22 Mayıs 2021 00:28

Dersimiz ‘devlet’

Erdal Aras ve Süleyman Soylu fotoğrafı

Fotoğraf: Sedat Peker'in youtube yayınından ekran alıntısı ve Twitter'dan paylaştığı fotoğraf

Paylaş

Devlet; halkını sarıp, sarmalayan kutsal yapı; parlamento, adalet, emniyet vb. kamusal örgütleriyle vatandaşların işine huzurla devam etmesini sağlayan “baba” örgüt; yurt dışında halkının itibar ve onurunu koruyan, verdiği pasaportlarla vatandaşlarına yurt dışında itibar sağlayan şefkatli örgüt; kimi görüşe göre vatandaşların toplamının üzerinde tecelli eden organik varlık; kimi görüşe göre ise vatandaşları ile aynı düzeyde ve vatandaşlara hizmetle sorumlu bireyselci devlet; ve gelişmiş Batı teorileri bağlamında halkın hizmetkarlarından oluşan görevli örgüt olsa gerek, diye düşünürüz, değil mi!

Bir devlet dizisi çektiğimizi düşünelim. Oynayanlar göğsü bağrı açık tiplerden mi, yoksa kravatlı ya da hiç değilse ceketli tiplerden mi oluşturulurdu? Yanıt açıktır, çünkü halk devlet örgütünü saygın, halkını hırsıza, katile, mafyatik örgütlere karşı koruyan kollayan kurum olarak görür ya da öyle olduğunu düşünmek ister. Siyaset bilimi eserlerinde de devlet örgütü böyle anlatılır. Eğer devlet gerçekten böylesi kutsal bir örgüt ise, o toplumda seçimle işbaşına gelen seçimle gider, seçim yaptırmamak için tepinmez, seçimleri yineletmez, seçimi kazanmak için her usulsüzlüğe başvurmaz, tam tersi, seçimlerin güvenilirliğinden kendisini sorumlu tutar ve bunu bir namus borcu olarak görür. Ben de neyi anlatıyorum ki; sanki bu dünyadan buharlaşmışım da, melekler aleminde kurulmuş bir toplumsal yapılanmayı tanımlıyor gibiyim! Oysa Trump olayında gördük ki, devlet aygıtını bir kez eline geçiren, kabilelerde olduğu üzere, kendi çetesini kurarak, seçim falan tanımadan, önceleri kravatlı resmi görüntülü yandaşlarıyla devlet makamları işgal edilebiliyor, o da yetmediğinde sokak çeteleri devreye girerek devlet aygıtının namusunu korumaya(!) yelteniyor.

Kabile tipi toplumlarda devleti ele geçirenler önce denetim mekanizmalarını tahrip eder, sonra halka haber yayma mekanizmalarını kendi yönünde kullanmak üzere ele geçirir, devamlı yanlış ve gerçekle çelişkili haberlerin anlaşılamaması için halkın eğitim ve algılama düzeyi geriletilir. Yönetimdeki çeteye parsadan pay aktarılarak çimentolama işlemi de yapıldı mı, işler yolunda demektir. İşte o anda bir şekilde çimentolanması eksik kalmış ya da bir sebepten dolayı hesabı görülecekken can havliyle meydana atılan bir part-time siyasetçi, tüm siyaset bilimi teorilerini altüst eder ve aslında örtülü olarak fark edilen işleyiş mekanizmasını halka anlatır.

Şimdi bu oldu mu; halkın yöneticisi siyasetin içindekiler mi, yoksa part-time hizmetliler mi? Acaba devlet anlatılırken halkın en açık şekliyle görüntü almasına izin verilmiyor mu? Hani devlet aygıtı şeffaftı, hani denetleniyordu? Bunlar herhalde melekler dünyası işlemleri olsa gerek!

Siyasetin temel kuralı olarak söylenen sandığa geliş de, sandıkla gidiş de asıldır. Ama, sandığın milletten kaçırılmasını siyaset hazinesinin ilahi cazibesine bağlamak da kaçınılmazdır! O cazibe ki, kapı açılıp, siyaset hazinesine dalındı mı, çıkmak biraz yüz, biraz da etik istiyor, her halde! O zaman siyaset hazinesi sahnelerini epizodlar halinde halka sunmak bir şekilde yaralı part-time siyasetçinin(!) işi oluyor.

Siyaset hazinesindeki işler ortaya saçılınca, saçılma bununla da bitmiyor, siyaset tuluatı hem normal sanılan işleyişiyle, hem de saldırılar karşısındaki refleksleriyle faş oluyor.

Dersimize dönersek, ortaya saçılanlar karşısında “lüzum-u hacette sükût beyandır” hükmü gereğince karara gidebiliriz. O zaman derinlere gidip olayı anlamak, yani devlet denen dokuyu anlamak gerekir. Bugünkü dersimizde odaktaki devlet, parlamentonun işletilmediği, burjuvazinin gelişemediği, aksak-topal kapitalizmin hakim olduğu devlet adında bir örgüttür. Hele de o devlet, önemli enerji hatlarının üzerinde oturmuş bir ülkenin devleti ise; o devlet emperyalistlerin jandarma gücü mesabesinde çevre ülkelere sarkma cüretine girmiş ise; o devlet varsılların servetine çökme politikasını şiar edinmiş ise; o devlet halkın kutsal duygularını sömürerek kalın bir perdenin arkasında doymamış ve ket vurulamayan arzularının tatminine yönelmiş ise!     

İktisat Biliminin Kurucusu Adam Smith der ki, iş insanları kendi çıkarlarını güderken, toplumsal çıkar da güdülür. Geri kapitalist toplumlarda bu teori geçerli görülebilir mi? Yoksa, durum tam tersi midir!

Son diziler devlet mekanizmasını tüm halka açıkça gösterdi. Maşallah, adalet mekanizması sessiz, herkes de sükunetle görevinin başında olduğuna göre, böylesi badirelere karşı devletin ne denli bağışık olduğu konusunda halkımız güvende olsa gerek. Artık toplumun bir aile sadakati ile, yoksul(laştırılan)ların yoksulluğuna şükredip, varsıl(laştırılan)ları sorgulamadan huzur ile yaşamını sürdürmesini cumhuriyetin şiarı olarak iftiharla idrak etmeliyiz!

Kapitalizmin siyasetle ufaladığı Cumhuriyet Bayramı’mız, yine de kutlu olsun!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa