15 Mayıs 2021

Şiddetin mekanı ve zamanı yoktur

Fotoğraf: Mustafa Hassona/AA

Cehenneme dönen mekan Kudüs; cehennemin yaşatıldığı gün bayram; cehennem anı ibadet. Bir kutsal bayram günü, ibadet esnasında yaşanan, daha doğrusu yaşatılan cehennemin Kudüs’te gerçekleşmesi biraz da beklenmiyor mu idi! Kapitalizmin insanları sarıp sarmaladığı bitmek tükenmek bilmeyen hırsın insanlara insanlar tarafından yaşatılan cehennemin mekanı ve zamanı olabilir mi?

Kudüs İsrail’in başkenti ilan edildiğinde Müslüman dünyasından ve tabii geri durur muyuz, bizden de bir itiraz yükseldi: Kudüs İsrail’in değil, Filistin’in başkentidir. Kudüs ki tüm dinlerin ibadethanelerinin yaklaşık bir kilometre çapında bir dairenin içinde, yan yana muazzam bir birliktelik içinde bulunduğu mekandır. Kudüs’ün, hiçbir ulusun başkenti olmayıp, tüm dinlerin ve ulusların müşterek sulh merkezidir, hatta diğer inançların ve inançsızların da ortak kentidir demiş olsaydık insanlığa, dünya sulhuna ve tüm semavi dinlere çok daha iyi ve yararlı hizmet etmiş olmaz mı idik! Yapamadık, çünkü en son, en insani ve en müsamahakar dine sahip olduğumuz iddiasına rağmen, dini yaymak için çoğu zaman da onun adına işgal ve ganimete uzanmaktan geri durduk mu? Durmadık, çünkü din denenin ne olduğunu anlayamadığımız gibi, bir de onun üzerini kapitalizm hırsı ile kapladığımızdan gözümüz hiçbir şeyi görmez oldu.

Kapitalizm aklımızı ve beynimizi teslim alırken hırsımızın kılıfını da kimi zaman dincilik, kimi zaman milliyetçilik oluşturmaktadır. Felsefi derinliği ile anlaşılmadığı durumda din, dinciliğe ve gerici saldırganlığa, milliyetçilik ise işgale ve talana dönüşmektedir. En centilmen duyguların yeşerdiği iddia edilen sportif faaliyetlerde bile galip gelen sporcu bayrağına sarılarak tur atmayı beceri saymaktadır. Oysa ne olur, galip gelen sporcu mağlup ettiği rakibinin bayrağına sarılarak kardeşlik duygusu ile işi zafer çılgınlığına değil, dostluğa taşıma cüretini göstermiş olsa! Böyle bir gösteri gerçekten cüret olur, çünkü bu davranışı yapan sporcu centilmenliği ve dünya vatandaşlığı ile taltif edilmez, tam tersi, vatandaşları tarafından taşlanarak öldürülebilir. Çünkü içinde yaşadığımız çılgın toplumlarda böyle bir davranış centilmenlik iddiasını aşar ve ihanet cüretine girer. O nedenledir ki, bu tür radikal davranışlar ancak ulusların ortak kurumları tarafından, uluslararası ortak kararı şeklinde kural olarak getirilebilir. Böyle bir şey, söz konusu uluslararası kuruluşların aklının ucundan geçer mi? Hayır!

Hannah Arent keşke biraz daha yaşamış olsa idi, bilemiyorum zamanımızı nasıl değerlendirirdi? Hitler suçlularının mahkemelerini izlemiş olan bu müthiş düşünür, Holokost esnasında akıl almaz cinayetleri işleyenlerin sade bir insan olduğunu, verilen emirleri uyguladıklarını söylediklerini aynı sükunetle anlatmaktadır. Başka ne yapabilirlerdi ki? Denebilir ki, emirlere karşı çıkabilirlerdi. Sürü hareket içindeki bir toplumda böylesi karşı çıkış, hele de sonucun şiddetle cezalandırılabileceğinin kesin olduğu durumda olası mıdır? Peki, söz konusu mahkemelerde kimler, kimin gıyabında ve hangi amaçla cezalandırıldılar ki? Belki de amaç intikam idi.

Peki, Ağlama Duvarı’nın arka kısmında tutuşan bir ağacın insanlara verdiği şehevi duygu ile Ağlama Duvarı önünde vecde gelen insanların ibadet edercesine çılgınlığı açık ibadethaneye yakıştı mı? Ne fark eder ki, Sivas Katliamı’nda yanan otelin önündeki insanların da aynı vect ile yaşadığı çılgınlık bundan çok mu farklı idi? İbadethane bir binadır, eğer insanların içinde ibadethane inşa etmemişse! O binanın içinde de dışında da, hele de Allah adı kullanılıyorsa insanlar ateşe de verilir, kelleleri de kesilir, hatta koparılır da! İnsani duygunun terbiye edemediği insanı ne din ne de ahlak vb. toplumsal kurallar frenleyebilir. AKP’nin içine düştüğü ve tüm toplumu da sürüklediği hata budur!

O zaman davranışlarımızın tetikleyicisi kullar nasıl oluşuyor? İnsan doğuştan suçlu mudur, yoksa aile içindeki şiddet mi insanı şiddete itiyor veya yaşanan yaşamsal güçlükler mi insanı zoraki ve korunma dürtüsü ile şiddete yönlendiriyor, bilemem. Böylesi çok sebepli girift oluşumlar tek sebeple açıklanamaz olmakla beraber, tüm diğer sebepleri de geçerli kabul ederek, meseleyi tek sebebe indirgeme yoluyla gidersek en önemli tetikleyicinin kapitalizmin insan ve toplumlara kazandırdığı(!) hırs ve saldırganlık olduğunu söyleyebiliriz. Kapitalizm öğretisinin rekabet sözcüğü, aslında öldürücü bir hırsın kibar adı olup, aslında kalbimizin ve beynimizin işgal edilip kirletilmesidir. Bu durum bir tür beyin, yürek ve vicdan iğfalidir. İğfale uğramış her insan, sadece aç iken ve koruma refleksi ile saldırganlığa geçen en yırtıcı ve tehlikeli hayvanı dahi şaşırtacak derecede ibadethanede de, kutsal günlerde de en zalim şekilde hırsını tatmin edebilir. Belki de bu tür olaylarla mücadele görüntüsünün temelinde de, oluşumu kökten önlemek değil, böylesi saldırganlıkların patentini kaptırmamaya yönelik dürtü gizlidir.

Tüm değerli okuyucuların kutsal bayramını kutluyorum ve sağlıklı güzel günler diliyorum.

Evrensel'i Takip Et