28 Nisan 2021

Sokağın tekinsizliği & sosyal medyanın konforu

Salgın alışkanlıklarımızı değiştiriyor, yavaş yavaş ve sinsice yaşamlarımıza nüfuz ediyor. Çoğumuz artık daha az hareket ediyoruz, eğer yaptığımız iş fırsat sunuyorsa daha az evlerimizden çıkıyoruz. Çoğumuzun sosyalleşmesi neredeyse aile ile sınırlandı.

Karşı olduğumuz politikalara itirazımızı da evimizin “güvenli” ortamında bir tuşla dile getiriyoruz. Bu salgında kim sokağa çıkacak, kim yürüyüp slogan atacak? Değil mi? Sosyal medya sayesinde, evimizin en konforlu yerinden, en radikal biçimde sesimizi duyurabiliyoruz sonuçta. Ne gerek var sokağın hijyen yoksunu, tekinsiz mekanına açılmaya? Bu teknoloji çağında, herkeste akıllı telefon da varken mis gibi sanal muhalefetimizi yaratıveririz! Ülke refah içinde olduğundan herkes de akıllı telefon ve sosyal medyada sınır tanımayan aktivizm yapıyor!

Türkiye’deki bu refah ve konfora karşılık, Myanmar’da, Hindistan’da, Almanya’da, Fransa’da, ABD’de ve daha pek çok yerde farklı farklı gerekçelerle sokağa çıkıp protestolara katılanlar bu teknolojiden ve sosyal medyanın sunduğu konfordan bihaberler herhalde. Zira salt sosyal medyada eylemek yerine sokakta siyaset yapıyorlar. Seslerini sadece sanal dünyadan değil, sokağın somut mekanından da duyuruyorlar. Üstelik de salgına ve kısıtlamalara rağmen. Salgının başında bir süreliğine dünyanın pek çok yerinde sokaklar boş kalmış olsa da, kısa zamanda bu mekanlar yeniden doldu, sokak eylemleri düzenlendi. Sonrasında da hemen hiç kesintiye uğramadı. Örneğin Fransa’da, ikinci kapanma döneminde eylemlere katılmak için sokağa çıkmak ve bir araya gelmek mümkündü, buna dair bir sınırlama söz konusu olmadı.

Oysa Türkiye’de iktidar muhalif kesimleri sanal dünyaya hapsetmeye salgından çok önce başladı. 2015 yılında Güvenlik Yasası’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte, zaten her zaman riskli olan sokak eylemlerine katılımın bedeli çok ağır olmaya başladı. Alanın kapanmaması, sokağın açık kalması için mücadele veren az sayıda insan da bir süre sonra polis şiddetinden, gözaltılardan ve giderek azalmaktan dolayı sokağı terk etmeye başladı. 2016’da olağanüstü hal ilanının ardından, hükümet sokağı marjinalleştirmek için elverişli koşullara fazlasıyla sahip oldu. Yasal olarak olmasa da fiili olarak. Pek çok kentte eylem yasaklarını, 1 ay ya da daha fazla süreyle uygulamaya koymak adetten oldu.

OHAL’in yürürlükten kaldırılmasının ardından, 2018 sonrasında, muhalefet açısından hareket marjları genişler mi derken, bu defa da 2020 yılının daha ilk aylarından itibaren salgın koşulları iktidara yeni bir fırsat sundu. Muhaliflerin düzenlediği ya da düzenlemeye yeltendiği her kolektif eylem bu defa da “salgın” duvarına çarpmaya başladı. Eylem alanlarından, ama bu defa güvenlik görevlilerinin megafonundan, “Salgın nedeniyle yasak” anonsları yükselmeye başladı. Salgın gerekçesiyle kolektif eylemleri engellemenin en son örneklerinden biri de 1 Mayıs mitinglerinin ve etkinliklerinin yasaklanması. Yasağa rağmen 1 Mayıs kutlanabilirdi, ancak pazartesi günü açıklanan kapanma kararıyla birlikte bu olasılık da ortadan kalktı. Tıpkı geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da 1 Mayıs evlerin balkonlarına ve sosyal medyaya hapsedilmiş oldu. 2020 1 Mayıs’ında “balkon kutlamalarına” çağrıların Türkiye’de çok da karşılık bulmadığını maalesef birlikte ve yaşayarak gördük. Balkon seçeneği de elendiğine göre, elimizde sosyal medyadan başka bir şey kalmıyor. İktidarın arayıp da bulamadığı… Bazılarımızın da dünden razı olduğu… Bu yıl da, tıpkı geçen yıl olduğu gibi, işçi sınıfı çalışmaya devam ederken, pandemi nedeniyle işsiz kalanlar iş ve aş derdiyle kıvranırken, orta sınıflar sosyal medyadan “en güzel” 1 Mayıs mesajlarını yayımlar. Konforlu koltuğundan, terasından ya da bahçıvanın özenle düzenlediği bahçesinden… İki yüz seksen karakter sayesinde görevini yerine getirmiş olmanın verdiği huzurla…

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Gabar petrolü sömürüsü: 1 milyon liralık üretime  6 liralık ücret

Gabar petrolü sömürüsü: 1 milyon liralık üretime 6 liralık ücret

Saray iktidarının “Milletimiz zenginleşecek” propagandasını yaptığı Gabar petrolünün arkasında ağır bir işçi sömürüsü var. Günde 12 saat çalışma, taşeronlaştırma, sendikasızlık, yoksulluk sınırının yarısı bile etmeyen ücretler… Öyle ki sadece 12.5 saatlik üretim tüm işçilerin ücretini karşılıyor, geri kalan patronların kasasına akıyor.

Şırnak’ta bir günde çıkarılan petrol, Batman’da çıkarılanın yüzde 87 fazlası.

Serbest piyasada ham petrolün varil fiyatı yaklaşık 75 dolar.

İşçiler iki günde çıkarılan petrol kadar ücret alsaydı aylık ücret 160 bin lira olurdu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et