Tehlike büyüyor

İzzet İpek'in cüzdanı | Fotoğraf: Fırat Topal/Evrensel
İktidarın düşüncesi nedir, bilemiyorum. Belki şöyle düşünülüyordur; önce gelir dağılımının bozulması yoluyla sermaye birikimi yapılsın, ikinci aşamada da yoğun yatırımlarla hem istihdam yükselir, hem de gelir dağılımı düzelir. Bu düşünce teorik temelden yoksun olmamakla beraber, şu anda gerek Türkiye’nin koşulları, gerek içinde bulunduğu dünya koşulları bu düşünceye elverişli değildir. Bundan dolayıdır ki, Türkiye sağ politikalarla sol çıkış arasında sıkışmış durumdadır. Yine bundan dolayıdır ki, sol düşünce ve politikaların geliştirilmesi için fevkalade uygun bir ortam içinde bulunmaktayız. Ne var ki, maalesef, birinci durumda açmazla karşı karşıyayız, ikinci durumda ise hemen hiçbir hazırlığımız ve yapısal temelimiz bulunmamaktadır.
Bu tartışmayı ileriki günlerde yapabiliriz, hatta yapmamız kaçınılmazdır. Bu hafta, geçen hafta işsizlik üzerine yazdığım kısa yazının devamı olarak, işsizliğin de çok büyük payının olduğu gelir dağılımı uçurumunun giderek yükselen ve belki de dönüşü çok zor ürkütücü boyutunu irdelemek istiyorum.
Bir canlı varlığın korkunç bir canavara dönüştüğü tek ortam açlıktır. İşte büyüyen gelir dağılımı yoksulluğu ve açlığı çözümsüz hale getirdiğinde bireyleri birer canavara dönüşmüş bir toplum içinde buluruz kendimizi. Hele de, iktidarın çevresine yapışarak milletin kanını emen yandaşlar olduğu zaman yoksulluğun canavarlaşmaya dönüşmesi daha da kolaylaşır.
Mesele bir ulusun genel olarak yoksul olmasının çok ötesinde, gelir kategorileri arasında uçurumların oluşmasıdır. Bir önceki aile ve sosyal işlere bakan hanımefendinin yoksullukla ilgili sığ söylemleri akla durgunluk verici olduğu kadar, maalesef siyasilerin halkın sorunlarından ne denli uzak, hatta yanlış politikalar izleyebilecekleri kadar korkutucu olduğunun da göstergesidir.
Muhalefet partilerinim giderek yaygınlaştırdığı halkla temas ve durum saptaması gezileri salt muhalefet adına propaganda olarak görülemez. Bu geziler ki, keşke iktidar mensubu elemanlar da halkın içine girebilme ve koruma perdesi olmadan halkın samimi duygu ve düşüncelerini alabilse, salt siyasi partilere değil, tüm ülkeye ve bu korkunç gidişata çare olabilir. İktidar mensubu siyasiler ise, giderek iktidardan düşerken koltuğa yapışmış olarak, halkla bir araya gelmeyi akıllarının ucundan dahi geçirmemektedirler.
Sosyal sorunlar uzun erimde siyaseti, hatta ülke rejimini altüst eder. Ancak, o esnada yaşanacak çalkantı ve asayiş sorunları toplumsal şuuru yağmaya dönüştürebilir. Mafya liderlerinin toplumsal hafızaya kazıdığı davranış kalıbının yaygın halk katmanlarında refleks olarak harekete geçmesi sonucunda, dizi gibi izlediğimiz ve şimdilik üst düzeyde seyreden yağma olaylarının giderek toplumun alt katmanlarına denetimsiz olarak inmesi söz konusu olabilir.
Halkımızı ürkütmeye gerek yoktur, ancak, siyasi erkin aklını başına toplaması ve toplumun şimdiki durumunu ve geleceğini tehlikeye atmaya yeltenmemesi zaruridir. Zira öyle bir an gelebilir ki, siyasi ya da kişisel hırsıyla koltuğa yapışmış siyasi kadroyu ya da kişileri halk bertaraf eder. Böylesi, ülkemize ve ulusumuza yakışmayan bu tür acılardan kaçınmak için toplum siyasi tercihlerini ona göre, siyasi erk de siyasi yürüyüşünü ve seçim kararını aklıselimle yapmak zorundadır.
Türkiye’nin dış ülkeler üzerinde yürüttüğü askeri operasyonların iç politikayı tahkimde kullanma hedefi yanlış bir politikadır. Osmanlı’nın özellikle son dönemlerinde de ortaya çıkan bu yanlış politika, bugünkü koşullarda fahiş bir hatadır. Nitekim Afganistan’da havaalanının korunması ihalesinin(!) alınması işinin nasıl Batılıların iradesine bağlı olduğu bizzat verilen mesajların örtülü ifadelerinden anlaşılmaktadır. Bu durum, Türkiye'nin dış itibarı ile var olan siyasi yapının iç siyaseti tahkim etmesi arasında değiş-tokuş edilecek bir durum değildir. Kaldı ki, halkımıza böylesi politikaların vatan savunması ile ilgisinin anlatılması bir aşamadan sonra olası da değildir. Suriye gibi sınır komşularımıza müdahalenin savunma hattını ülke dışında kurmak gibi bir amacı, tartışmaya çok açık olsa da, anlatılması görece olanaklıdır. Ancak Afganistan gibi, sınır ötesi bir ülkede, hele de oraya hakim güçlerin tüm yabancıların ülkeden çıkmasını talep ettiği koşulda güç konuşlandırması çok düşündürücüdür. Para ile her iş yapılamaz, hele de ülke evlatlarının kanı para ile hiç ölçülemez ve değiştirilemez!
Hiçbir koşulda, özellikle de emperyalistlerin cirit attığı bir dünyada ekonomik ve siyasi açıklarla boğuşan bir ülkenin dış siyasetle iç çarpıklığı örtme çabası çaresizliğin perdelenmesi ötesinde bir anlam ifade etmez. Yükselen yoksulluğun ve gelir dağılımı sorununun çözümü dışta savaşmak ve içte de, bunu besleyecek şekilde, bölücü düşmanlıkta değildir. Siyasilerin bu mantığı çok iyi anlaması, özümsemesi ve bunu terk etmesi kaçınılmazdır.
Evrensel'i Takip Et