Sınıf atlamak isterken düşmek (1); ava gelmek, avlanmak
Görsel: Gecelerin Ötesi filminden ekran alıntısı
Öncelikle bildiğim kadarıyla “Ava gelmek” diye bir kullanım yok dilimizde. Ama tersi bir durum için tersi (Ava gitmek) kullanılıyorsa böyle bir kullanım da olabilir diye düşündüm. Dil bilimcilerin olumlu ya da olumsuz yorumlarına açık olarak bir katkı ya da önerim olarak düşünülebilir. Avlanmak gibi ava gelmek de isteyenin, benimseyenlerin kullanabileceği bir öneri; ava gidenin avlayanın, avcının karşısındaki; ava gelen, tuzağa gelen, ava gidene, avcıya, ayağıyla gelen…
Daha önce birçok kez sınıf atlama meselesi üzerine ve bu durumun sinemaya yansımasına değinmiş, bu konuyu işleyen filmlere yer vermiştik. Sınıf atlama düşlerinin göçle doğrudan ilgili olduğunu, göç olgusunu oluşturup yoğunlaştırdığını, 1950’lerden bu yana aralıksız sürmesine yol açtığını hayatın içinden, filmlerden örneklerle ve yazmış göç filmlerini yazarken sınıf atlama düşleriyle yaşanan trajik sonlardan da söz etmiştik.
“Demokrasi ve ekonomide Türkiye’ye sınıf atlattık” diyenlerin ülkesinde Menderes iktidarıyla başlayıp, Demirel, (12 Eylül darbecileri), Özal, Çiller, Erdoğan gibi neoliberal iktidarlarla sürdürülen toplumu dönüştürme, yeniden yapılandırma süreci ’80’lerden bu yana içinde yaşadığımız küresel sistemde tamamlandı, başarıldı.
Her mahallede milyoner yaratmak, ülkeyi ‘Küçük Amerika’ yapmak vaatleriyle Demokrat Parti iktidarının uyguladığı ekonomik politikalar da Demirel’li, Özal’lı, Erdoğan’lı yıllarda uygulanan politikalar da ülkeyi ekonomik darboğaza sürükledi hep, Yoksul daha yoksul, zengin daha zengin oldu.
Demokrat Partinin Menderes iktidarıyla başlayan ‘çarpık kapitalistleşme’ sürecinde toplumun genetiğiyle ve algılarıyla da oynanmaya başlandı. Her mahallede milyoner yaratma söylemleriyle sınıf atlama düşleri körüklenirken, başarıya giden yolda her yol mübah anlayışı yaygınlaştırıldı. Sonuçta gemisini kurtaran kaptandı ve her koyun kendi bacağından asılıyordu. 12 Eylül ve sonrasında çok daha bilinçli toplum mühendislikleriyle gerçekleştirilen durumun ilk tohumları böylece atılmış oluyordu. Toplumsal hayatta yaşananlar sinemaya da yansır, filmlere aktarılır.
GECELERİN ÖTESİ: KISA YOLDAN ZENGİN OLMAK
Yaşanan toplumsal/bireysel dönüşümü, kışkırtılan kısa yoldan zengin olma, sınıf atlama düşlerini, yalın gerçekçi bir dille anlatan, (Aynı zamanda toplumsal gerçekçi filmlerin ilk örneği de sayılan) Metin Erksan’ın yönettiği 1960 yapımı ‘Gecelerin Ötesi’, önemli bir filmdir.
Filmde ideallerini gerçekleştirebilmek için ‘çete’leşen altı gencin öyküsü anlatılır. Farklı düşleri olan bu insanlar, ‘Kısa yoldan köşeyi dönme’ tohumlarının atıldığı, her mahallede bir milyoner yaratma söylemlerinin insanları etkilemeye başladığı günlerde, kendilerine mutluluk getireceğine inandıkları, sahip olmak istedikleri parayı ‘çete’ kurup soygunlar yaparak elde etmeye çalışırlar. Kısa yoldan ‘Köşeyi dönme’ düşlerinin nelere yol açabileceğini, insanların hayatın gerçekleri karşısındaki bu tür seçimlerinin, tutunma yöntemlerinin yarattığı dramları yalın bir dille, sahici biçimde anlatır ‘Gecelerin Ötesi’
Büyük kentlerde başlatılan sanayileşme adımları, yeni iş alanları oluştururken ‘taşı toprağı altın şehir’ yanılsaması yaratır. Bu büyüye kapılan ağa zulmünden, açlıktan, yoksulluktan yılmış kır yoksulları, sonradan kent yoksullarına ve oralarda ‘öteki’ne dönüşüp dışlanacakları büyük kentlere göç etmeye başlar. Oluşan bu göç dalgası da büyük altüst oluşlara, toplumsal dönüşümlere yol açacaktır.
Zengin olmak, lüks bir hayata kavuşmak, kentin iş olanaklarından ve nimetlerinden yararlanmak isteğiyle “taşı toprağı altın” olan İstanbul’a göç; 1950’li yıllarda başlar, 1960’lı yıllarda hız kazanır ve 1980’li yıllarda en yüksek oranlara ulaşır.
İstanbul, 70 yıldır Anadolu’nun her yanından gelen göçmenler için adeta bir sığınma yeri haline gelir ama bu durum İstanbul’un, birçok sorunla boğuşan bir şehir olmasına neden olur. Göçün büyük şehirlere yönelmesi, şehirlerin nüfusunun hızla artmasına yol açar.
TUTUNAMAYAN GURBET KUŞLARI
İlk göç filmimiz ‘Gurbet Kuşları’nda (1964) memleketinde işleri bozulan Maraşlı bir aile taşı toprağı altın şehir İstanbul’a göç eder. Hayalleri, altın şehrin imkanlarından yararlanmak, zenginliğine ortak olmaktır. Aile, İstanbul’a gelişin kapısı olan Haydarpaşa Garı’nda trenden indiğinde, baba Tahir Efendi, “Allah’ın izniyle şah olacağız İstanbul’a, şah!” der. Fakat bu hayalin gerçekleşebilmesi hiç de kolay değildir. Çünkü büyük kentte “İş bilenin, kılıç kuşananındır”. Maraşlı aile, altın kentin ekonomik düzenine, farklı hayat biçimine, ahlak anlayışına ayak uyduramaz, tutunamaz. İnsan yutan kentin içinde çözülmeye başlar, parçalanır, ‘şah olma’ya geldikleri kente yenik düşerler.
1950’li, 1960’lı yıllarda ‘altın çağı’nı yaşayan kentte, göçle hızla kent yoksulları oluşur. Kentin merkezi, oluşan yeni gecekondu mahalleleriyle çevreye doğru yayılır yıllar içinde. Kentin yeni konukları, başka bir söyleyişle, kentin yeni sahipleri tutunabilmek için hızlı ve acımasız bir hayat mücadelesine girişirler. Büyük kentte tutunabilmek, başka işlerde doyuramadıkları karınlarını doyurmak, bakmakla yükümlü oldukları evlerine ekmek parası götürebilmektir bütün amaçları. Onların payına düşense hep zor işlerdir.
Nevzat Pesen’in yönettiği ‘Hızlı Yaşayanlar’ filminde, gazetelerin taşraya, okura hızla ulaştırılmaya çalışıldığı günlerde yaşanan rekabet anlatılır; İstanbul’da yayımlanan gazeteleri başka kentlere, taşraya taşıyan kamyonların şoförlerinin ölümle burun buruna geçen hızlı yaşamaları, ölümüne yarışmaları...
Bir yandan sistemin körüklediği her koyun kendi bacağından asılır ve gemisini kurtaran kaptan anlayışı yaygınlaştırılır, toplumun genleriyle oynanarak insanlar çıkarcı, bencil bireylere dönüştürülür, bir yandan da amaca giden yolda her yolun mübah olduğu anlayışıyla sınıf atlama düşleri körüklenir.
Haftaya; Sınıf atlamak isterken düşmek (2)
- Düşen yapraklar (1) 27 Mart 2024 04:15
- Nihat Ziyalan: Yılmaz Güney’in kan kardeşi, filmlerin kötü, gönlümüzün ve edebiyatın iyi insanı (2) 13 Mart 2024 04:20
- Nihat Ziyalan: Yılmaz Güney’in kan kardeşi, filmlerin kötü, gönlümüzün ve edebiyatın iyi insanı (1) 06 Mart 2024 04:15
- Bilal İnci: Zalim, gaddar, acımasız kötü adam 28 Şubat 2024 04:20
- Geleneksel Türk tiyatrosunun son temsilcisi: İsmail Dümbüllü 21 Şubat 2024 04:00
- Atatürk, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi ve Münir Hayri Egeli (3) 14 Şubat 2024 04:15
- Atatürk, “Ben Bir İnkılap Çocuğuyum” filmi ve Münir Hayri Egeli (2) 09 Şubat 2024 04:20
- Atatürk, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi ve Münir Hayri Egeli (1) 04 Şubat 2024 04:35
- Jönlükten kötü adamlığa bir sinema sevdalısı: Hüseyin Peyda 28 Ocak 2024 04:33
- Şerafettin Kaya: Ben İyi Biri Olmadan Önce 21 Ocak 2024 05:10
- Yeşilçam’ın Çınarları (6): Vedat Örfi Bengü: ‘Mısır’da sinemayı kuran Türk’ 14 Ocak 2024 04:43
- Yeşilçam’ın Çınarları (4): Aziz Basmacı, Vahi Öz 07 Ocak 2024 04:04