13 Haziran 2021 23:50

Milli maç aynasından görülenler: Asker sporcu, ton balıklı makarna, hayalperest TRT!

2020 Avrupa Futbol Şampiyonası (EURO 2020) A grubu ilk maçında, A Milli Takım ile İtalya milli takımı Roma şehrindeki Olimpiyat Stadı'nda karşı karşıya geldi. Karşılaşmayı kaybeden A Milli Takım futbolcusu Hakan Çalhanoğlu üzüntü yaşadı.

Fotoğraf: AA

Paylaş

Futbolcuları askerlerle eşleyen çoklu Kıraç bozukluğundan muzdarip şarkı… İtalyan bayraklı bir erkekle Türk bayraklı bir kadının öpüşmesini hakaret zannedenlerin hezeyanı… Dardanel’in bir kez olsun şirket ruhunu dürüst bir şekilde yansıttığı ton balıklı makarna reklamı… Maç sırasında spiker ikilisinin gerçeklerden kaçarak hayal alemine sığınması… Milli maçların ne olduğumuzu böyle net bir şekilde göstermesini hep takdir etmişimdir.

İtalya maçı öncesi yaşananların hiçbiri alanında ilk değil. En eskisi/kıdemlisi sporcu-asker benzetmesi olmak üzere maç öncesi manşetler ve reklamlar yoluyla milliyetçilik/cinsiyetçilik yarışına girmek de bu uğurda sosyal medya patlamaları yaşamak da aşina olduğumuz şeyler. Ancak elbette güncelin milli maç adlı ulusal öfori sürecine katkıları yadsınamaz. Maç sırasında spikerlerden birinin yaptığı Merih Demiral hatırlatması bu bakımdan yerindeydi. Demiral’ın vücudu, sağlı sollu İtalya ataklarına dayanamayıp kendi kalesine golle reaksiyon verince spiker, onun bugüne kadar kaleyi “Vatanı korur gibi” savunduğunu söyledi. Çağlar Söyüncü’nün Demiral’ın topu çizgiden çıkardığı İzlanda maçı sonrası yaptığı bir benzetmeydi bu ve bugün çokça şikayet edilen tablonun mimarları tarafından sloganlaştırılmıştı: “Savunma Bakanı Merih Demiral”, “Futbolcu olmasaydı bordo bereli olurdu” vs.

Malum Türkiye’nin içeride-dışarıda savaşa eskisinden çok daha angaje olduğu 2015 sonrasının itiraflarını bu dönemin yıldızlarından birinden dinliyoruz. Onun dediği gibi “Ne zaman bir şeyleri gizlemeye çalışsalar vatan-millet edebiyatını köpürtürler.” Böylesi militarize bir havanın hakim olduğu ülkede 2015 sonrası kuşağın iki genç futbolcusunun sahada yaptıkları işi “Vatanı korumak” olarak ifade etmesini yadırgamıyorum. Ancak bu atmosfere biat edenleri, içeride-dışarıda savaşa geçtim sesini çıkarmayı en ön saflardan destek veren üstelik bunu öyle ASpor’dan falan değil “bağımsız” dijital yayınlarından yapan spor yorumcularını gayet net hatırlıyorum. Onlar, destekledikleri savaşların kimlerin çıkarlarına hizmet ettiğini Sedat Peker’den dinlerken bugünkü tabloda payları olmadığını sakın düşünmesinler.

***

Gelelim mevzunun özüne yani modern dönemin kadim sporcu-asker analojisine. Bir kere bu neredeyse ideolojiler üstü bir mesele. Yani uluslararası sistem içerisinde yer alan, rekabetçi sporları olumlayan ve bunlara doğrudan olmasa dahi bir şekilde politik işlev yükleyen her ideoloji/devlet bir noktada sporcularını “asker” ya da bir davanın savunucusu olarak görmüştür. Bu yüzden burjuva spor sistemi, uluslararası müsabakaları, devlet aidiyetini temel alarak icat etmiş ve onları ulusal pazarların rekabetinin bir başka sahasına çevirmiştir. Bu yüzden 1930’lar sporun bazı siyasi rejimler açısından çok daha ciddi şekilde ele alındığı bir dönem olmuştur. Bu yüzden sosyalist ülkeler bir noktadan sonra spora muazzam bir propaganda aracı olarak yaklaşmıştır.

Hal böyleyken uluslararası sahneye çıkan sporcular kendilerinden öte tabi oldukları devletin değerlerini yansıttıkları varsayılan ulusal gurur üreteçleri olarak görülürler. Bu, sporcuların hayatları, bedenleri, fikirleri üzerinde dahi sahip oldukları ulusal temsil niteliği nedeniyle hak iddia edilmesine ve evet ne yazık ki temelde onların birer asker olarak görülmesine yol açar. Tabii günümüzde bu hakim yaklaşımı törpüleyebilen toplumlar, bizim maruz kaldığımız çoklu Kıraç bozukluğu benzeri bir parodiyi seyretmek zorunda kalmıyor, ne mutlu onlara!

Sporun politik fikirlerin taşıyıcısı olması önüne geçilebilecek bir şey değil. Bunun önüne geçtiğini iddia edenler, “Spora siyaset karışamaz” diyenler zaten dünya sporunun yöneticileri ve onların “siyaset”ten kastı ekseriyetle henüz ehlileştirilememiş özgürlük, eşitlik talepleri… Ancak spor aracılığıyla topluma nasıl müdahale edildiğini, hakim gerici fikirlerin nasıl yaygınlaştırıldığını kaydetmek ve bununla mücadelenin vesilelerini yaratmak bizim görevimiz.

Milli maçla aynaya baktık ve Kıraç’ı, ton balıklı makarnayı, TRT’yi vs. gördük ama aynı zamanda bunlara karşı büyük bir tepki de vardı. Yani enseyi karartmayalım çoklu Kıraç bozukluğu kader değil!

NOT: Yeri gelmişken IOC’nin ulusları, spor sahasında devam eden “Savaş olmayan bir savaşta savaştıran” olimpiyatlarına karşı ulusal bayrakları, marşları reddeden yalnızca enternasyonalizmin bayraklarını, sloganlarını taşıyan 1925-1937 arası işçi olimpiyatlarına selam olsun. “Törpü”den öte tek alternatif orada.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa