21 Mayıs 2021 00:44

Faşizm, dengesizlik ve zayıflık

Görsel: Pixabay

Paylaş

Faşist demagojinin halkın bir kesimi üzerinde güçlü bir etkide bulunması, faşist hareketlerin-bunlara faşist diyemeyenler sağ popülist diyor- bazı ülkelerde iktidara tırmanması günümüz dünyasının gerçekleri arasındadır. Ülkemizde tersi gelişmeler her geçen gün güçlense de şimdilik bu türden ülkeler arasında sayılıyor, öyle kabul ediliyor. Ama derin ekonomik kriz, son dönemde peş peşe patlayan skandallar, ülkede dizginsiz bir diktatörlük kurmak isteyen iktidarı ve onun faşist ortağını oldukça güç durumda bıraktı ve bu güçlük öyle kolayca atlatılabilecek, kitleler üzerinde yarattığı olumsuz etkilerin tersine çevrilmesi mümkün olabilecek, yalanla, demagojiyle üstesinden gelinebilecek türden güçlüklerden değil.

Bunun nedenlerini açıklayabilmek için öncelikle bazı tespitlerde bulunmak gerekiyor. Bu iktidar ve başındaki “adam” kitleleri neredeyse tam olarak ortadan bölen keskin bir kutuplaşma yaratmayı başarmış, iktidar olmanın verdiği avantajla muhalefet ve genel olarak halk kitleleri üzerinde baskı ve terörle saltanatını güçlü bir biçimde sürdürmeyi başarmıştı. Bu bölünmede orta yoktu; ya iktidarı destekleyeceksiniz, ya da karşısında yer alıp, hain damgasını yiyeceksiniz. İktidar bir dönem seçimde kaybetmiş, ama seçimleri terör ortamında yinelemeyi ve gücünü yeniden toplamayı başarmıştı. Ancak son seçimler ve özellikle belediye seçimlerinde hezimete uğraması sonun başlangıcına işaret ediyordu.

Süreç devam etti, ama iktidarın dengesini ve gücünü sarsan iki önemli gelişme ile birlikte. Bunlardan ilki 2018 ortasında patlayan ve cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizi sayılabilecek ekonomik kriz ve ikinci olarak krizin ardından 2019’un ilk yarısında patlayan ve kısa sürede tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi oldu. İktidarın ekonominin başarısı üzerine inşa ettiği demagoji tuzla buz oldu. İktidar başta kendini destekleyen sermaye grupları olmak üzere tüm büyük sermayeye vergi indirimleri, destek paketleri vb. sunarken işçi ve emekçileri, geniş halk kitlelerini krizin pençesine terk etti. Yoksulluk, işsizlik artarken açlık uzun ucuz ekmek kuyrukları ile çarpıcı bir biçimde ortaya çıktı.

Pandeminin etkisi ise tam anlamı ile yıkıcı oldu. Ama bu yıkıcılık salgının gaddarlığından, korkunçluğundan ileri gelmedi. Bu yıkıcılık doğrudan doğruya iktidarın salgını “yönetme” politikalarından ileri geldi ve kitleler tam anlamı ile kaderine terk edildi. Göstermelik ve iki yüzlü tedbirler hem bir önlem değildi, hem de bu niteliklerinden ötürü inandırıcı olmaktan fersah fersah uzaktı. Ekonomik destek olmadan eve kapatmalar, salgını işçi ve emekçi halk üzerinde adeta bir terör gibi kullanmak, işçileri ölüme terk ederken, salgın koşullarını işten atma gerekçesi olarak -Kod 29- kullanmak bir yönetim tarzı oldu. Küçük esnaf tam anlamıyla perişan oldu, pek çoğu iflasa sürüklendi. Küçük çiftçiler ve tarım ise iktidarın sistematik kararlarıyla çökertildi. Tüm bunların üzerine ise yolsuzluklar, suistimaller, devletin soyulması, mafyalarla iç içeliğin ortaya saçılan belgeleri, her yeri saran çürümüşlük ve kokuşma eklendi.

Şimdi artık bütün bunlarla faşist demagoji arasında nasıl bir bağ olduğunu açıklığa kavuşturmak gerekiyor. Faşist ve gerici partilerin kitlelere vadettikleri refah, kalkınma, milli ekonominin şahlanması, milli birlik ve bütünlüğün mermer gibi sağlamlaştırılması vb. dir. Bu demagojiye dinsel ögelerde katılır ve yeniden yükselecek ümmet eski şanlı günlerine dönecektir. Bu demagojinin öncelikle kitlelerin en geri kesimlerini etkilediğini, onların bir bölümünü militan savunuculuğa dönüştürdüğünü, özellikle küçük esnaf vb. kesimlerinde toplumsal ve militan destekçilikte biraz daha öne çıktığını yaşanan tecrübelerden biliyoruz. Ama faşist demagojinin zayıflığı şudur ki, onun vadettikleri ile gerçekler arasında tam bir zıtlık vardır. Kitlelerin ise büyük kesimler dikkate alındığında okuyarak değil, yaşayarak öğrendiğini tarihsel süreçlerden biliyoruz. Kitlelerin en yaşamsal ihtiyaçlarına saldıran faşizm yolcularının kendi toplumsal tabanlarını da dinamitlemesi kaçınılmaz ve bu keskin karşıtlık şimdi sonuçlarını veriyor.

Toparlayacak olursak; faşizm büyük sermayenin çıkarlarının militan ve yasasız savunuculuğunu yapar, karşı koyan güçleri dağıtmayı, ezmeyi başardığında ise dizginsiz diktatörlüğünü kurar. Kitlelerin talepleri ise daha iyi yaşam ve çalışma koşulları, çocuklarının geleceklerinin güvenceye alınması vb.dir. Kitleler yaşadıkları tecrübelerle kendi çıkarlarının değil, sermayenin, büyük zenginlerin çıkarlarının savunulduğunu görmeye başlar. Kriz, salgın, patlayan yolsuzluklar ve çürüme bu süreci çabuklaştıran etkenler olurlar. Faşizmin, faşist demagojinin yumuşak karnı burasıdır ve bu ona sürekli olarak zayıflığını hatırlatan bir etkendir. Sınıf çelişkileri daha belirgin ve keskin bir biçimde ortaya çıkar. Buna pastadan daha büyük bir parça elde etmek için birbiri ile kapışan, tepişen sermaye kliklerinin tepişmelerini de eklediğimizde faşizmin dengesizliğinin, zayıflığının tam bir tablosunu elde ederiz.

Bugün bütün bunların yaşandığı bir sürecin tam ortasındayız. Kitleler genel uyanışın güçlü belirtilerini ortaya koyuyorlar. Açık bir kitle hareketinin henüz görülmüyor olması hiç kimseyi yanıltıcı tespitlere götürmemelidir. Örneğin geçmişte AKP’ye, MHP’ye oy vermiş olanların bugün tepki dolu olması bir göstergedir. Onlara “Vaktinde düşünseydiniz” demek ise en hafif anlatımı ile kitlelerin edindikleri tecrübelerin üzerinden aydınlandığını ve ilerlediğini hiç anlamamak, bunun değerini bilmemek demektir. Tarihin ilerlemesinin başka bir yolu henüz bulunmadı. Faşizme özlem duyanların da bir geleceği bulunmuyor. Nesnel koşullar ve bunların üzerinde yükselen gerçekler emek, barış, demokrasi güçlerinden yanadır. Nasıl ki iktidar sorunu ittifak sorunu çözülmeden gündeme alınamıyorsa, faşizme karşı mücadele ve onu yenilgiye uğratma sorunu da geniş güçleri birleştirmeden başarabilecek bir sorun değildir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa