02 Haziran 2021 00:40

NATO ve Türkiye

Erdoğan ve Biden

Erdoğan fotoğrafı: DHA, Biden fotoğrafı: jlhervàs/Flickr (CC BY 2.0)

Paylaş

Erdoğan-Biden zirvesine geri sayım başlamışken Ankara’nın uzun zamandır beklediği bu görüşmedeki pazarlık gücü her geçen gün daha da zayıflıyor. 20 Ocak’ta Biden’ın Beyaz Saray’a oturmasıyla uluslararası ilişkilerde rüzgarlar sert bir şekilde yön değiştirdi. Dış politika ve güvenlik politikalarında ABD ve AB ülkeleri arasındaki açı kapanmaya başladı. Eylül’deki Almanya seçimlerinden itibaren pekişmesi muhtemel olan bu yeni transatlantik hamle, NATO içindeki görüş ayrılıkları, öncelik farklılıkları ve tereddütleri fırsata dönüştüren Erdoğan’ın manevra alanını giderek daraltıyor. Suriye ve Libya’da çatışmaların durulmasıyla bu bölgelerde sürpriz askeri harekatla diplomasi için koz kazanmak imkansız hale geliyor. Dahası bir yıldır Türkiye’nin gündemine yerleşmiş olan ekonomik kriz ve iktidar ittifakı içindeki kavgalar mevcut rejimin yapısal bir özelliği haline gelmiş durumda. İçerideki gücünü dışarıda etki elde etmek için kullanan değil, içeride iktidarda kalmak için dışarıdan destek arayan bir hükümet söz konusu. Bu denklemin orta vadede dahi değişebileceğine dair bir işaret yok. 14 Haziran Pazartesi günü Brüksel’de gerçekleşecek olan NATO zirvesi ve bu çerçevede planlanmış olan Erdoğan-Biden görüşmesi Türkiye’nin yeni rotası açısından büyük önem taşıyor.

Türkiye-NATO ve Türkiye-ABD ilişkileri Soğuk Savaş yıllarından beri inişli çıkışlıdır. Tüm çabalarına rağmen Türkiye Soğuk Savaş döneminde ABD nazarında değerli bir arazi olmaktan öteye geçememiştir. Ekonomik yardım sınırlı kalmış, ekonomik işbirliği derinleşmemiş, Amerikan yatırımı bir türlü istenilen düzeye çıkartılamamıştır. Bu açıdan bakıldığında ABD’nin NATO üyesi olmayan Suudi Arabistan, İran, İsrail, Ürdün ve Nasır sonrası Mısır gibi Ortadoğu ülkeleriyle çok daha teklifsiz ilişkilere girdiği gözlemlenebilir. SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın bitmesiyle Türkiye’nin statü endişesi artmış, arazi değerinin düşmemesi için Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu ve Orta Asya’da inisiyatif geliştirmeye çalışmıştır. Özal’ın Irak politikasıyla başlayıp Demirel’in “Çin Seddi’nden Adriyatik’e Türk Dünyası” politikasıyla devam eden bu çizginin genel hatlarını İsmail Cem, Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu’nun düşünce ve politikalarında da görmek mümkündür. Özetle, Ankara’nın transatlantik ittifakıyla ilişkilerinde yapısal sorunlar vardır ve 1990lardan beri her iktidara gelenin güzelce paketleyip sunduğu “aktif dış politika” aslında bu yapısal sorunlara ilişkin geliştirilen gündelik cevaplardan ibarettir.

Bugün ABD ve AB’nin karşısında Rusya ve Çin’in oturduğu uluslararası ilişkilerde Soğuk Savaş sonrası dönem kapanmaktadır. Yeni bir Soğuk Savaş’ın tartışıldığı günümüzde NATO ve transatlantik ilişkiler yeniden mevzilenecektir. Bir süredir Rusya’nın para aklama ağlarına, seçimleri etkileme operasyonlarına, medya ve politikacılar aracılığıyla Batı siyasetine yön verme çabalarında ilişkin ciddi inceleme ve soruşturmaların başlaması bu dönemin önemli bir özelliğidir. Transatlantik ittifakı, öncülüğünü yaptığı ve sermayeye sınırsız dolaşım özgürlüğü tanıyan finansal liberalleşmenin Rusya ve Çin tarafından kendisine nasıl bir silah olarak kullanılabileceğini görmüştür. Trump döneminde Soğuk Savaş’ın en azgın casusluk fantezilerinin ürünü olabilecek ilişkilerin ortaya çıkması meseleyi nihayet bir milli güvenlik sorunu, bir transatlantik güvenlik sorunu haline getirmiştir.

NATO’nun bu sorunun üstesinden gelip gelemeyeceğini önümüzdeki gelişmeler gösterecek. Ancak Biden yönetiminin Roosevelt’e benzer bir şekilde ekonomi, siyaset ve güvenlik alanlarını dönüştürerek bunları yeniden birbirine bağlayan bir restorasyon stratejisi takip ettiğini söyleyebiliriz. Bu tespit geçerliyse Ankara’nın elinde tuttuğu kozları masaya sürmesi için vakit giderek daralıyor. Biden’ın aylarca Erdoğan’la görüşmemesi, ağırdan almasının sebebi Beyaz Saray’ın acelesinin olmaması. Bu ilişkide zaman Washington lehine işliyor. Peki Ankara ne yapıyor?

Haziran zirvesi yaklaşırken Çavuşoğlu’nun alelacele Atina’ya koşup daha bir ay önce reality şovları hatırlatan bir basın toplantısı yaptığı Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias’la kucaklaşması  dikkat çekici bir işaret. Türkiye’nin S-400’ler için gelen Rus uzmanları ülkelerine geri göndereceğini ve füze sisteminin tamamen Türk kontrolünde olacağını açıklaması da gözden kaçmamalı. Ancak bu girişimler Ankara’nın Brüksel’deki “değerli yalnızlığına” bir çare olabilir mi?

Gazeteci Amberin Zaman Türkiye’nin sürekli Rusya’ya ilişkin NATO açıklamalarını veto tehdidiyle yumuşattığından bahsediyor.

Son olarak Ryanair uçağını kaçırarak içindeki gazeteciyi tutuklayan Beyaz Rusya’ya karşı özellikle Baltık ülkeleri ve Polonya’nın bastırdığı yaptırım kararının Türkiye tarafından engellenmesi tepki yaratmış durumda. Zaman’a konuşan diplomatik kaynaklar Ankara’nın, Rusya’nın ABD hükümetine karşı siber saldırısını konu alan 15 Nisan ve Çek Cumhuriyeti’nde bir cephaneliğin Rus ajanları tarafından havaya uçurulmasını kınayan 22 Nisan tarihli NATO bildirilerinde de Türkiye’nin benzer bir tavır aldığını vurguluyorlar. Bu haberlere bakılırsa Türkiye’nin NATO’daki yalnızlığı artarak devam ediyor. BAE veliahtı Muhammed bin Zayid’in himayelerinde yayınlarına devam eden Sedat Peker’in itirafları Haziran’da Brüksel kulislerinin favori dedikodularından biri haline gelirse şaşırmamak lazım.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa