1 Mayıs, salgın ve sınıf gerçeği
Fotoğraf: Evrensel
Yazı dün yani 1 Mayıs’ta yazıldı. İşçi sınıfı ve emekçilerin birlik, mücadele ve dayanışma gününde. Adına “tam kapanma” denilen bir acayip uygulamanın ikinci gününde, dört duvar arasında ama kulaklarımızda dünyanın o en şahane marşlarından birinin dizeleri çınlarken: “Günlerin bugün getirdiği baskı, zulum ve kandır...”
Dil, din, ırk, ulus farkı gözetmeksizin, tarihin görüp görebileceği en enternasyonal sınıfın hayatımıza kattığı büyük gün... O sınıf ki toplumsal yaşamın yeniden üretilmesinde en kilit rolü oynadığı görmezden gelinir.
Pandemiye karşı tam kapanma’ günlerinde bile işyerlerine, fabrikalara, tezgah başlarına kapatılmış milyonlar, o hayatî rolün ve yaşam hakkını hiçe sayan ceberrut bir düzenin en somut kanıtları oluyor. DİSK’in hesaplamasına göre 16 milyon kişi yani ülke emekçilerinin yüzde 61’i kapanma uygulamasının ‘istisnası’ sayılmakta. Adı yine de ‘tam kapanma’ ya da ‘salgınla mücadele’ oluyor ama. 16 milyonluk bir ‘istisna’, emekçilerin yaşamının yok hükmünde sayılması dışında nasıl mümkün olabilir ki?!
Oluyor işte, 1 yılı aşan salgının başından beri böyle bu. ‘Korona günleri’ diye insanlık tarihine şimdiden geçen bu dönemeçte bazı gerçekler çok daha çarpıcı yaşanıyor. Gizlemek mümkün olmuyor. Kaynakların bölüşümündeki eşitsizliği koruyup yöneterek yaşayabilen kapitalist sistemin gerçeği böylesi dönemlerde çok daha açığa çıkıyor. Türkiye ise bu sistem çarklarının en acımasızca döndürüldüğü halkalardan biri. ‘Çarklar dönsün’ diye salgının çarklarına teslim edilmiş 16 milyon insan... Aşısız üstelik. Şu pandemi döneminde yaptığı açıklamaların toplamı koca bir ‘yalan rüzgarı’ listesi eden ve en sonunda “ikinci doz aşı sağlığa zararlıdır” demesi muhtemel bir bakanın temsilcisi olduğu bir düzen bu. Emekçilere “alın size asgari ücretiniz de bir ay evinizde oturun” mu diyecek, mümkün mü?
Aş yok, aşı yok. Baştaki “pekmez için yakalanmazsınız” türünden hafifsemeler, “Türk geni kuvvetlidir, milletçe bu belayı da yeneceğiz” vb. hamasetler, “hayat eve sığar” türü süslü sloganlar... Hepsi boş. Resmi rakamlarla günde 300-350 kişi boğularak ölüyor.
Hayatı da eve sığdıramıyorsunuz işte. Tezgah başındaki işçinin, atölyedeki emekçinin hayatını ‘eve sığdırmak’ kimin yükümlülüğü? Mesele, zorunlu olarak evden çıkması gerekenlere dair bir şey söylemek olunca, tık yok.
Buradaki sınıfsal duruş o kadar çarpıcı ki... ‘Ekonomik çark dönmeli’ adına milyonlarca insanın salgının pençesine itilmesinin tek nedeni de,
“salgınla mücadele ederken yatırımlardan vazgeçmemek temel görevimizdir” dedirten de aynı sınıfsallık... Yatırım denilen de malum yandaşlara para akıtan dümenin işlemesi oluyor. Örneğin, “milletin anasına küfreden” kodaman İkizdere’nin yeşilini taşa çevirsin de çark dönsün! “Önceleri atalarımız vahşi hayvanlardan korunmak için ağaçların üzerine çıkarlardı. Şimdi biz ağaçlarımızı korumak için üzerlerine çıkıyoruz. Hayat ne garip değil mi?” diye soruyor, bir İkizdere direnişçisi. Gözü dönmüş sermayenin kepçesine, dozerine karşı korumak istediği ağacın üzerine çıkmış nöbet tutarken...
Ağaçların, doğanın korunmasını da pandemiyi de pandemiyle mücadeleyi de sınıfsallaştıran aynı sınıfsal yarılmadır. Herkesi kapsayan sosyal ve ekonomik destekli genel bir karantinadan uzak durulmasının nedeni de aynıdır.
Bu ölüm kalım koşullarında bile görece 'sosyal' olmaya meyil edilmemektedir. Böylesine keskinleşmiştir yarılma. İnsanlara ha bire ‘sosyal mesafe’ önerilirken, araya konulmuş ‘sınıfsal mesafe’ o kadar çarpıcıdır ki. “Korona herkesi vurur, torpil geçmez, hepimiz aynı gemideyiz...” laflarının hiçbir hükmü kalmamıştır. Evet, virüs mikroskop altında gerçekten de ‘adil’dir. Ama insana bulaşıp bir nevi ‘sosyalleşince’, söz konusu sınıfsal yarılmanın özelliklerini o da üstlenir. Korona’nın sınıfsallığı, onunla mücadelede ortaya çıkar. İzolasyon koşullarında, tedavi imkanlarında eşitlik yoktur.
Virüs değil, sosyal-siyasal-ekonomik düzen demokratik değil.
Mesele budur. Demokratik, eşitlikçi bir düzenin kurulmasıdır.
Nasıl? Uzun analizlere gerek yok. Ölümcül salgın karşısında bile yok hükmünde sayılanların toplumsal hayatın kilidi olduklarını anlamaları, güçlerinin farkına varmaları, sermaye ve iktidarlarının salgın koşullarında da bir an bile unutmadıkları sınıfsallıktan kendi paylarına düşen ‘kendileri için’ siyasete atılmaları...
Velhasıl, 1 Mayıs marşındaki umudumuzu koruyalım:
Gün gelir gün gelir zorbalar kalmaz giderDevrimin şanlı yolunda bir kağıt gibi erir gider...
- 1 Mayıs, 10 Not 05 Mayıs 2024 04:46
- İstanbul seçimi, sazan sarmalı ve Zana’nın trajedisi! 29 Mart 2024 19:51
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- ‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi? 09 Nisan 2023 04:56
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16