21 Mayıs 2021 00:17

Görüntü çekme yasağı genelgesi Sedat Peker yayıncılığı

Yan yana duran polis ve gazeteci. Polis tetiğe, gazeteci deklanşöre basmak üzere.

Fotoğraf: Özcan Yaman

Paylaş

Yıllardır fotoğrafın gücünden bahsediyoruz. Gerçekliği görünür yaptığını, kanıt teşkil ettiğini söyleyerek, bir çok örnek verdik. Toplumsal sorunların görünür olmasını sağlar’ diyorduk ki bir örnek patladı. Biraz geriye gidip ‘genelgeli görüntü yasakları’nı da eklersek, fotoğrafın gerçeklik, ikna ve delil niteliği bir kez daha güncellenmiş olur…

Üç gün önce Arthenos Fotoğrafın girişimiyle Şevket Şahintaş, Ufuk Kınay ve Okyar Atilla ile birlikte sokakta yaşayan insanlar özelinde, sokak çocukları ve belgesel fotoğraf sunumu ya da tartışması yaptık. Tartışmada fotoğrafın bu özelliği konuşuldu. Fotoğrafın sokak çocuklarını ortadan kaldırmaya gücü yetmeyeceğini ama sorun ya da olgunun toplumda etki gücünü arttıracağını konuşmuştuk.

Bir sonraki gün Sedat Peker /Hadi Özışık videosu gündeme düştü. Aklıma yaptığımız tartışmalar geldi.

‘Fotoğraf gerçeği aktarmada etkili bir araç, bunun içinde kanıt teşkil eder.’

Düşündüm gündemde bir Sedat Peker olayı var. Ben güncel fotoğraf, sanat/siyaset ilişkisinde yazan çizen biriyim. Acaba bu olaylar ve fotoğraf ilişkisinde ne yazabilirim.

Yaşananlar 8 Kasım 2013 yılının Gezi direnişleri sırasında “Hedef ve Sonuç” yazımı hatırlattı güncelliği nedeniyle yeniden alıntılıyorum.

“…Fotoğraf makinesi silah gibidir deriz. Tetik yerine deklanşöre basarız. Deklanşöre basma anı önemlidir. O an bizim için karar anıdır. Bizim dışımızda olanı, belki de bizimle olanı kadrajlarız, saniyenin bilmem kaçta kaçında deklanşöre basarız. O an artık olan olmuştur. Ortaya çıkan akıp giden zamandan bir görüntüdür. Fakat bu öylesine bir görüntü değildir. Geleceğe dair sözü olan ve çekildiği anı kalıcılaştıran ve de aslında yaşayan bir karedir.  Fotoğrafçı deklanşör ve karar anının birlikteliği içinde geleceği taşır. O yaşanan an akıp gider ve o an kalır yarınlara…

Peki deklanşör yerine tetiğe basılırsa ne olur?

Yukarıda söylediklerimin tersi diyebilirim. Bir silah ateşlendiği anda ölüm kusar. Silahın karşısında olan için bu bir son demektir. Yarına ne kalır? Ölüm. Başka? Acı ve son.  Tetiğe basılınca yarın yok olur, yani tetik geleceği sonlandırırken, deklanşör geleceği yaşatır…Sonuç, Sennur Sezer ablanın çağından sorumlu fotoğrafçılar için yaptığı tanımlama ile ‘Fotoğraf; faşizme giden yolun ustura ağzında duran bir silahtır’ diyebiliriz.  İşte faşizm bu yüzden fotoğraf makinesinden korkar.  Ama gerçek ve bu gerçeğin tanıklığını, sorumluluğunu taşıyan fotoğrafçılar oldukça ustura keskinliğinde fotoğraflarda olacaktır. Tetiğe basanların korkuları fotoğrafçıların karşısında diz çöker.

Hatırlayın Ethem Sarısülük’ü vuran polisi. O tetiğe bastı ve bir geleceği yok etti. O anı kararttı. Ve saçma sapan yalanlarla taktığı perukla kendini korumaya çalışıyor.

Hrant’ın katili hatta katilleri de aynı tetikçilerin özneleri olarak belleklerimizde yer alıyorlar.

Abdurrahman Gök’ün çektiği ‘Kemal Kurkut’un öldürülme anları’nın fotoğrafları

Gibi örnekleri çoğaltmak mümkün…

Oysa onları belleklerimize kazıtan fotoğraftır.

Sonuç; fotoğraf makineleri ya da görüntü araçları bugünü yarına taşıyan, iyi ve kötüyü belleklerimize kaydeden, sorumlulukla kullanılması gereken usturalardır.Siz de bakın fotoğraflara ve size ne çağrıştırıyor bence bir düşünün derim…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa