29 Mayıs 2021 23:38

Faşizm günlerinde Sait Faik ve Nâzım Hikmet

Fotoğraf: Varlık yayınları 

PAZAR
Paylaş

Gündelik hayatı ve onu yaşayan insanı anlatmaktı Sait Faik’in derdi. Nerede olursa olsun onları yüceltmenin kalemiyle yazıyordu. Daha çok vapurun ikinci mevkiinde yazıyordu elbette. Nâzım’ın Memleketimden İnsan Manzarları’ndaki destansı şiiri, öykünün olanaklarında geçerli kılmak istiyordu Sait. İki dil birbirini tamamlıyordu bir yerde; zamana karşı, Hitler’e ve faşizme duyulan hayranlığa karşı, insanın onuru ve yaşamı için.

1938-39 kuşağı, şairler, yazarlar, ressamlar, sinemacılar, öğrenciler; S.E.S, Servet-i Fünun, Yeni Edebiyat gibi dergilerin etrafında toplanıp, dünyada ve Türkiye’de yükselmekte olan faşizm hayranlığına karşı, Nazi karşıtı bir cephe oluşturmaya çalışıyordu. Nazi yanlısı siyasetçiler ve polis teşkilatı kendi cephelerinin anlaşılır ve kabul edilir olması için akla gelemeyecek zor ve hile ile saldırıyordu, evet.  Şimdiki zamandan taransfer bir kavramla adlandıracak olursak, yandaş gazeteciler de ellerinden geleni yapmakta mahirdi kuşkusuz. Heybelerinde ne var ne yok Nazi karşıtı bir hayatı örgütlemeye çalışan gençlerin arasında Sait Faik de vardı.  Bir gün, hiç nedensiz, ortada bunu demesini gereketirecek bir şey yokken Abidin Dino’ya sokulup şöyle demişti: “Biliyor musun, falakaya yatırılmak istemem ya da başımın belaya girmesini polisle ama bir arkadaşı saklamak gerekirse çekinmem, bana gelebilir… Unutma sözümü.”

O dönemin İstanbul’unu şöyle anlatıyor Abidin Dino: “Siyasal göçmenler, kaçkınlar, sığıntılar, çift ajanlar, üçlü dörtlü oynayanlar (…), bütün dünya polislerince aranan dolandırıcılar, yankesiciler, sahte bankerler, sahici ya da uyduruk ‘meczup’lar sokakları, lokantaları, otelleri, barları, kumarhaneleri, karhaneleri, han hamamları, Galata ve Pera başta olmak üzere tün İstanbul’u çılgına çeviriyorlardı.”

Sait Faik de bu karmaşanın ortasında, bu çıkmazın ve savaşın, yıkımın ve sahtekarlığın ortasında dolanıp yazmaya çalışıyordu. Beyoğlu’nun sayısız mekanlarında birinde kendine yer arıyordu bakmak, görmek ve yazmak için. Çiçek Pasajı’nda ahbaplarıyla iki tek atıp oradan Yüksek Kaldırım’a seyirtiyor, vapura binerek adasına, anasına ve köpeğine gitmek için yola koyuluyordu. İkinci mevkinin oturma salonunda sarı kağıtları ve yıpranmış kalemleri çıkarıp yazdıklarını gözden geçiriyor, sandallara, yorgun martılara, işçilere ve akşamcılara bakarak hayata yeni sorular katmaya çalışıyordu. “Aşk nedir diye düşünüyorum. Galiba Stendhal, insanların en mühim icadı, diyor.”

Standhal’e hayrandı elbette Sait Faik. Maupasant’ı, Jack London’u, Conrad’ı ve Çehov’u sevdiğini de biliyoruz nihayet.

Bir roman yazması gerektiğine ikna ettiler onu. Kim olacak arkadaşları girdi aklına. Dünya savaşı ortalığı kasıp kavuruyordu. Nerede yazacaktı romanı? Ona bir çalışma alanı lazımdı, kimsenin rahatsız etmeyeceği ama insandan ve denizden uzak olmayacağı bir yer lazımdı ona. Dostları ikna etti Sait’i, Abidin Dino da dinleyici ve kobay olarak katılacaktı sürece. Her şey tamam, iyi de nerede yazacaktı romanı? Öykülerini iki arada bir derede, bekleme salonlarında, kahvede yazmasına alışmıştı, kendisi gibi çevresi de ama roman için mekan lazımdı, yazı masası lazımdı, derli toplu olmak, kendince ortalığı dağıtmak lazımdı…

Burgaz’daki evden daha iyi yer mi olur? Bu fikri asla kabul etmedi, hemen oracıkta kestirip attı Sait. Kuytudaydı ev. Fazla rahattı. Fazla anaç ve anasaldı.. Çalışamazdı böyle bir yerde.

Ona babasından kalan Tophane’deki yazıhane vardı ya, hiç ayak basmamıştı Sait. Kem küm etmesi fayda vermedi tabi, tozlu pencerelerinden bakınca rıhtıma yanaşan gemilerden boşalan ya da gemilere tırmanan insan kalabalığını görebiliyordu.

Ufak bir temizlik sonrasında suratı asık bir Sait Faik homurtularla yerleşti yazı masasına. Artık dilediği gibi çalışabilirdi burada; her yeri yazı notları ve eskizlerle doldurabilirdi. Bu dağınıklığı istiyordu belki de.  Ara vermeden çalışıyordu. Ara vermeden yazıyordu romanını Sait. Arada çay ve simitle, peynirle  öğünleri geçiştiriyor ve yazıyordu. Nihayet bittiğinde düzelti için de fazla uğraşmadı, düzeltilecek fazla bir şey yoktu zaten. Medarı Maişet Motoru böyle çıktı meydana, Yeni Mecmua’da tefrika edilen romanı kimse basmadı. Canım Agop Arad, ne güzel dostsun, sen nelere kadirsin… Sait annesinden aldığı parayla kitabı bastırdı, kısa süre sonra da devlet bu işe el attı tabi, Bakanlar Kurulu Kararı ile kitap toplatıldı. İlk baskısından 99 adet satıldığı not edildi bir yerlere. Edilsin.

Neden sonra, yıllar sonra açlık grevinden ve nice sürgünden ve nice hasretten, şiirden ve resimden sonra, nice görüş gününden, yazıdan ve aynadan sonra Nâzım da çıktı hapisten. Münevver ile Nâzım’ı Burgaz’a davet etti Sait. Kaç fırtınadan sonra bir araya geldi dostlar. Sandal gezisine çıktılar, dümende Nâzım vardı. İnanılmaz bir ışıltıyla baktılar dünyaya, insanlara, denizin mavisine, martılara. Kürekte kahkahalar atıyor Sait, Burgaz’da bir gün akşam olurken, mutluluk çınlıyor dalgaların sesinde…

***

Adil İzci, çalışkanlığı ve araştırmacılığıyla,  Varlık Yayınları aracılığıyla üstelik, yeni bir kitap armağan etti bize. Yakın zaman önce Anılarda Sait Faik yayımlandı. Dönemin yazarları, şairleri, gazetecileri Sait Faik hakknda neler yazmış diye merak edenler için ne güzel bir okuma ve arşiv olanağı. Dergilerden, kitaplardan bir bir bulup çıkarmış Adil İzci ve bütünlüklü bir Sait Faik çıkmış ortaya. Bildik, bilmedik bir sürü anı, kimler yok ki içinde. Ben de yazıyı kitapta yer alan Abidin Dino yazılarından arakladım zaten.

***

Hikayeciliğimizin bu modern öncüsü aşklarıyla, kavgaları, hırçınlıkları ve sevecenliğiyle, dostlukları ve yalnızlığıyla, ikinci mevki oturma salonundan dünyaya açılan bir pencere gibi. Bu günlere yazdıkları ve yaşadıklarıyla bir yanıt değil midir Sait Faik?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa