02 Mayıs 2021 00:59

1 Mayıs, salgın ve sınıf gerçeği

Bursa 1 Mayıs kutlaması

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Yazı dün yani 1 Mayıs’ta yazıldı. İşçi sınıfı ve emekçilerin birlik, mücadele ve dayanışma gününde. Adına “tam kapanma” denilen bir acayip uygulamanın ikinci gününde, dört duvar arasında ama kulaklarımızda dünyanın o en şahane marşlarından birinin dizeleri çınlarken: “Günlerin bugün getirdiği baskı, zulum ve kandır...”

Dil, din, ırk, ulus farkı gözetmeksizin, tarihin görüp görebileceği en enternasyonal sınıfın hayatımıza kattığı büyük gün... O sınıf ki toplumsal yaşamın yeniden üretilmesinde en kilit rolü oynadığı görmezden gelinir.

Pandemiye karşı tam kapanma’ günlerinde bile işyerlerine, fabrikalara, tezgah başlarına kapatılmış milyonlar, o hayatî rolün ve yaşam hakkını hiçe sayan ceberrut bir düzenin en somut kanıtları oluyor. DİSK’in hesaplamasına göre 16 milyon kişi yani ülke emekçilerinin yüzde 61’i kapanma uygulamasının ‘istisnası’ sayılmakta. Adı yine de ‘tam kapanma’ ya da ‘salgınla mücadele’ oluyor ama. 16 milyonluk bir ‘istisna’, emekçilerin yaşamının yok hükmünde sayılması dışında nasıl mümkün olabilir ki?!

Oluyor işte, 1 yılı aşan salgının başından beri böyle bu.  ‘Korona günleri’ diye insanlık tarihine şimdiden geçen bu dönemeçte bazı gerçekler çok daha çarpıcı yaşanıyor. Gizlemek mümkün olmuyor. Kaynakların bölüşümündeki eşitsizliği koruyup yöneterek yaşayabilen kapitalist sistemin gerçeği böylesi dönemlerde çok daha açığa çıkıyor. Türkiye ise bu sistem çarklarının en acımasızca döndürüldüğü halkalardan biri. ‘Çarklar dönsün’ diye salgının çarklarına teslim edilmiş 16 milyon insan... Aşısız üstelik. Şu pandemi döneminde yaptığı açıklamaların toplamı koca bir ‘yalan rüzgarı’ listesi eden ve en sonunda “ikinci doz aşı sağlığa zararlıdır” demesi muhtemel bir bakanın temsilcisi olduğu bir düzen bu. Emekçilere “alın size asgari ücretiniz de bir ay evinizde oturun” mu diyecek, mümkün mü?

Aş yok, aşı yok. Baştaki “pekmez için yakalanmazsınız” türünden hafifsemeler, “Türk geni kuvvetlidir, milletçe bu belayı da yeneceğiz” vb. hamasetler, “hayat eve sığar” türü süslü sloganlar... Hepsi boş. Resmi rakamlarla günde 300-350 kişi boğularak ölüyor.

Hayatı da eve sığdıramıyorsunuz işte. Tezgah başındaki işçinin, atölyedeki emekçinin hayatını ‘eve sığdırmak’ kimin yükümlülüğü? Mesele, zorunlu olarak evden çıkması gerekenlere dair bir şey söylemek olunca, tık yok.

Buradaki sınıfsal duruş o kadar çarpıcı ki... ‘Ekonomik çark dönmeli’ adına milyonlarca insanın salgının pençesine itilmesinin tek nedeni de,

salgınla mücadele ederken yatırımlardan vazgeçmemek temel görevimizdir” dedirten de aynı sınıfsallık... Yatırım denilen de malum yandaşlara para akıtan dümenin işlemesi oluyor. Örneğin, “milletin anasına küfreden” kodaman İkizdere’nin yeşilini taşa çevirsin de çark dönsün! “Önceleri atalarımız vahşi hayvanlardan korunmak için ağaçların üzerine çıkarlardı. Şimdi biz ağaçlarımızı korumak için üzerlerine çıkıyoruz. Hayat ne garip değil mi?​” diye soruyor, bir İkizdere direnişçisi. Gözü dönmüş sermayenin kepçesine, dozerine karşı korumak istediği ağacın üzerine çıkmış nöbet tutarken...

Ağaçların, doğanın korunmasını da pandemiyi de pandemiyle mücadeleyi de sınıfsallaştıran aynı sınıfsal yarılmadır. Herkesi kapsayan sosyal ve ekonomik destekli genel bir karantinadan uzak durulmasının nedeni de aynıdır.

Bu ölüm kalım koşullarında bile görece 'sosyal' olmaya meyil edilmemektedir. Böylesine keskinleşmiştir yarılma. İnsanlara ha bire ‘sosyal mesafe’ önerilirken, araya konulmuş ‘sınıfsal mesafe’ o kadar çarpıcıdır ki. “Korona herkesi vurur, torpil geçmez, hepimiz aynı gemideyiz...” laflarının hiçbir hükmü kalmamıştır. Evet, virüs mikroskop altında gerçekten de ‘adil’dir. Ama insana bulaşıp bir nevi ‘sosyalleşince’, söz konusu sınıfsal yarılmanın özelliklerini o da üstlenir. Korona’nın sınıfsallığı, onunla mücadelede ortaya çıkar. İzolasyon koşullarında, tedavi imkanlarında eşitlik yoktur.

Virüs değil, sosyal-siyasal-ekonomik düzen demokratik değil.

Mesele budur. Demokratik, eşitlikçi bir düzenin kurulmasıdır.

Nasıl? Uzun analizlere gerek yok. Ölümcül salgın karşısında bile yok hükmünde sayılanların toplumsal hayatın kilidi olduklarını anlamaları, güçlerinin farkına varmaları, sermaye ve iktidarlarının salgın koşullarında da bir an bile unutmadıkları sınıfsallıktan kendi paylarına düşen ‘kendileri için’ siyasete atılmaları... 

Velhasıl, 1 Mayıs marşındaki umudumuzu koruyalım:

Gün gelir gün gelir zorbalar kalmaz giderDevrimin şanlı yolunda bir kağıt gibi erir gider...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa