena çakıldı” haberlerini nasıl kıyaslarız? İkisinin de kaynağı TÜİK.

Yelpazeyi daha geniş tutalım: Perşembe akşamı Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias arasında, gerilimi çok yüksek bir basın toplantısına tanık olduk. Dendias merkez sağ iktidarlar kabinelerinde defalarca yer almış, mülteci karşıtı, klasik, sağcı bir siyasetçi. Türkiye ve Yunanistan arasındaki çatışmalı konuları, iddia o ki aralarında anlaşılmış olduğu halde, o toplantıda duyurmayı tercih etti. Eder mi eder, ben uzmanı değilim ama dış politikada elinde kozu olan ya da blöf yapmaya gücü yeten kazanır.

Birbirlerine ‘eski dostum’ deyip, isimleriyle hitap etmelerine rağmen Çavuşoğlu buz kesti. “Sayın Dendias maalesef ülkeme yönelik son derece kabul edilemez ithamlarda bulundu” diye başlayan konuşmasında Yunanistan’daki Türk ve Müslüman azınlığın yalnızca Müslüman azınlık olarak görülmesine itiraz etti, Türkiye’nin uygulamadığı AİHM kararları Avrupa gündemini işgal ederken, üç AİHM kararına referans verdi.  Dahası bağlamından tamamen kopuk biçimde şunu dedi: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı var, siz bunların Türk ismini kullanmasına müsaade etmiyorsunuz. Peki, bunlar Rum Müslümanlar mı? Bunlar kendisi ben Türküm diyorsa Türk’tür, bunları böyle kabul etmek zorundasınız. Geçmişte Türkiye’de de böyle sorunlar oldu. Kürtlere sen Kürt değilsin Türk’sün diyenler oldu ama geçmişte kaldı. Bugün herkes Türkiye’de ne olduğunu rahatlıkla ifade edebiliyor.” Her biri ayrıca savunulabilir ya da itiraz edilebilirken bağlam doğru kullanılmazsa boş gösterenden ibaret sözler. Yalım Eralp, 2017’de yayımlanan “Perdeyi Aralarken: Bir ‘monşer’in hatıratı” kitabında şöyle diyordu: “Kelimeler hem önemli hem simgedir. Diplomasi acayiptir. Sonunda gene de siz ve düşman anlaşmak zorundadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kulakları çınlasın: “Mon cher”lik kolay değildir. Bilgi ve zeka ister.” (s.27)*.

Eralp’in bahsettiği bilgi ve zeka eksikliği yüzünden, daha bir önceki hafta Türkiye Avrupa medyasının manşetlerindeydi, iki tekli koltuğa geniş geniş yerleşen erkeklere bakakalan AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’ın “ehh yani” diye çevrilebilecek tavrının müsebbibi AB Konseyi Başkanı Charles Michel olduğu halde, fatura hem doğal olarak, hem de riyakarca, daha bir ay önce bir gece yarısı Cumhurbaşkanlığı kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan Türkiye’ye kesilmez miydi? Konuyla ilgili Sinan Birdal’ın müthiş analizini şuraya bırakıp, sonuca geleyim: Türkiye’de bir erkek haberlere bakıp, şiddet uygulamak istediği kadınla ilgili ceza stratejisi kurabiliyorsa, Charles Michel şovenist tavrını göstermek için neden Türkiye’yi tercih etmesin? Kravat takmış olduğu için zaten daha baştan ceza indirimi var.

‘ÇOK SIKINTIDAYIM TUFAN SENDEN YARDIM İSTİYORUM’

Mevlüt Çavuşoğlu, basın toplantısı sonrası iftara davet ettiğini söylediği Dendias’ı uğurlar uğurlamaz (oradaki ayrıntıları öğrenemiyoruz elbette) soluğu KKTC’de aldı. Geçen yılki seçimlerde Ersin Tatar’ın başarısının arkasındaki Türkiye desteği malum. Gidişine gerekçeyi de Erdoğan buldu: 15 Nisan’da KKTC Anayasa Mahkemesi Din İşleri Dairesinin, hukuki niteliğini de göz önünde bulundurarak, Kuran kursu açma hakkının Anayasa’ya aykırı olduğuna karar verdi. Davayı açan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hizmet Sendikası (Hizmet-Sen), başta çalışanların özlük haklarının ihlali ve denetimsiz Kuran kurslarının laikliğe aykırılığına dayandırmıştı gerekçelerini, lakin Erdoğan sendikayı “din düşmanı” ilan etti. Daha da ileri giderek “Anayasa Mahkemesi Başkanı bu yanlışından süratle dönmelidir. Dönmediği takdirde atacağımız adımlar farklı olacaktır” diye tehdit de etti.

***

Sene 1953, Hürriyet gazetesinin kurucusu Sedat Simavi Kıbrıs meselesinin bir milli mesele olduğunu savunuyor, lakin zamanında dergisinde yazar olarak çalışmış, o gün Demokrat Parti Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü aynı fikirde değil. Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi’nin oğlu Doğan Nadi o günlerde şöyle yazıyor: “Lefkoşe, bilmem kaç (Hususi muhabirimden) - Kıbrıs Valisi Sir Andrew Wright beyanatta bulunarak demiştir ki: Ada başpiskoposu Makarios ile Türk başpiskoposu Sedat Simavi’nin müteaddit defalar tekrar ettikleri teklifleri kabul edemem…” (s.41)**. Sedat Simavi’nin baskılarına ve hakaretlerine tahammülü kalmayan Köprülü en sonunda kendisine dava açıyor lakin Simavi’nin ömrü davanın sonuna yetişemediğinden, dava düşüyor.

Ülkenin çok partili yaşama geçiş sürecinde, bir (gazeteci) gazete patronu ve dışişleri bakanı arasındaki polemiği ülkenin kuruluş süreci gazetesinin( gazeteci) veliahdının bu denli sarakaya alması bugün için en naif ifadesiyle nostalji. Lakin nasıl geldik buralara?

Faruk Bildirici’nin geçen ay çıkan “medyanın ombudsmanı saray’ın medyası: Hürriyet’teki Etik Kavgasının Bilinmeyenleri”*** kitabı buralara nasıl gelindiğine dair çok önemli gözlemler ve tanıklıklar içeriyor. Bugün “Medya Ombusmanı” başlığı altında yazılarını kendi sitesinden ilgiyle takip ettiğimiz Bildirici, Hürriyet’e, Cumhuriyet deneyimi sonrası, 1992’de geçiyor. 94’te gazete, Aydın Doğan’a satılıyor. 2010’da Enis Berberoğlu’nun yayın yönetmeni olmasının ardından, Bildirici, çok istediği okur temsilciliği görevini üstleniyor.

20 yıllık görev sürecinde içeriden kurduğu mücadele hattına dair eleştirilere epey muhatap oldu, zaten kitapta kendi özeleştirisini de veriyor, gerçi bunları bazen biraz “tarz meselesine” indirgiyor, ki Bildirici’nin RTÜK üyeliği zamanındaki cesur tarzıyla o dönemki çekingen tavrı çelişmiyor değil. Lakin evrensel gazetecilik nosyonlarının kerteriz alındığı, otobiyografik bir analizden söz ediyoruz, doğası itibariyle öznel tarafları da olacaktır elbet.

Bildirici’nin herkesin okumasını önerdiğim (çünkü Hürriyet üzerinden Türkiye medyasının dönüşümüne dair çok önemli detaylar var) kitabından çıkarılabilecek en önemli ders: Etik kodlar olmadan iyi gazeteciliğin mümkün olmadığı. Kitapta buna dair türlü gözlemler ve tanıklıklar var.

Bildirici, okur temsilcisi olduğundan itibaren Hürriyet içine, okurun (özellikle vergi cezaları sonrası değişen iktidar yanlısı yayın politikasına dair) eleştirilerini iletiyor. Sadece şikâyetlerin derlendiği o raporlar bile, bir gazete patronunu alarma geçirebilirken kimse umursamıyor, hatta Bildirici raporları yazmayı kestiğinde dahi soran olmuyor.

Hürriyet’teki tiraj düşüşü 2012’de Emin Çölaşan ve Bekir Çoşkun’un gidişiyle başlıyor. Gezi bir kırılma, ama Bildirici tam da o zaman raporlardan vazgeçiyor ya da yılıyor. O dönemde Hürriyet’te ya da ana akımın başka bir mecrasında çalışan 18.00 servisiyle Taksim’e gelip Gezi’deki mücadeleye katılan nice tanıdığım var, şimdi oralarda değiller.

***

Hürriyet, 17-25 Aralık operasyonlarında, gazetecilerin değil yönetimin tercihleriyle, başta yanlış ata oynadı, ardından toparlamaya çalıştı, lakin her seferinde olduğu gibi genel yayın yönetmeninin feda edilmesi gerekiyordu. Patronun inisiyatifine kalmadan Berberoğlu istifa etti. Yerine Sedat Ergin geldi.

Tıpkı bugün Erdoğan’ın her saldırıya savunma taktikleri geliştirmesi gibi bir yol arıyordu Aydın Doğan. 2015’te Tufan Türenç’le konuşmasını aktarıyor Bildirici (s.70):

A.D: “Yahu Tufan, senin yazıların yüzünden çok sıkıştırılıyorum”

T.T: “Ama Aydın Bey, ben de yazılarımı başka türlü yazmam. Yazmam lazım bunları”

A.D: “Hakikaten çok zorlanıyorum. Ben bugüne kadar göğüs gerdim ama artık karşı koyamıyorum. Çok sıkıntıdayım Tufan. Senden yardım istiyorum.”

Aydın Doğan tabi ki Tufan Türenç’ten yardım istemiyordu, kimseden istemiyordu. En sıkıştığı noktada, Hilton’da bir otel odasında tatlı bir anlaşmayla sattı ve çıktı medyadan. Devir teslim töreninde de dedi ki: "40 yıl evvel bir gemi ile yolculuğa çıktığımı söylemiştim. O gemiyi bütün dalgalarla boğuşarak, ne kadar çile çektiğimi kimseye göstermeden, bütün gayem gemiyi limana salimen getirmekti. Türk basınının amiral gemisini limana salimen getirdim ve Demirören ailesine teslim ediyorum. Allah’tan temenni ediyorum ki Demirören ailesi bu gemiyi daha büyük, uzun yıllar devam ettirecek. Ben de onunla iftihar edeceğim."

Bugün Sabah ya da Yeni Şafak’ı geçelim, Çavuşoğlu - Dendias görüşmesine dair Sözcü’deki başlık dahi “Bu ne küstahlık” ise, uluslararası ilişkilerde yaşanan bu denli fiyaskonun hesabı hükümetten sorulamıyorsa, 128 milyar doların da hesabı sorulamaz. Yeşil top başarısızlığının mucidi olduğu halde AKP Grup Başkanvekilliğine yükselen Mahir Ünal, 128 milyar doları TL’ye çevirip açılamaya çalıştığı tweet’ini sildi, daha doğrusu silmek zorunda kaldı, çünkü altındaki yorumlar ülke vatandaşlarının ekonomik gidişata ne denli hâkim olduklarını gösteriyordu.

Ülkenin ekonomisini anlamak için markete gitmek yeterli, uluslararası ilişkiler için Çavuşoğlu’nun mimikleri her şeyi anlatıyor. Herkesin her şeyi bildiği, esasen bu denli kutuplaşmış bir iklimde medyanın tercihleri sınırlı, iktidar yandaşıysa savrula savrula tutunmaya çalışacak, muhalifiyse savrulduğu yerden malzeme toplayacak. Bugünün gazetecisininse hiç bunlarla derdi yok ya da olmamalı, 40 yıllık gemisini Demirören’in limanına iftiharla yanaştıran Doğan mıdır kurtuluş, Kasırga operasyonundan güç bela sağ çıkan, ikbali hala Erdoğan’a bağlı Cavit Çağlar mı?

Tarihten bağımsız ekonomi politik bir eleştiri kurulabilir mi?

*Yalım Eralp, Perdeyi Aralarken: Bir “monşer”in hatıratı, Doğan Kitap, 2017
**İrem Barutçu, Babıali Tanrıları: Simavi Ailesi, Agora Kitaplığı, 2004
*** Faruk Bildirici, medyanın ombudsmanı saray’ın medyası: Hürriyet’teki Etik Kavgasının  Bilinmeyenleri, Ayrıntı Yayınları, 2021

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et