Rekorun anımsattığı: Warriors, Curry, Wilt…
Fotoğraf: Wikimedia Commons
Stephen Curry geçtiğimiz hafta Warriors tarihinin en skorer oyuncusu oldu. Curry, Wilt Chamberlain’in Warriors’la 5.5 sezonda çıktığı 429 maçta kaydettiği 17 bin 783 sayıyı kariyerinin 12. sezonunda geride bıraktı. “5.5 sezonun toplamını 12 sezonda geçmek maharet mi” demeyin, 41.5 sayı ortalaması tutturduğu Warriors yılları Wilt’in zirvesiydi.
Curry’nin bu unvana sahip olduğu gün, spor gazeteciliği tarihi için önemli bir metin olan Wilt Chamberlain’in “My Life in a Bush League” makalesinin yayımlanışının yıl dönümüne tesadüf etti. 12 Nisan 1965’te Sports Illustrated’da yayımlanan makale, Wilt’in San Francisco Warriors’tan Philadelphia 76’ers’a takas edilmesi sonrası hissettiği öfkeyi, haksızlığı haykırdığı bir metindi. Chamberlain, NBA’in idari yapısına ve takım sahiplerinin oyunculara saygı göstermeyen, “Parayı veren düdüğü çalar” anlayışına tepki gösteriyor, NBA’in kurumsal olarak MLB ve NFL’in gerisinde olduğuna dikkat çekiyordu. Chamberlain’in eleştirileri aslında onun, parçası olmayı reddettiği dönemin aktivist oyuncu hakları hareketiyle aynı kaygıları taşıdığını gösteriyordu. Eleştiriler temelde ligin, patronların çiftliğine dönüşmesineydi. Warriors’ta o dönemde yaşanan dönüşüm de bunun bir parçasıydı.
***
“Bay Basketbol” Eddie Gottlieb, NBA’i var eden isimlerin başında geliyordu. “The Mogul” olarak anılırdı ki biz bunu “baron” ya da “imparator” olarak çevirebiliriz. Genel menajerliğini ve koçluğunu üstlendiği Philadelphia Warriors’ı 1951’de satın aldı. NBA’i halen tanımlayan “yıldız sistemi”nin mucidiydi.
Wilt Chamberlain’in basketbol sahnesine adım attığı lise yıllarında onun NBA’e girdiğinde Philadelphia’da kalması için dahiyane bir plan geliştirdi. Bir yandan lige “bölgesel draft hakkı”nın draft edilecek oyuncunun mezun olduğu liseye kadar genişletilmesini kabul ettirirken diğer yandan Penn State’e gitmek isteyen Wilt’i Kansas’a yönlendirdi. Böylece Penn State’in Wilt sayesinde artacak popülaritesinin Philadelphia Warriors’ın bilet satışlarını etkilemesinin önüne geçti. 1959’da da bölgesel draft hakkıyla şimdiden büyük bir yıldız olan oyuncuyu kadrosuna kattı.
Gottlieb için temel dert bilet satışlarıydı. Wilt’in bir maçta 100 sayı atması da bir sezonda 50 sayı ortalaması tutturması da bu hedefe göre şekillendirilen yıldız odaklı sistemin bilinçli sonuçlarıydı.
Diğer takım sahiplerinin aksine Gottlieb’in başka bir işi yoktu. Kimi zaman masraf olmasın diye oyuncular otelde kalırken havaalanında yatardı. Deplasman maçları için otobüs kiraladığında boş koltukları taraftarlara satardı. Gottlieb 1962’de takımı Franklin Mieuli’nin öncülük ettiği Bay Area yatırımcılarına sattı ve Warriors, Lakers’tan sonra Batı Yakası’na taşınan ikinci organizasyon oldu.
Bireysel olarak elde ettiği tüm başarılara, saha içinde herkese tepeden bakan görkemli duruşuna, o duruşa eşlik eden zarafetine rağmen Wilt Chamberlain, San Francisco’da da şampiyonluk hedefine ulaşamadı. Wilt’in “Devi (Goliath) kimse sevmez” diyerek özetlediği sendrom medyada ve kamuoyu nezdinde etkili olmaya devam etti. Herkes ondan nefret etmeye bayılıyordu. 1964/65 sezonunun ortasında Philadelphia 76’ers’a takas edildi.
***
Chamberlain hep Cumhuriyetçileri desteklemesi, 1964 All-Star boykot girişimine muhalefeti, Kara Panterleri kınaması gibi dönemin muhalif ruhuyla uyuşmayan tercihleriyle anımsandı. Dışarıdan bakanlar için “loser”dı, bencildi, kendini beğenmişti vs. Oysa o dönem onunla birlikte oynayanlar kamuoyundaki imajının tam aksi bir Wilt portresi çizer, onun yardımseverliğine, ince ruhuna, kibarlığına vurgu yapar. Herkesin (örneğin Bill Russell’ın) karşılığında para talep ettiği hayır etkinliklerine bedavaya giderdi, Maurice Stokes’un tedavi ücretlerini ödemek için düzenlenen maçların hiçbirini kaçırmadı, onun olduğu masaların hesapları hep sessizce ödenirdi. “Kim bu tıfıl” demeyip utangaç, sosyal becerileri zayıf Kareem Abdul-Jabbar’ı (Lew Alcindor) lise yıllarında kanatları altına alıp ona dünyayı gösterdi. Varsayıldığı gibi “kötü” değildi hiçbir zaman. Korkulmak değil sevilmek isteyen bir devdi. Kareem’in ifadesiyle “Girdiği her odanın hakimi”ydi. Hep karşılaştırıldığı Bill Russell’a hep saygı duydu ancak onun aleyhine medyada söylenen tüm klişeleri Russell’ın ağzından duyduğu gün şaşırdı, kalbi kırıldı ve 30 yıllık bir küslük başladı. Russell da pişmandı.
***
Aslına bakarsanız Stephen Curry, Wilt’in tam tersi. O herkesin başarılarını küçük gördüğü, “Nefret edilen dev” değil. Herkesin kendine yakın gördüğü, “Normal insanlara benzeyen” Davud. Ancak şurası kesin, ikisi de basketbolun yeniden tanımlanmasında, standartların belirlenmesinde, oyunun ileriye taşınmasında büyük rol oynadı.
Son sözü Wilt’e bırakalım: “Philadelphia’da liseye giderken FBI tarafından sorgulandım. Masa altından bana ödenen on binlerce dolardan, gizli hediyelerden, arabalardan bahsediliyordu. Ben o sırada genç, etki altına alınmaya müsait ve tek isteği basketbol oynamak olan biriydim. Onlarsa bana ülkedeki en büyük suçluymuşum gibi davrandı. O günden sonra basketbol hep daha iyiye giderken benim hayatımsa hep daha da zorlaştı.”
- 100 yıl arayla Paris’te iki olimpik dönüm noktası 26 Temmuz 2024 05:27
- Papara baskını ve marka değeri 19 Mart 2024 04:10
- Bozacılar ve şıracılar 12 Mart 2024 04:46
- Beşiktaş'a cüret gerek 05 Mart 2024 04:42
- "Dünümüzü getirin, yarınımızı verelim" 27 Şubat 2024 04:15
- Geriden oyun kurmayı, yarım alanlara sızmayı atla, göğe bakalım 20 Şubat 2024 04:50
- "En eski spor arkadaşları"nın 2024 model çekişmesi 13 Şubat 2024 04:21
- Gerçeğin yumruğu: İşte Türk futbolu bu! 13 Aralık 2023 04:56
- Çalınmış ülke, bölünmüş spor: Filistin 23 Ekim 2023 04:36
- City Football Group-Başakşehir flörtü 09 Ekim 2023 04:00
- Süper Lig, süper sömürü 02 Ekim 2023 04:30
- 'Voleybol Ülkesi' miyiz? 25 Eylül 2023 04:25