13 Haziran 2021 00:18

Yangın var! Küllerimizden doğalım mı?

Fotoğraf: Pixabay

PAZAR
Paylaş

Siyasal kültür kavramı 1960’larda tartışılmaya başlıyor.

Bu alandaki ilk çalışma da Gabriel Almond ve Sidney Verba’nın “The Civic Culture” araştırması.

Almond ve Verba üç başlıkta inceliyorlar siyasal kültürü:

  • Cemaatçi ve yerel siyasal kültür: Bireyler en yakın çevreyle ve o çevrenin değerleriyle kendilerini özdeşleştirir.  Siyasi merkezin farkında değildir ya da ona kayıtsızdır. Bu tip siyasal kültürde bireylerde duygusal ve normatif değerler ağırlıkta, bilgisel değerler dikkate alınmıyor. Almond ve Verba buna örnek olarak Osmanlı İmparatorluğu’nu almış.
  • Tabiyet kültürü: Bireyler siyasi merkezden ve özelliklerinden haberdardır ancak kendini bir teba olarak algılar ve siyasi merkezde etkisi olabileceğini düşünmez. Siyasete dair tavrı edilgendir, tevekkül ve ürkeklik hakimdir. Bu sadece bireylerin davranışı değil, siyasi merkezin de beklentisi, dayatmasıdır. Örnek olarak Fransa’daki Monarşistleri ele almışlar. Cumhuriyeti tanır, demokrasiyi bilir ama her ikisini de kabullenmezlerdi.
  • Katılımcı siyasal kültür: Bireyler, siyasal düzenin bütünüyle farkındadır ve onun üzerinde etkili olabileceğini düşünür.  Sadece ulusal değil evrensel değerlerle de ilişki içindedir. Yaşama katlanmayı, edilgenliği değil olgu ve olaylara yön vermeyi amaçlarlar. Sorunları dünya ölçütleriyle çözebileceğine güvenirler. Aynı zamanda dünyevi düşünen, karşılaştığı sorunları dünya ölçüleriyle çözebileceğine güvenen bireylerdir. Siyasetle ilgisinde donanımlı, başkalarıyla bir araya gelmede başarılı, yurttaş hakları ve ödevleri konusunda duyarlı, aktivist ve katılımcıdırlar.  Katılımcı siyasal kültür modern olandır ve istikrarlı demokrasinin “sine qua non”ı yani olmazsa olmaz koşuludur.

Şimdi biz kendimizi nereye koyalım?

Hangi kültüre yakıştıralım kendimizi?

Bizden beklenen ilk ikisi, ikisi de kolaylaştırıyor işlerini. Mahalle muhtarından yoksul kağıdı almakla uğraşalım, ötesine karışmayalım, değiştirebileceğimize inanmayalım, siyasete biz bulaşmayalım, partilere yetki devredelim, biz seyredelim, anlatılan kadarına tamah edelim, tevekkülle bekleyelim, nankörlük etmeyelim, el açalım, minnet edelim en kötü gidip muhalefet partilerine trip atarız. Ya da demokrasiyi bilir, varlığını kabul eder, birilerinin önümüze koymasını bekleriz. Bu muyuz biz?  

Sanki bizi teker teker birer metal kafese koymuşlar, altımızda ateşler yanıyor, ama işte sırtüstü yattığımız tabut gibi kafesin yüzümüze bakan kapağında bir ekran var, kaydırıyoruz, izliyoruz, yazıyoruz, oyalanıyoruz onunla, altımızda artan ısı artıyor, kıpırdanıyor, söyleniyoruz ama hiç kapağı ittirmek gelmiyor aklımıza, oysa lehimli değil, kilitli değil.

Toplumsal ahlak çöktüğünde yeniden etik duvarlar örüp yepyeni bir kültür inşa etmek gerekir. Çökmedi mi? İstanbul Sözleşmesi’nden bir imzayla çıkıp üzerine utanmadan 6284’ü kaldırmaktan bahsetmediler mi? Sırada çocuk istismarını önlemeye yönelik Lanzarote var demediler mi? Kürsülere çıkıp ölüm tehditleri savurmadılar mı? O ekrana iki satır yazıp dalgasını geçince üzerimizden izi silinmiyor: Her birimizi bir sebep terörist ilan etmediler mi? Bunca kirli ilişki içerisinde kalkıp soruşturmayı gerçekleri haykıran Ahmet Şık’a açmadılar mı?

Mecliste bu ilişkilerin araştırılması teklifini reddetmediler mi? Sizi, tanıdığınız birilerini, sevdiğiniz bir yazarı, bildiğiniz bir akademisyeni, izlediğiniz bir oyuncuyu muhakkak karakola ifadeye, yargılanmak için adliyeye götürmediler mi? Marmara, Salda gözümüzün önünde ölmedi mi? Bunların hepsi sadece hepsi son 1 ayda olmadı mı?

Yanıyoruz, siz yaz sıcağı mı sanıyorsunuz bu cehennem ateşini?

Bizler yurttaşlık görevimizi senelerdir yerine getiriyoruz. Aldığımız ekmekte, içtiğimiz suda cebimize giren her kuruşta vergimizi ödüyoruz. Peki ya haklarımız? Yaşam hakkı, eşit muamele eşit yargı hakkı, eğitim hakkı, sağlık hakkı, protesto ve eylem hakkı...

Hak bizimse savunmak kimin işi?

Adalet elden gittiyse hepimiz için gitti. Siyasete bulaşmayan kendini kurtarabilecek mi sanki? İşte taş ocağı için gelir çökerler ahırına, ormanına, yok dersen mermi yağdırırlar, devletin mermisini.

Üzerinden arabayla geçerler, tecavüze uğrarsın, vurulursun, dövülürsün, malına el koyarlar. Yapanın adına sanına, partisine göre cezasız kalabilir, kalmadı mı?

Yanıyoruz. Yangın her yeri sardı.

Ne yapmalı?

Öncelikle sileceğiz “Hiçbir şey değişmeyecek, bu kördüğüm çözülmez” algısını.

Olumsuz bir yorum, olumludan çok daha hızlı yayılıyor. Ve umudun üzerini örtüp gidiyor. Umut etmeden ve umuda emek vermeden kurtulamayız. Kötümserlik ve korku yaymayacağız.

Sistem her yerinden çöktü, tüm suçlar bir bir ortaya seriliyor. Yoksulluk öyle altın bulundularla, doğal gaz çıktılarla saklanmıyor. Uzaya giden tek şey dolar, istediği kadar medyayı parmağında oynatsınlar, kopyala yapıştır haberler gerçeği örtemiyor, her şey fazlasıyla aşikar.

Üzerimizdeki kapak lehimli değil.

Değiştireceğiz diyeceğiz. Tek bir skandalı normalleştirmeyeceğiz, Vatan Millet Sakarya edebiyatını yemiyoruz işte, yemeyeceğiz diyeceğiz.

Tehditleri kabul etmeyeceğiz.

“Muhalefet yapsın” değil, asıl muhalefet biziz, ne istiyorsak öyle olacak, güç biziz. 

Ne istediğimizi hep bir ağızdan haykıracağız, toplumsal muhalefet olarak siyasi muhalefetin önüne düşeceğiz. Yolu biz göstereceğiz.

Ne istiyoruz: işte geçen gün binlerce insan, binlerce başlıkta sosyal medyada yazdı: HAK ADALET DEMOKRASİ istiyoruz. HADİ hemen istiyoruz.

İklim için, ormanlar, dereler, denizler ve göller için, tüm siyasi tutuklular için, faili meçhuller için, cebimizden çekilen her kuruş için, gasbedilen irademiz için, akademi için...

Ne kadar çokmuşuz aslında ve ne çok hak kaybettirilmişiz.

Peki ne duymak istiyoruz? 

Bu iktidardan bir talebimiz kaldı mı? Tek bir talebimiz dinlendi mi, yerine getirildi mi? 

Yahu adamlar Marmara için verilen soru önergesini bile reddedip kendileri bir daha verdi.

Bize buradan artık hayır gelir mi?

Biz muhalefetten bir araya gelmesini isteyeceğiz. Biz yan yana durabiliyorken size ne oluyor diyeceğiz.

Bu iktidarın klişe ettiği ayrıştırıcı söylemlerden çıkacaklar, zorundalar. Katılımcı bir demokrasi istiyoruz.

HDP’nin yanında hep birlikte duracaklar, durmak zorundalar. Ahmet Şık yalnız değildir, hep birlikte duracağız arkasında. Kırmızı çizgilerimizin üzerinden defalarca geçeceğiz ki iyice görünür olsun.

Bir zamanlar başka bir ülkede miydi o seçim öncesi açık oturumlar? Tartışacaksanız tartışın, bir başkasının tebası olmak değil o tartışmaların odağında, içinde olmak için hadi diyoruz biz, izleyeceğiz, dinleyeceğiz, dahil olacağız.

Ortak aday şart. Herkesi sorumluluğunu bilmeye çağırıyoruz, yangın boyu aştı, alevler ezberlerinizden sert.

Ne kadar sürede hangi haklara nasıl geri kavuşacağız, siyasi tutsaklar ne olacak, kayyumlar ne olacak, yargı nasıl toparlanacak, iklim için ne yapılacak, hangi bakanlıklar nasıl bölüşülecek, bu rant düzeni nasıl bitirilecek, Sayıştay neler yapacak, neler soruşturulacak, garanti geçiş ücretlerinden nasıl kurtulacağız, neler nasıl kamulaştırılacak, Varlık Fonuna ne olacak, eğitim nasıl toparlanacak, formülleri konuşalım ama artık HADİ konuşalım. 

Herkes konuşmak zorunda, korkuya, çekinceye, ezberletilmiş dengelere, dayatılmış kurallara, kötümserliğin bataklığına teslim olacak ya da seyirci kalacak zamanda değiliz.

Kurtuluşa giden yol bizim elimizde.

Ahmet Şık’a yönelik tehdit üzerine ne kadar çok insan Ahmet Şık yalnız değildir diye onunla çekilmiş fotoğrafını paylaştı gördünüz mü?

Ben şunu düşündüm, Ahmet Şık ne kadar çok insana yetişebilmiş, el verebilmiş, destek olabilmiş, yanında durabilmiş. Herkes Ahmet Şık olamaz belki, gerçeği o kadar net haykıramaz, öyle düzgün ve ifade edemez kendini, herkes öyle gazetecilik yapamayabilir, o meziyet, o yürek, o cesaret bazı insanlara özgü, ama hakkı yeneni yalnız bırakmamayı herkes başarabilir, yanlarında durmak yeter. 

Bir yazıda siyasi propagandanın kurallarından bahsetmiştim.

Biri de şuydu:

“Oy birliği ve bulaşma kuralı, insan toplumda yalnız başına yaşamaz ve gruptaki egemen düşüncenin etkisinde kalır. Kamuoyunun genel kanaati bireysel kanaatinin ya da çıkarın önüne geçebilir.”

O halde, çıkışı göstermek için parti propagandalarını izlemekle yetinmeyip halkın propagandasını yaratalım. Oy birliğine vardığımız şey kazanacağımız gerçeği olsun, kazanmayı her şeyden çok istediğimizi, başaracağımız duygusunu ve cesareti bulaştıralım.

Yeni kuralları biz koyacağız.

Rüzgarın yönünü belirlemek bizim elimizde çünkü o rüzgar bizim nefesimiz.

Her nefeste yaşadığımızı hissedebileceğimiz günler için şimdi derin bir nefes alıp söyleyelim: HADİ, Hak, Adalet, Demokrasi için şimdi!

Son söz: Her hafta yazımı ilettiğimde editörden bir tek not gelir: Teşekkürler, eline sağlık. Başka ne bir eleştiri ne bir şerh. Ne yazdıysam öyle yayımlanır.

Şu okuduğunuz satırlar ne otosansüre ne de sansüre takılır. Bugün gerçekle olan bağımız, basın özgürlüğünden elde kalanımız bedel ödemeyi göze alan patronsuz, bağımsız medya sayesindedir.

Bu hafta gazetemizin 26. yaşını kutluyoruz. Kendi adıma o başarabiliriz hissini kalabalıklarla görüyorum. Buraya kadar yazıyı okumuş herkesten ricamdır: Eğer hâlâ abonesi değilseniz ve ayda en azından 5 lira verebilecek durumdaysanız abone.evrensel.net’e girip abone olun.

Çünkü Evrensel, çok daha büyük bedelleri gerçeğin uğruna ödedi, ödüyor, ödeyecek. Yan yana ve kalabalık duralım. Bu yapılabilecekler içinde en kolay şey.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa