16 Mayıs 2021

Karınca yuvasında bir şair

Fotoğraf: Kişisel arşiv

Bir günün sonraki günden farkı ne ola ki? Zamanın sorduğu soruya her gün aynı yanıtı vermek. Salı ile Pazar’ın farketmediği bir zaman dilimi düşünün. Her gün aynı sabaha uyanmak. Her gün aynı yalnızlığa dokunmak. Her gün sadece kendinle konuşmak.

Eve kapandığımız bir zaman diliminde bunu kendimizle konuştuğumuzda belki de en büyük şikayetimiz üyesi olduğumuz film portalının sıkıcılığı, üst kattakilerin gürültüsü, kuryenin bir türlü gelmemiş olması ya da işte falan filan…

Görüntülü rakı içme muhabbetleri, sosyal medyada canlı yayın şeysileri, e postalar, kitaplar derken gittikçe sıkıcılaşan bir zamanda, artık evden çıkmak üzere herkes gemileri yakmış durumda sanki. Bir günün diğerine iyice benzediği ve eşofman altlarının iyiden iyiye epridiğini mi dile getirelim? Neyse bu fiyakalı yakınmalardan bahsederek konunun özünden sapmayalım.

Birkaç on yıldır içeride olmanın bütün anlamı ne diye soracak olursak bekleyerek yaşamak olabilir belki. Böyle bir soruya herkesin vereceği yanıt vardır kuşkusuz ve en kötüsü “yahu biz de bir açık cezaevindeydik zaten yıllardır” olur. Lütfen olmasın. Hapiste olana, hapisten çıkana, hapistekine yazılana bu cümle kurulmasın. Çok rica ederim.

İlhan Sami Çomak yaklaşık otuz yıldır hapishanede. Otuz yıla yakındır kendi başına bir hayatı devam ettirmeye çalışıyor ve yazdıklarıyla var ediyor kendini.

İnsan onca zaman kendisiyle bir arada yaşadığında konuştukları, anlattıkları, sordukları ve yanıtlarıyla sadece kendisi yüzleşiyor kuşkusuz. Sesi ancak duvara çarpıp dönüyor kendisine. Sesli konuşacak olsa kendinden başka kimsenin duymayacağı bir yerde yaşıyor İlhan Sami, bizim yarı açık diye tabir ettiğimiz ve bunu söylerken ayakta kalmış olmaktan bir yanıyla ve içten içe gurur duyduğumuz bir saçmalık toplamında, otuz yıldır tek başına bir hücrede yaşayan ve kalabalıkta olmanın ne demek olduğunu sadece yazdıklarından ve okuduklarından sezen bir şair.

Ne yazdığının, nasıl yazdığının farkına varması bile zaman alıyor. Kitaplarını okuyunca bir şaşkınlık sarıyor insanı, hayattan beslenen ve hayatı kucaklayan bir şiiri var İlhan Sami’nin. Çağladığını iddia etsek, kim itiraz edebilir ki hatta… Ama şair bunu duyumsamış mı içeride? Bu duyumsamayı sınayacağı ve onun doğrusu, yanlışıyla hesaplaşabileceği bir olanağa sahip olmuş mu? Hayır. Yıllar içinde yazdıkları kendi yolunu bulmuş sadece.

Bizim edebiyatımızın bir yanı hapishanede nefes aldı. Kuşaktan kuşağa aktarılan bir hapishane deneyimi oldu daima. İçeri giren, kendinden öncekilere baktı, yattığı sürede onlardan el aldı. Yaşadıkları ve yazdıklarıyla o birikim yol gösterdi kendisine. İlhan da öyle yaptı bana kalırsa. Başka nasıl olabilir sorusunun bende başka yanıtı yok maalesef. Ama bir yanıyla da bizim hapishanede yazılan şiriimizde sloganın olduğunu ve bunun anlaşılır olduğunu da dile getirmemiz lazım. Bu dediğim hapiste yazan her şair geçerli değil elbette; ama hapiste yazılan şiirden bahsettiğimizde peşin bir kalıp halinde slogan geldi aklımıza. Ranza, volta, görüş günü, sigara, duvar…

İlhan Sami olağanın dışında bir hayal gücüne sahip, evet. Yaşadıklarını zamanın imbiğinden geçirirken o kadar cimri davranıyor ki, içeride geçireceği otuz yıl boyunca anılarının onda bitimsiz bir bütünlük oluşturmasını istiyor adeta. Yaşadıklarına dayanıp yazıyor ve onları tüketmemek için kendi kendine tasarruf odakları kuruyor. O da biliyor mahpushaneden cezaevine dönen sistemde devlet ceza vermekle değil, öç almakla ilgilenir. Mahpus yatmak başka şeydir, ceazevinde yatmak başka şey. Suçlanmak başka şeydir, öç alınmak başka şey. Devlet yetişmenize izin vermez, elinizin uzanmasına, insan sıcaklığı duymanıza, kendinize dair şeyler hakkında bilgi sahibi olmanıza ya da aşık olmanıza. Hele sevişmenize, aman! Bu yüzden her sabah aynı yatakta ve yalnız uyanacak kişinin kendi tanrısı olacağı gerçeğini gözden kaçırmadan yazmak zorundayım ki, tutsak edilmeden önce yaşadıklarınızı kendinize saklayıp kendinizle voltaya çıktığınızda onları bir çırpıda tüketmemeli aksine sakınmalısınız ki, gelecek zamanda size o kopkoyu yalnızlıkta el uzatsın. Çünkü bir süre sonra rüyalarınız bile içeride geçmeye başlayacak ve dışarıya dair her şey sadece anılarınızdan ibaret olacak.

İlhan Sami, yaşadıkları ve okuduklarıyla bir senteze ulaşıyor. Şiire bu yoldan gidiyor ve hapishanede yazmanın geç kalmışlığını yaşıyor. Bizim burun kıvırıp okumayı ertelediğimiz bir kitap ya da dergi, ona aylar sonra ulaşıyor. Biz mevzuyu tartışıp kavgayı sokağa davet ettiğimizde, rezillik çıkarıp karakolluk olduğumuzda İlhan Sami voltada kendi şiirini düşünüyor ve yalnızlığıyla örüyor sözcükleri. Yalnızlık ve geç kalmışlıkla yazıyor şiirlerini yaklaşık otuz yıllık tutsaklığına dokunarak.

Tek arkadaşı şairler olan bir şairden bahesediyoruz. İlhan yıllarca okuduklarından baktı yazdıklarına. Onun bir eleştirmene ihtiyacı olduğu kimsenin aklına gelmedi. Hepimiz köşelerimize kurulup onun hayat dolu şiirilerine övgüler dizdik ama bize, arkadaşlığımıza, sorularımıza, eleştirimize ihtiyaç duyacağı gelmedi aklımıza; çünkü bu da başka bir sorumluluk gerektirecekti. İşte buna rağmen var edilmiş bir şiir var ortada. Şiirlerinden örnek vermeyeceğim gibi onun kimliğinden ve duruşundan bahsetmeye bu yazının sınırları içinde gerek görmüyorum.

Yakın zaman önce yeni bir kitabı yayımlandı İlhan’ın. İletişim Yayınları düzyazılarını kitap olarak yayımladı: Karınca Yuvasını Dağıtmamak.  Tutsaklık, gençlik, okul yılları, cezaevinde şiir yazmak ve daha nice ayrıntıyı bir güzel yazmış İlhan.

Metin Altıok’u özleyenler de okuyabilir!

Evrensel'i Takip Et