10 Mayıs 2021 00:10

Tenekekentliler

Blikkiesdorp

Fotoğraf: Frombelow/Wikimedia Commons (CC BY-SA 3.0)

Paylaş

2010 Dünya Kupası yaklaşırken Cape Town’un çeperinde yeni bir yerleşim birimi filizleniyordu. Dünya Kupası Güney Afrika’ya yatırım, refah getirecekti; yeni iş imkanları doğacaktı, işsizler iş bulacaktı, turizm patlayacaktı. Bu filizler de yukarıdaki vaatlere uygun bir “mutlukent”in habercileri olsa gerekti. Öyle değil mi?

Resmi adı Blikkiesdorp olan ve sayıları sürekli artan binlerce kişiye ev sahipliği yapan kentin gayriresmi adı “Tenekekent”ti. Tenekekent, çinko levhalardan mürekkep bir örnek binlerce tek odalı barakadan oluşuyordu. Dikenli tellerle çevrilmişti, kent merkezine 30 kilometre uzaklıktaydı. İşsizlik normdu ya iş bulanın da her gün onca yolu tepecek gücü yoktu. Ortak tuvaletler, duşlar rezil haldeydi. Polis şiddeti had safhadaydı, akşamları dışarıda gezmek yasaktı. Mahalle, aynı dönemde Güney Afrikalı Yönetmen Neill Blomkamp’ın elinden çıkan distopik bilim kurgu District 9 filmindeki zavallı uzaylıların yaşadığı yere korkutucu şekilde benziyordu. Film bu özelliğiyle, “distopya” denilen şeyin ne kadar yakında, güncel ve gerçek olduğunu ortaya koyuyordu.

2008’de inşa edilen Blikkiesdorp, Cape Town kentinin yöneticilerine göre dar gelirlilere barınma imkanı sağlayan bir sosyal projeydi. Gerçekse bambaşkaydı. Dünya Kupası ülkeyi yönetenlere bir olağanüstü hal gücü vermişti ve bu sayede kent merkezinde rantı yüksek  araziler üzerinde kurulu emekçi mahalleleri daha az tepkiyle soylulaştırılabilecekti. Yine kent merkezindeki pansiyonlarda ya da sokaklarda yaşayan ve Dünya Kupası geldiğinde turistlere Güney Afrika’nın gerçek yüzünü göstermesinden endişe edilen kent yoksulları da kaybolmalıydı. Blikkiesdorp, “çöp” olarak görülen tüm bu insanların toplanıp boşaltılacağı bir toplama kampıydı. Yetkililer, havalimanından kent merkezine ve Dünya Kupası tesislerine kadar yani turist güzergahı boyunca temiz bir Güney Afrika tablosu çizmek istiyordu, bunun karşılığında kendi yurttaşlarına çektirdiği eziyet teferruattı. Herhalde yoksullar için de bir “vatandaşlık görevi”ydi.

Bu, Güney Afrika’ya özgü bir şey değil, pek çok yerde tekrar eden bir model. Sermaye politikalarının bir uzantısı, kolaylaştırıcısı olarak işlev gören Olimpiyatlar ve Dünya Kupası gibi mega organizasyonların neredeyse doğal bir sonucu.

1996 Atlanta Olimpiyatları öncesi ortalıkta görünmesi istenmeyen evsizlerin eline tek yönlü otobüs biletleri tutuşturan da 1984 Los Angeles Olimpiyatları bahanesiyle “çetelere savaş” adı altında emekçi mahallelerini zapturapt altına aldıran da aynı akıl. Mike Davis 1984 Los Angeles öncesi yürürlüğe konan politikayı şöyle özetliyordu: “Son olimpiyatlar sırasında ve ’80’lerde yapılan şey Los Angeles Uluslararası Havalimanından itibaren arabanızla güzel mahallelerden geçeceğiniz ve yolun hemen karşısındaki yoksulluğun farkına varmayacağınız ‘güzellik şeridi’ yaratmaktı.”

Türkiye’nin büyük oranda turizm sezonuna odaklı aktüel kovid-19 politikaları, absürt tedbirleri ve yasakları sermaye için gayet kârlı gözüken pandemi statükosunu sürdürüp, kamu sağlığını, konforunu, mutluluğunu hiçbir şekilde öncelememeye devam ediyor. Bu yönüyle kovid-19’un, bir nevi olağanüstü hâl yaratıcı özelliğiyle Olimpiyatlar-Dünya Kupası etkisine sahip olması da hepimizin Blikkiesdorp’a yani bir toplama kampına tıkılan, “vatandaşlık görevi” olarak sömürülen, eziyet çeken, ölen Tenekekentlilere çevrilmiş olmamız da şaşırtıcı değil. “Distopya” her zaman olduğu gibi güncel ve gerçek.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa