28 Mayıs 2021 23:10

Kabile de değil, devlet de!

Sedat Peker

Fotoğraf: Sedat Peker'in paylaştığı videodan ekran alıntısı

Paylaş

Kabile ya da kapitalist devlet yapıları; bu iki toplumsal yönetim biçimi de, yaşadığımız bugünkü hazin, kapitalist devlet görüntüsünde ne olduğu belirsiz, kimin yönettiği meçhul güdüleme sistemine göre daha saygındır. Kabile denen ilkel topluluklarda dahi huzurlu yaşayabilecekleri kurallar vardır ve kabile fertleri bu kurallara uyar. Kabile ufak topluluklar şeklinde olduğundan 1 kişinin işlediği suçun cezasız kalması derhal tüm kabileye yayılacağından, kabile reisi denetimi kaybedebilir. Oluşabilecek kaosu önleyebilmek için kabile reisi kuralları koyarken makul, uygularken de adaletli olmaya gayret eder. Afrika yerlilerinde yapılan antropolojik araştırmalar kabilelerin ne denli ilkel fakat o kadar da düzgün ve kurallı olduklarını göstermektedir.

Devlet yapılarında ise durum, maalesef, hem yapısal ayrım, hem de analiz düzeyinde çatallaşmaktadır. Yapısal ayırım açısından birinci grup, 1648’lerden beri bir tür ulusal “birlik” formunda oluşmuş varsıl kapitalist devlet yapılarını içerir. Bu tip devlet yapıları, devlet mekanizmasını denetleyen gelişmiş burjuvazi, toplumu oldukça düzgün temsil eden parlamento yapısı, yönetimde denge oluşturabilecek yargısal denetim kurumlarıyla kapitalist mantığa uygun işler. Devletin şemsiyesinden özel kesim yararlanmaya yeltenir, hatta ciddi yararlar da sağlar, ancak burjuvazi kendi içinde denetlenebildiği için, bu tür kamusal erk paylaşımı kapitalist mantık çerçevesinde kalır. Ahlakın tartışıldığı eski Yunan’daki devlet anlayışının etik kurallarının aşınması kapitalizmin toplumu yozlaştırması sonucudur. ABD’de büyük şirketlerin CEO’ları çeşitli devlet dairelerinde üst düzey yöneticiliğe gelerek devlet gücü ile şirketlerine ulusal ve uluslararası üstünlük sağlamaya çalışırlar.

Kapitalistleşme yarışına geç girmiş olan çevresel konumlu devletler ise, kendi verimsizlikleri yanında merkez kapitalizmin pay koparma tuzaklarına düşerek ekonomide patinaj yaparken, kapitalistleşme yoluna girmiş olduklarından dolayı Plato’nun etik anlayışından kopmuş, fakat tam kapitalistleşemedikleri için de ileri kapitalist ülkelerin davranış kalıplarına girememiş olup, siyaset-mafya ilişkisinde işleri götürmeye çalışırlar. Böylesi yozlaşmaya yüzeysel devlet boyası çalabilmek için içte hamasi ya da kutsal duygu baskılaması, dış dünyaya karşı da sözde kafa tutma numaralarıyla durumu kurtarmaya çalışırlar. Yaşanan kaynak sıkışıklığı iç kaynakların toplumsal sınıflar arasında paylaşımı siyaset yapılanmasını servet kapısı haline getirir. Artık ne Plato’nun etik kuralları ne de kapitalizmin ekonomik güç rekabeti devrededir. İşte bu boşluğu kaba güç doldurur. Siyasi parti kurullarında, kongrelerde divana hakimiyette, seçimlerde sandıklara hakimiyette ve halktan gelecek şikayetleri söndürmede medya, üniversite, yargı vb. kurumlar üzerinde yönetsel kaba güç giderek açığa çıkarak kanser dokusu gibi siyasi kadroyu ve yönetim birimlerini sararak, tüm özgürlüklerin bekçisi olması gereken devleti bizzat baskılayıcı şiddet unsuruna dönüştürür.  

Siyasete girme yolu siyasi parti ve parti kongrelerinde yükselme kademelerinden geçtiği için kimi zaman para, kimi zaman da örtülü baskı ve güç ilişkisi öne çıkabilir. Bu durumda el altında bulundurulacak yarı-zamanlı siyasi kahyalar görevde olabilir. Böylesi yapıda siyaset kazanç kapısı haline geldiğinden siyasi parti kılıflı (Derin devlet yapılı değil!) suç(lu)lar oluşarak, siyasette tutunma güce dayandırılır ve siyasi partiler arasındaki çekişme siyaset biliminde yazıldığı üzere halka hizmet yarışına değil, karşıyı ezme ve iktidara yapışma yarışına döner. Türkiye’yi 27 Mayıs olayına taşıyan durum tam da buydu. Demokrasi adına tasvip edilemeyecek askeri operasyonları salt sonuçlarıyla değil, aynı zamanda sebepleriyle de yargılamak gerçek demokrasiyi oturtmak adına gerekmektedir. 27 Mayıs darbesinin yıl dönümünde geçmişteki siyasi kadronun siyaseti bırakmama hırsı tamamiyle ihmal edilerek salt darbenin olumsuz yönünün dillendirilmesi günümüz siyaseti açısından psikiyatrik tahlili gerektirir.

Türkiye’nin içine gömüldüğü mafya-siyaset çirkinliğini dizi izler gibi izlemek toplumsal felç durumunu yansıtır. Bu konuda hazin ve yanlış olan da durumun sadece dış görüntüsü ile izlenmesi ve perde arkasının tamamiyle ihmal edilmesidir. Oysa, siyaset-mafya ilişkisi her yönü ile ekonomi üzerinde, yanı paraya yönelik ve para kaynakları kullanılarak yürütüldüğüne göre, yaşanan görüntü emekçi üzerindeki sömürülerin hangi kanallardan nerelere aktarıldığının ve hangi amaçlarla kullanıldığının saptanmasını gerektirmektedir. Perde arkası çok çirkindir; partilerin işbaşına gelme çabalarının hizmet kaygısından öte zenginleşme olarak yürütülmesini halkımız net olarak algılamalı, emekçiler ise bu görüntüye baktığında ter ve kanları üzerinde kimlerin ne tür çirkinlikler yaptığını çok açık şekilde görmeli ve siyasi tercihlerini ona göre koymalıdırlar. Bu mesele basit siyaset-mafya çirkinliğini aşan, şirketlerin sömürü hesaplarının çok üzerine çıkan sömürü ve soygun düzeni görüntüsü sergilemektedir. Mafya-siyaset ilişkilerinde kullanılan kaynakları hangi toplumsal yarar hanesine yazacağız da, emekçilere durumu anlatabileceğiz? Bu çirkin ilişkilerde kullanılan her ünite paranın gerisinde emekçi hakkı gizlidir. Bu hesap ne milliyetçilikle, ne vatan sevgisiyle, ne de kara dincilikle halka anlatılabilir ve üstü örtülebilir. Yaşananlar içi boşaltılmış söylem ve sloganlar gölgesinde emekçi halkımızın alın teri ve canı pahasına ürettiği değerlere çökme operasyonudur; yoz kapitalizmin en iğrenç, fakat o kadar da açık görüntüsüdür. Siyasi iktidarın bu meseleyi tahkike yönelmeden üstünü örtmeye çalışması salt polisiye ya da adli olayı örtbas etmenin çok ötesinde, emek sömürüsünün üzerinde siyasette kalma adına halka ve emekçiye karşı darbedir.  

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa