Gülme sırası kimde? Baydur ve Biden’ın düşündürdükleri
Joe Biden | Fotoğraf: DHA
“Bugüne kadar hep onlar [işçiler] güldü, artık gülme sırası bizde!”
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Refik Baydur, 1980 yılında bu kelimeleri zikrettiğinde, sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın girdiği yeni yolu anlatıyordu.
Düzinelerce insanın asılması… On binlerin hapislerden, işkenceden, sürgünden geçmesiyle sonuçlanan 24 Ocak/12 Eylül dönemeci, malum çevrelerde kahkahalar ile alkışlanmıştı.
Baydurgillerin mutluluğu, küresel çapta bir yıkımdı aslında. Pinochet, Reagan, Thatcher ve benzerlerinin izlediği, “neoliberal” olarak bilinen siyasetler ne getirdi dünyaya?
Sonuç sadece düşük ücretler, güvencesiz işler değildi … İklim felaketi derinleşti. İnsanlar yalnızlaştı. Arkadaşlıklar, aşklar bile piyasa mantığının süzgecinden geçmeye başladı.
Galiba bu karanlık tünelin sonuna geliyoruz… En azından dünya liderlerinden gelen sinyaller böyle.
Her adımda, “Çok sola kaydı, artık daha ileri gitmez” derken, 100. gün konuşmasında izleyenleri yine ofsayta düşürdü Biden. Zenginlere öncelik veren iktisadi modelin toptan iflasını ilan etti.
Buna Amerika’da “Yukarıdan aşağıya damlama ekonomisi” diyorlar. Kendisi de bu modelin baş mimarlarından.
Biden’ın sözleri, Baydur’u hatırlattı… Gülümsedim.
Henüz “Gülme sırası halkta” demesem de… Ufak bir gülümseme için çok da erken değil.
Tabii Biden’dan en iyi ihtimalle sosyal demokrat çıkar. Biliyoruz ki sosyal demokrasi, işçi sınıfının ve halkın sorunlarına bir çözüm değil. Benzeri rejimlerin Batı dünyasına ne getirdiğine kısaca bakalım.
İngiltere’de aşırı militan sendikacılık, 1970’lerin sonlarına kadar çok büyük kazanımlar elde etmiş, ama sendikalı olmayan halk kesimlerini de yabancılaştırmıştı. Lenin’in ekonomizm dediği hastalığın militan bir versiyonu idi bu. Siyaset ve kültür körü bir ekonomik örgütlülük. Thatcher, sendikaların yabancılaştırdığı halk kesimlerinin sırtında iktidara gelip, sonra onları şirketlere kurban etti.
Amerika’da durum daha da beterdi. Benzer bir sendikacılık anlayışı, beyazlara ve ülkenin kuzeyine refah ve mutluluk getirirken, azınlıkların çalışma koşullarına neredeyse hiç dokunmadı. Ülkenin güneyinde, her türlü refah uygulamasının düşmanı, ırkçı bir blok, serveti ve gücü tekelinde tuttu.
İki ülkede de... Ayrıcalıklı işçilere medeni bir hayat getiren sendika ve partiler, kapitalist sistemin temel özelliklerini sorgulayan toplumsal hareketleri körelttiler. Ancak, toplum desteğinden mahrum sendikalar, yeri gelince sermayedarlara gayet kolay lokma oldu.
Diğer Batı ülkelerinde tablo farklı değil... Şimdi yüzünü tekrar sendikalara dönmeye çalışan “solcu” düzen partileri bile, 1980’den itibaren, ayrıcalıklı işçileri dahi vahşi kapitalizme yedirdiler.
Yani… sosyal demokrat politikalar işçi sınıfının bir kısmı için kısa vadede rahatlama anlamına geliyor... Uzun vadede ise ölümcül bir tuzak.
Biden gerçekten de Batı dünyasını “Baydurgil” piyasacılıktan uzaklaştırsa bile, nihai kurtuluşun öncüsü olamaz.
Bir de madalyonun öbür yüzü var. Neoliberalizmin bitişi, dünyanın birçok yerinde devlet kapitalizminin yükselişi ile atbaşı gidiyor: Çin, yer yer Rusya, ve onları kısmen takip eden Türkiye.
Bu durum şaşırtıcı değil aslında. Batı’da 1830’lardan 1920’lere kadar uygulanan serbest piyasacı uygulamaların sonu geldiğinde de merkez-sol ve devrimci sol alternatifler kadar, radikal sağ düzenler de çıkmıştı sahneye. Şimdi bu senaryonun tekrarını yaşıyoruz. En büyük fark sosyalist bir odağın yokluğu.
“O zaman niye umutlanıyorsun” diyeceksiniz. Cevap basit. Neoliberal dönemde, sosyalistlerin kitle örgütlenmesinin önündeki hemen hemen tüm yollar tıkanmıştı. Sadece cebirle değil, yapısal ve ideolojik dönüşümlerle. Örneğin iş hayatı, örgütlenmeyi neredeyse imkansız kılacak şekilde yeniden düzenlendi. İdeolojik düzlemde ise... birçok akım, ufkunu kimlik siyasetleriyle sınırlamaya başladı.
Şimdi kapanan yollar yavaş yavaş açılıyor. Artık mesele bizim bunları nasıl kullanacağımız.
Hülasa, boş bir kutlamanın hiç yeri değil ama... Büyük mücadelelere hazırlanmanın vaktidir.
***
24 Ocak/12 Eylül günlerini özleyen yok... fakat vatan onların gayrimeşru çocuklarının pençesinde... Diğer taraftan, tüm dünya bir virüse esir düşmüş... Dünya kapitalizminin ekolojik dengeyi altüst etmesinin bedelini, hasta düşerek ya da evlerimize kapatılarak ödüyoruz.
Daha on yıllarca neoliberal yıkımın artçı etkileriyle uğraşacağımızı bile bile… Bu yangını durduracağımıza, bu düzeni yıkacağımıza dair inancımı yitirmiyorum.
Kemal Burkay’ın dizelerini günümüze taşımakta fayda var…
Eğer stratejik olarak “yenilenir”… kıyısında durduğumuz dönüşüme cevaben doğru adımları atarsak…
İşçiler iyi, çevre dostu koşullarda çalışır.
İklim değişir, Akdeniz olur.
Anlıyorum... Henüz kitlelerle kucaklaşmış bir örgütlülüğümüz bile yok... Yine de diyorum ki...
Hadi gülümse.
- Trump’ın ilk yenilgisi 04 Ocak 2025 06:20
- Göçmen karşıtı göçmenler 21 Aralık 2024 04:29
- Türk sağının Trump coşkusu 07 Aralık 2024 04:55
- Batı solunun açmazı 23 Kasım 2024 04:33
- İşçi sınıfına ihanetin bedeli 09 Kasım 2024 04:16
- Amerikan seçimlerini aşırı sağ kazandı 03 Kasım 2024 04:35
- Filistin, iklim değişikliği ve seçim olmayan seçim 26 Ekim 2024 04:45
- Amerikan aşırı sağı ne kadar örgütlü, ne kadar tehlikeli? 12 Ekim 2024 04:16
- "Kamyoncular", işçi sınıfı ve Amerikan seçimleri 28 Eylül 2024 05:10
- Türk-İslam tahakkümünün ve Netanyahu terörünün ortak kökenleri 14 Eylül 2024 04:51
- Dünyanın sonu mu geliyor? 31 Ağustos 2024 04:10
- Kamala Harris neyi değiştirecek? 17 Ağustos 2024 05:06