Erdoğan iktidarı bölgede sıkıştıkça ‘normalleşiyor’!
Recep Tayyip Erdoğan | Fotoğraf: DHA
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mısır Lideri Sisi için “Böyle biriyle asla görüşmem” diyordu. Geçen hafta Dışişleri Bakan Yardımcısı Sedat Önal’ın başkanlık ettiği bir heyet Mısır ile görüşmeler yapmak için Kahire’ye gitti.
Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) Ortadoğu’daki en büyük düşmanımız, Ortadoğu’nun en karanlık devleti diyorlardı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 22 Nisan’da BAE Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed El Nahyan’la telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Açıklama, “Telefon görüşmesinin ramazan ayını tebrik için yapıldığı”ydı.
Geçen hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ortadoğu’daki diğer hasmımız S. Arabistan Kralı Selman’la bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Açıklama, “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kadir Gecesi ve yaklaşmakta olan Ramazan Bayramı dolayısıyla Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz’e tebriklerini iletti” biçimindeydi.
İş hamaset yapmaya gelince Cumhurbaşkanı Erdoğan her fırsatta İsrail’in “terörist devlet” olduğunu söylüyor ama gel gör ki bu hamaset Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun haziran ayında yapılacak Antalya Diplomasi Forumuna İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz’i davet ederek İsrail’le ‘Normalleşme’ yönünde yeni bir adım atmasının önüne geçmeye yetmiyor.
Giden heyetler…edilen tebrikler…yapılan davetler…
Peki, ne oldu da Erdoğan iktidarı selamı sabahı kestiği rejimlere sıcak mesajlar göndermeye başladı?
Açıklamalarda sıkça lafı edilen “tarihsel ilişkiler”, “kültürel yakınlıklar” neden şimdi hatırlanır oldu?
İktidarın sözcülerine ve medyadaki kalemşorlarına bakılırsa bölge ülkeleriyle ‘Normalleşme’ yönünde atılan bu adımlar “Türkiye’ye yönelik kuşatmayı yarmayı amaçlayan yeni bir akıl hareketi”ymiş!
O zaman iktidar ve sözcülerine sormak lazım: Bu ülkelerle görüşmenin önünde bir engel yoktuysa şimdiye kadar aklınız neredeydi?
İşin aslı şudur: Tek adam iktidarı bölgede giderek sıkıştığı için kendine yeni manevra alanları yaratabilecek adımlar atmaya, alanlar açmaya çalışıyor.
Yani “akıl hareketi” olarak pazarlanmaya çalışılan bu ‘Normalleşme’ politikası, aslında bölgede siyasi ve askeri bakımdan sıkışmanın dayattığı adımlardan başka bir şey değil. İhvan’ın hamisi Erdoğan’ı, Mısır’ın İhvancı Cumhurbaşkanı Mursi’yi askeri darbe ile deviren Sisi ile görüşme noktasına getiren budur. Başka bir deyişle sıkıştıkça ‘Normalleşiyorlar’!
Oysa bugün ‘Normalleşme’den söz edenler zamanında ‘değerli yalnızlık’tan dem vuruyor; Türkiye’nin Ortadoğu’da doğruları tek başına savunduğunu iddia ediyorlardı.
‘Değerli yalnızlık’, Erdoğan iktidarının Libya’da ve müdahalenin öncülüğüne soyunduğu Suriye’de ABD ve desteklediği güçlerle karşı karşıya gelmeye başlamasının bir sonucuydu. ABD ve batılı emperyalistlerin kendi bölge politikaları (enerji kaynakları ve geçiş yolları) için bir tehdit olarak gördükleri IŞİD ile mücadele sürecinde Kürtlerle iş birliği noktasına gelmesi, İsrail’in güvenliği ve bölge politikaları bakımından güvenli bulunmayan Mursi’yi deviren Sisi’yi desteklemeleri, Musul operasyonu sürecinde Türkiye ve desteklediği Sünni grupları dışlamaları gibi adımlar Kürtleri tehdit olarak gören ve kendi bölgesel çıkarları için İhvan ve cihatçı gruplarla iş birliğini sürdüren Erdoğan iktidarıyla karşı karşıya gelmelerine yol açıyordu.
Bu yüzden bölgesel liderlik iddiasıyla iş birliği yapıp birlikte yola çıktığı Batılı emperyalistlerle karşı karşıya gelmeyi ‘değerli yalnızlık’ adı altında “Onurlu ve mazlum halklardan yana bir politik duruş” olarak pazarlamaya çalışan Erdoğan iktidarı, çok geçmeden dümeni bu kez ABD’nin rakipleri Rusya ve Çin’e doğru kırmıştı.
Erdoğan iktidarının ‘Normalleşme’ adımları olarak tanımladığı girişimlerin gerçek nedenini anlamak için bölgede olup bitenlere kısaca bakmak gerekiyor.
Öncelikle Trump döneminden başlayarak ABD’nin teşvikiyle körfezdeki Arap ülkeleri ve İsrail arasında ilişki ve iş birliği yönünde adımlar atılmıştı.
Aynı süreçte 2017’de Katar’a abluka uygulama kararını alan S. Arabistan, BAE, Mısır ve Bahreyn, 2021’in ilk günlerinde bu ablukayı kaldırdılar.
ABD’nin Çin’i önceleme stratejisi kapsamında Ortadoğu’daki sorunlarını hafifletme amacıyla Biden’ın İran’la yeni bir nükleer iş birliği anlaşması imzalayabileceği konuşuluyor. Tam bu noktada S. Arabistan ile İran arasında Irak Başbakanı Kazımi’nin ara buluculuğunda yapılan görüşmelere ve yine S. Arabistan İstihbarat Şefi Halid el Humeydan’ın geçtiğimiz günlerde Şam’da Esad ve Suriye İstihbarat Şefi Ali Memlük ile yaptığı görüşmelere dikkat çekmek gerekiyor.
Arap ülkeleri Esad’ı yeniden tanımaya ve Arap Birliği, Suriye’yi yeniden birliğe dahil etmeye hazırlanıyor. Öte yandan S. Arabistan ve BAE’nin İhvan’a karşı ve Doğu Akdeniz politikası konusunda Mısır’ı destekledikleri ve Libya’da ise, bu üç ülkenin Türkiye’nin desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümetinin karşısında Hafter’in Libya Ulusal Ordusu güçlerini destekledikleri biliniyor. Dahası bu ülkeler (İsrail de dahil) Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları ve enerji geçiş yolları konusunda Yunanistan, Güney Kıbrıs ve Fransa ile ortak anlaşmalar yapıyor. Bu durum AB’nin yaptırım tehdidi ile karşı karşıya bulunan Erdoğan iktidarını oldukça sıkıştırıyor.
Bu tabloya bugün iş birliği sürdürülen Rusya ile biriken sorunları da eklemek gerekiyor. İdlib krizi kapıda. Erdoğan iktidarının Ukrayna ve Kırım sorununda ve yine Karadeniz’in güvenliği bakımından stratejik önem taşıyan Montrö Sözleşmesi konusunda takındığı tutum Rusya’yı fazlasıyla rahatsız ediyor.
Yaşanan gelişmelerin Erdoğan iktidarının emperyalistler ve bölge gericilikleri arasındaki çelişkileri kullanarak kendine hareket alanı yaratma koşullarını daraltması, yeni hamleleri zorunlu hale getiriyor.
O yüzden ülkedeki tek adam iktidarının ‘Normalleşme’den anladığı bölgedeki sorunların barışçıl yöntemlerle çözümünü savunmak değil; ülkedeki tekelci burjuva gericiliğin çıkarları temelinde bölgedeki paylaşım mücadelesinin içinde kalabilmek için yeni adımlar atmak, manevralar yapmaktan ibarettir.
Onlar bu politikanın adına “milli çıkar” diyeceklerdir ama biz bu “milli çıkar”ın Rize köylüsünün değil, Cengiz Holdingin, iktidarın kader birliği yaptığı tekellerin çıkarı olduğunu çok iyi biliyoruz.
Gerçek anlamda bir ‘Normalleşme’ için İdlib’de cihatçı gruplarla sürdürülen iş birliğine son verilmesi, Suriye topraklarından çekilerek Suriye yönetimiyle diyalog kanallarının açılması, Suriye Kürtlerini tehdit olarak gören politikanın terk edilmesi, Irak’ta yeni askeri üsler peşinde koşmak yerine artık bölgesel bir sorun haline gelen Kürt sorununun barış ve diyalog yöntemleriyle çözümü yönünde adım atılması, Libya’daki cihatçı militanların geri çekilerek ülke ve bölge için tehdit olan bu grupların tasfiye edilmesi gerekir.
Ancak bugün gerçek anlamda bir normalleşmenin önündeki en büyük engel, tekelci burjuva gericiliğin çıkarları için bölgede yayılmacı emeller peşinde koşan ve ülke içinde baskı politikalarına sarılan Erdoğan iktidarının kendisidir.
- Ankara'da Rojava pazarlığı 13 Aralık 2024 10:10
- Esad rejimi sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu ne bekliyor? 10 Aralık 2024 05:30
- Adı konulmamış ‘süreç’te Rojava çıkmazı! 06 Aralık 2024 06:45
- Cihatçı saldırının yol işaretleri ve Halep'te kesişen yollar 03 Aralık 2024 06:55
- HTŞ’nin Halep saldırısının arkasındaki güçler ve hesaplar 30 Kasım 2024 06:50
- Bahçeli neden ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor? 29 Kasım 2024 06:20
- Selefi Ebu Hanzala in, demokrasi ve laiklik out! 26 Kasım 2024 06:45
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45
- Devlet ‘yeni sürece’ kayyım atadı! 05 Kasım 2024 05:04
- Yeni ‘süreç’: Demokratik siyasete kurt kapanı 01 Kasım 2024 05:03
- Putin’e ‘Esad’ ricası ve Kürt sorununun çözümü 29 Ekim 2024 12:34