Ülkücü mafya şeflerinin açıklamaları ve devletin bekası!
Sedat Peker | Ekran görüntüsü: Youtube
Bu yazı yazılırken Sedat Peker’in iktidarı sarmalayan kirli ilişkiler ağı ile ilgili iddiaları gündeme getirdiği videoların beşincisi daha yeni düşmüştü internete.
Organize Suç Örgütü Lideri Peker, bu videolarında bilindiği gibi Mehmet Ağar ve oğlu AKP Milletvekili ve AKP Marmara Bölge Koordinatörü Tolga Ağar, Pelikancılar (Albayraklar ve Turkuaz medya Grubu), Albayraklara kendisini düşman ettiğini söylediği İçişleri Bakanı Süleyman Soylu gibi isimlerle ilgili iddiaları gündeme getiriyor. Bu iddiaların yayımlanmasından sonra iktidar cephesinin içine düştüğü telaş, bu iddiaların öyle yabana atılır cinsten olmadığını ortaya koyuyor.
Peker’in bu iddialarını dile getirirken arada ülkücü-faşist hareketin en temel argümanlarını sık sık tekrar etmeyi ihmal etmemesi dikkat çekiyor.
“Biz Başbuğ’un evlatlarıyız.” “Biz bu vatanın fedaileriyiz.” “Devlet ebed müddet” “Turan’ı kuracağız.” “Türk-İslam birliğini kuracağız.”
Peker, bu “kutsal dava”da Başbuğ’u (MHP’nin Kurucu Lideri Alpaslan Türkeş) ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ayrı bir yere koyuyor.
Sonuç olarak devletin kutsal olduğunu söyleyen Peker, “Bizim meselemiz kişilerle” diyor.
Alaattin Çakıcı, geçtiğimiz günlerde Peker’in bu iddialarına bir yanıt verdi.
Çakıcı kim?
‘Sivil’ faşist hareketin, 1980 öncesinde yükselen toplumsal mücadele karşısında “devletin yardımcı kuvveti” olarak çalıştığı dönemlerde Kağıthane Ülkü Ocakları başkanlığından 1980’li yıllarda çek-senet mafyasına, MİT ile gizli ilişkilerden kamu ihalelerine (Türkbank’ın satın alınması), insan vurdurtmaktan (Bu arada eski eşi Uğur Kılıç’ın da öldürtülmesinden) cezaevinde olduğu dönemde kendisine “dava arkadaşım” diyen MHP Lideri Bahçeli tarafından ziyaret edildikten sonra ‘özel’ afla salıverilmesine kadar onun için de çok şey söylenebilir.
Çakıcı geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada bu iddiaları gündeme getiren Peker’i şöyle uyarıyor: “Yurt içi ve yurt dışımda Türk’üm, Türkmen’im, devlet benim için her şeydir diyenlere şunu hatırlatmak isterim, birileri yanlışın içindeyse Türkiye’nin bekası söz konusu olduğu bu dönemde görevini ifa edenlere söz söylememesi gerekir.”
Yani Çakıcı, “Böyle ilişkiler yok” demiyor ama Peker’e “devletin bekası” için ‘sus’ diyor.
Bu memlekette olup bitenden haberi olmayan biri Peker ve Çakıcı’nın “kutsal dava”, “devletin bekası” gibi söylemlerine bakınca herhalde organize suç örgütü liderliğinden yıllarca cezaevi yatmış ülkücü-faşist mafya şefleri değil de ülkenin en itibarlı siyasetçileri tartışıyor sanır!
Gerçi haklarını da yemeyelim; Siyasi parti lideri olmasalar da bugünkü iktidar bloku (Cumhur İttifakı) tarafından muteber bir ittifak gücü olarak görülüp el üstünde tutuldular. Peker için artık ‘mazi’ haline gelmiş olsa da “devletin bekası”nı tek adam iktidarında gören Erdoğan için az miting düzenlemedi. Çakıcı ise, zaten Bahçeli’nin bugün de birlikte yürüdüğü ülküdaşı.
İktidarı savunmak için muhalefet partisi liderlerini tehdit etmekten geri durmayan, kendilerini devletin bekasından sorumlu gören ve daha önemlisi iktidarın her ne kadar üstünü örtmeye çalışsa da aralarındaki kirli ilişkilerin ortaya döküldüğü organize suç örgütü liderleri…
Bu ülkücü-faşist mafya şeflerinin devlet içinde bu kadar etkili ve siyasetçiler katında muteber olmasının arka planındaki ilişkilere baktığımızda karşımıza şu gerçek çıkıyor: 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinden önce yükselen devrimci mücadelenin karşısında faşist terörün tırmandırılmasında ve darbeye uygun koşulların yaratılmasında etkin bir oynayan ülkücü-faşist hareket, her ne kadar darbeden sonra darbecilerden itibar görme ve MHP’ye iktidarın yolunun açılması beklentisi içine girdiyse de bu beklenti gerçekleşmemişti. Aksine darbeciler artık onlara ihtiyaçları kalmadığı için ve dahası “sağ-sol kavgası”nda ‘tarafsız’ olduklarını gösterme adına bu ülkücü faşist çete mensuplarının ve MHP yönetiminin bir kısmını cezaevlerine atmıştı.
1980 darbesinin işçi sınıfının örgütlülüğünü dağıtıp ve toplumsal muhalefeti ezmesinin yarattığı ‘uygun’ koşullarda Özal neoliberal dönüşüm programını uygulamaya koymaya başlamıştı. Bu dizginsiz sömürü ve yağma döneminde (özelleştirme, rant, ihale, hayali ihracat, bankerler) dışarıda kalan ve cezaevlerinden çıkan ülkücü çete reislerinin önemli bir bölümü yükselen sermeye sınıfının çek-senet işlerine bakan, ihalelerini kovalayan mafya reisleri haline geldiler.
Öte yandan bu dönem Kürt sorunundan kaynaklı ‘düşük yoğunluklu savaş’ ve çatışmaların yükselişe geçtiği bir dönemdi. İşte bu dönemde sivil faşist çete mensuplarının azımsanmayacak bir kısmı Kürt halkına karşı sürdürülen ‘kirli savaş’ta JİTEM, JÖH, PÖH gibi adlar altındaki resmi şiddet aygıtının içerisinde yer aldılar. Bu ‘savaş ağaları’ uyuşturucu ticareti başta bölgedeki ‘kirli savaş’ta zenginleşmekle kalmadılar, devlet bürokrasisi içinde de etkin hale geldiler. Bu nedenle bugünkü tartışmaların odağındaki Mehmet Ağar’ın bu dönemde “bin operasyon” dediği bu ‘özel savaş’ın başındaki isimlerden biri olması rastlantı değildir!
Son olarak, 1990’lı yılların başında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, “Türk birliği davası”nı savunan ülkücü faşist hareket Türki cumhuriyetlerle yakın ilişkiler geliştirdi. Bu ilişkiler kısa sürede hem Türkiye’den oralarda yatırım yapmak isteyen Türkiyeli sermaye çevreleriyle ve hem de oralarda hızla zenginleşen çevrelerle bir iş birliğine dönüştü. Peker’in, Ağar’ı “mallarına çökmek”le suçladığı Azeri İş İnsanı Mansimov bu ilişkiler bakımından açıklayıcıdır.
Bugüne gelince…
Bugün bekasını savunmak artık organize suç örgütü liderlerine, ülkücü-faşist mafya şeflerine düşen bir devlet ve iktidar gerçekliği bize ne söylüyor?
Bu gerçekliğin bize söylediği şey şudur: Bir devlet ve onun başındaki iktidar demokrasiden ve demokratik işleyişten ne kadar uzaklaşırsa bu devlet ve iktidar içinde organize suç örgütlerinin, mafyanın etkisi de o kadar artar. O yüzden ülkücü mafya şeflerinin devletin sahibiymiş gibi konuşmaları ve iktidar katında böylesine itibar görmeleri bugünkü iktidarın karakterinden bağımsız düşünülemez. AKP-Erdoğan’ın baskıcı-otoriter tek adam rejiminin kurulması için MHP-Bahçeli ile kurdukları ittifak ve bugün bu güçlerin faşist bir rejim inşasına yönelmiş olmaları, bu organize suç örgütlerinin ve kirli ilişkilerinin devletin en tepesine kadar ulaşabilmesinin önünü açmıştır.
Bu yüzden mesele hangi organize suç örgütlerinin birbirleriyle çatıştığından ve hangi suç örgütü liderinin hangi siyasetçi tarafından korunup kollandığının çok ötesindedir. Mesele bu organize suç örgütlerinin kendilerini devletin sahibi ve bekasının savunucusu görecek kadar iç içe geçtikleri bu baskıcı-otoriter rejimden kurtulma meselesidir. Bunun yolu da demokrasi mücadelesidir.
- Ankara'da Rojava pazarlığı 13 Aralık 2024 10:10
- Esad rejimi sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu ne bekliyor? 10 Aralık 2024 05:30
- Adı konulmamış ‘süreç’te Rojava çıkmazı! 06 Aralık 2024 06:45
- Cihatçı saldırının yol işaretleri ve Halep'te kesişen yollar 03 Aralık 2024 06:55
- HTŞ’nin Halep saldırısının arkasındaki güçler ve hesaplar 30 Kasım 2024 06:50
- Bahçeli neden ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor? 29 Kasım 2024 06:20
- Selefi Ebu Hanzala in, demokrasi ve laiklik out! 26 Kasım 2024 06:45
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45
- Devlet ‘yeni sürece’ kayyım atadı! 05 Kasım 2024 05:04
- Yeni ‘süreç’: Demokratik siyasete kurt kapanı 01 Kasım 2024 05:03
- Putin’e ‘Esad’ ricası ve Kürt sorununun çözümü 29 Ekim 2024 12:34