Hak, hukuk, helallik

Ekran görüntüsü Sedat Peker'in Youtube videosundan ekran görüntüsü alınmıştır.
Gündemimiz açlık, yoksulluk, yoksunluk… 29 Nisan’dan beri kapalı kaldığımız evlerimizde bozulan psikolojimiz. Akşamları bir saatten sonra kafa dağıtmak için izlediğimiz suç temalı diziler yarım kaldı. Gerçek hayatın entrikalarına kurgunun yetişmesi zor. “Bir Tripoda, Bir Kameraya Yenileceksiniz” Netflixvari Sedat Peker videoları konuşuyoruz; işi gücü bıraktık. Peker “suç örgütü lideri” olarak tanımlanmaktan hoşlanmıyor. Lakin ne iş yaptığını da söylemiyor. Sırf sakız satsa çok para kazanırmış, biz aptal olduğumuz için zengin değiliz herhalde.
Ne biçim entelektüel, solcuları cebinden çıkarır. On iki yaşında Pardayanlar’ı okumuş, sonra hapishanede bir daha okumuş (ooo! sesleri). Yalıkavak marinaya “çöktüğünü” iddia ettiği Mehmet Ağar’ı her devrin adamı Joseph Fouché’ye benzetiyor (vay vay vay!). Başka bir hapishaneye nakledilmeden önce “sol tandanslı” koğuşu ziyaret etmiş. Onlara duvarda posterini gördüğü Che Guevara’nın hayatını anlatmış (solcular şok!). Masasının üstünde bir bölümde Mario Puzo’nun Omerta’sı, bir başkasında “Aptallar Erken Ölür”ü (alkışlar…). Bir Sedat Peker Kütüphanesi mi yapsak, danışmanlığında kitap eki mi çıkartsak?
Çözülmeye doyulamayan ‘subliminal mesajlar’ı da cabası. Önce düzeltmekte fayda var, esasen psikolojinin alanına giren ancak son dönem çok mesafeli olduğum neromarketing’in parlattığı subliminal, yani bilinçaltı mesajlar öyle göstere göstere verilen bir şey değil, başarısı da gayet şüpheli. Lakin Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın, 14 Temmuz 2016’da Can Erzincan TV’deki, darbeleri hazırlayan koşulların o günkü koşullara benzediğini içeren sözlerinin subliminal mesaj olduğu gerekçesiyle gözaltına alınmaları maalesef bu yolu açtı. “Algı operasyonu” gibi ‘subliminal mesaj’ kavramı da keşfedenin kendini akıllı sandığı bir yanılgıya dönüştü. Oysa görünen, zorlama kahkahalar atarken bir an durup “sen kimsin ulan!” diye öfkeyle bağıran, derdi kendisini kurtarmaktan ibaret bir insan, teşhisi koymak haddim değil.
‘Okumuş’ Peker, kendini muktedir hissederken Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisine imza atan akademisyenlerin kanlarında duş almaktan bahsediyordu. Bir önceki videoda “Biz teröre destek için bunu yazmadık desinler o zaman ben özür dileyeceğim” dedi, sonuncusundaysa “Bazı akademisyenler televizyonda teröre destek vermek için yazmadıklarını söyledi. Bu nedenle kötü bir hayvanlık yaptık, o dostlardan özür diliyorum” diye devam etti. (İyi hayvan kötü hayvan… Masada niye Moby Dick yok mesela?). Bir Barış Akademisyeni olarak kendi adıma kendi dilinden cevap vermek isterim: Sen kimsin!
O akademisyenler kimsenin göstermediği cesareti gösterip 18 Ocak 2016’da Peker hakkında suç duyurusunda bulundu. Açılan dava sonucunda Anadolu Adliyesi 20. Asliye Ceza Mahkemesi 13 Temmuz 2018’de Peker’in beraatına karar verdi. Bizler o sıra ağır ceza mahkemelerinde terörü övme suçundan (TMK 7/2) hukuksuzca yargılanmaya ve ceza almaya devam ediyorduk. Çukurova Üniversitesi’nde işten çıkarılan meslektaşımız Mehmet Fatih Tıraş, 25 Şubat 2017’de fakültesinde “terörist” olarak yaftalandığı için intihar etti. Munzur Üniversitesi’nden KHK ile ihraç edildikten sonra inşaatta çalışmaya başlayan Doç. Dr. Mustafa Çamaş, geçen Mart, iş cinayeti sonucu öldü. Yüzlerce bilim insanı işsiz, açlığa mahkûm kaldı. Soylu garantili dönüş biletleri olmadan, işlerini yapabilmek için yurt dışına çıktı bir kısmımız. Kralın babasına dair tevatürüne değil emeğinin gücüne dayanarak, Peker gibiler yüzünden risk altında oldukları için onlara kapılarını açan üniversitelerde çalışmaya, üretmeye devam ediyorlar.
Tüm bu süreçte Peker iktidarın makbul insanıydı. 17 Haziran 2018’de Elazığ’da düzenlenen mitingde konuşmacıydı. Bir hafta sonra, 24 Haziran genel seçiminde, şimdi foyasını ortaya çıkarmaya koyulduğu Mehmet Ağar’ın oğlu Tolga Ağar Elazığ’dan milletvekili seçildi.
Sedat Peker’in anlattıklarında boncuk arayanlara bir itirazım yok. Kendisi zaten iktidardan bağımsız medyaya, hatta bizzat seçtiği gazetecilere sesleniyor. O kadar okumuş adam, rızanın nerede üretileceğini de biliyor elbet. Arada adını ‘ulak’ vasfıyla geçirdiği Hadi Abisi var, sonra meğer kast ettiği kardeşi Süleyman Özışık’mış, tekzip nereden ve nasıl geldi bilemiyoruz. Zira gazeteci Özışıklar ser verip sır vermiyor.
Peker’in ortaya döktüğü tüm bu kirli çamaşırları (kendisinin yıkamayacağını, kendi deyimiyle “mehdi” olmadığını da söylediğine göre) kim temizleyecek? Belki söylenildiği gibi arkası güçlüdür, belki uluslararası odaklar onun eliyle iktidara ateş ediyordur. Ne fark eder? Mehmet Ağar da Susurluk Skandalı sonrasında istifa etmişti, hatta üstüne cezaevinde (öğrendiğimize göre gayet iyi koşullarda) kaldı. Peker’in ifşaatı da Soylu’yu götürür belki. Sonra onunla da bir gün başka bir sahilde karşılaşırız.
Peker’in yeniden tetiklediği, 90’ları hatırlatan iklimin en belirgin işareti “Pislik mafya”, “Süslü Süleyman”dan ibaret olmayan toksik söylem. Çok daha geniş, çok daha derin, devletten başlayıp toplumun kılcal damarlarına yayılan, hukuktan adaletten ümidini kesmiş bir bağlama yaslanıyor ve onu besliyor. Turizm Bakanlığı’nın “Keyfinize bakın, aşılıyım” maskeli, çalışanı aşağılayan Türkiye tanıtım filminde de karşımıza çıkıyor, çalıştığımız proje müdüründe de, hatta apartman yöneticisinde de… “Hak, hukuk, adalet” 2017’de bir yürüyüş adından ibaret kaldı. Mafya intikamını toplumsal meşruiyette, toplum adaleti mafyada arıyor. Yarın biteceği ilan edilen son kapanmada her akşam toplu iftar verilirken, iltimaslı cenazeler dolup taşarken, 1 Mayıs’ta üçer beşerli grupların döve döve gözaltına alındığı, herkese yasak Taksim Meydanı İsrail’i protesto edenlere maske mesafe gözetilmeden açılır, boş sokakta maskesini indirmiş bir vatandaş bekçilerce öldüresiye dövülürken kimse haktan, hukuktan, adaletten bahsetmiyor.
Konuştuğumuz, acaba hangi noktada iktidarca devre dışı bırakılan Peker, ona nazire yaparcasına kitaplığından Ömer Seyfettin’in Diyet’ini çıkaran Çakıcı ve sezon sonu niyetine biz beslemelerden helallik isteyen Kemalettin Tuğcu…
Bizim Çeşme’de bir deli vardı. Eşraf, herkesin tanıdığı birinin adının yanı sıra biraz da para verince önce uzun uzun salasını okur, ardından cemaate dönüp “Merhumu nasıl bilirdiniz?” diye sorardı. Cemaat hep bir ağızdan “İyi bilirdik!” diye bağırınca “Naa iyi bilirdiniz!” deyip küfretmeye başlardı. Birkaç senedir görmüyorum, umarım ‘akıllılara’ karışmıştır.

Evrensel'i Takip Et