Deniz’e verilebilecek söz, HDP’nin kapatılmasına karşı çıkmaktır
Suriye’de cihatçı sahada mesai yapıp ‘talim ve terbiye’ görmüş bir katil, 24 saat gözetlendiği herkes tarafından bilinen HDP’nin İzmir bürosuna katliam için girdi, onlarca kurşun sıktı, büroda bulunan Deniz Poyraz’ı alçakça katletti. Beklenmedik bir şey miydi? Çok mu şaşırtıcı oldu? Evet öyle diyen, ya Türkiye siyasetiyle yeterince ilgilenmiyordur ya da böyle durumlarda hemen devreye sokulan karartma ve çarpıtma ‘mekaniğinin’ içinden konuşuyordur.
İktidarın yıllardır sürdürdüğü HDP siyasetini bilenler açısından bu son saldırıyı ‘beklenmedik’ kılan ne var ki? Şaşırtıcı olan ne?
Saldırıya dair haber ve yorumlarda en çok tekrarlanan sözcük ‘provokasyon’ oluyor. Bu bir provokasyonmuş! Neyin provokasyonu peki? HDP bürosu basılacak, üyesi öldürülecek ve HDP’liler, Kürtler sokağa çıkacak, ülke karışacak, iktidar demokrasiyi hepten askıya alacak... Bu mudur gerçekten? Böyleyse eğer, HDP’liler de dahil halkı sokaklardan yalıtan, sokağı yasaklayan bizzat iktidarın kendisi değil mi peki? Bu durumda, öteden beri halkı ve sokağı siyasetten men etmeye çalışan iktidarın kendisi nasıl oluyor da halkı sokağa itmeye çalışan bir provokasyona başvuruyor? Bir çelişki yok mu burada? Ayrıca, bu saldırı Kürtleri sokağa taşırma hedefli bir provokasyonsa eğer, sokağa çıkıp bu alçakça katliamı protesto etmek de provokasyona alet olmak anlamına gelmez mi? Öyle ya da böyle, muhalif bir siyaset okumasında ‘provokasyon’ söylemi çoğu zaman önü arkası düşünülmeden kullanılan bir ‘ezber kalıp’ olmanın ötesine geçmiyor. Ha, sindirme amaçlı bir provokasyonsa kastedilen, buna da provokasyon denmez zaten. Her saldırının amacı sindirmektir tabi ki. Dolaysız, dolayımsız bir amaç...
Ezber kalıp ama öyle durduğu yerde durmuyor. ‘Provokasyon’ argümanı ne kadar etkili olursa, muhalif dozaj o ölçüde irtifa kaybedecek, kendisine ayar verecek, bazı şeylerden imtina etmek zorunda kalacaktır. Provokasyon söylemi, provokasyonun kendisinden daha tehlikeli bir tuzak olabiliyor yani. Sonuçta, ‘aman provokasyon var’ ya da ‘tuzağa düşmeyelim’ kıvamında bir tepkisellik, bizzat muhalif siyasetin alanını daraltarak iktidara yarayacaktır. Bugün Millet İttifakı muhalefetinin yaptığı gibi...
***
İktidarın propoganda servisleri de provokasyondan bahsediyorlar tabi ki. Sonu provokasyona çıkan bir dizi saçmalık tekrarlanıp duruyor. Atış serbest yani. Amaç, ‘milletimizi birbirine düşürmekmiş’ mesela... Böyleyse eğer, açık saçık, düzeysiz, sınırsız bir nefret söylemiyle HDP’yi düşmanlaştırıp böylesi saldırıların hedefi kılanlar provokasyonun bizzat müsebbibi olmuyor mu? HDP için, “itlaf edilesi haşareler” diyenler örneğin, ‘milleti birbirine düşürmeye çalışan bu provokasyonun’ neresinde?
İktidar cenahından bir başka provokasyonlu yorum ise ibretlik. Efendim, kapatılma davasıyla başbaşa olan HDP’ye ‘mağduriyet’ bahşeden bir provokasyonmuş bu! HDP’ye mağduriyet imali bir provokasyon konusuysa eğer; bu partinin binlerce üyesini, yöneticisini zindanlara atan, halkın oylarıyla kazanılmış belediyeleri kayyumla gasp eden, belediye başkanlarını, vekillerini, eş başkanlarını tutuklayan bu iktidarın varlığı değil midir zaten bu mağduriyeti yaratan? Bu iktidarın varlığı yeter, mağduriyet için provokasyona gerek var mı? Adına prof., gazeteci, uzman deyip havuz başında ötenler, “HDP’nin bu saldırıdan mağduriyet üretmesine izin vermeyiz” diyorlar bir de. Utanmasalar, HDP’liler kendi bürolarını bastı diyecekler. Ki yakında ‘FETÖ-PKK işbirliği’ derlerse hiç şaşırmayın!
İktidar mahfillerinden üzerimize boca edilen her türlü provokasyon yorumunun esas olarak saldırıyı karartmaya dönük olduğu açık. Karartma mesaisini, “Deniz kızımız işte böyle bir oyunun kurbanı oldu” ajitasyonuyla süslemeyi ihmal etmeyen bazı alçakları görünce insanın tahammül sınırları da iflas ediyor gerçekten: Sahtekârsınız, Deniz sizin yüzünüze bile tükürmezdi, kime ne satıyorsunuz siz!
***
Saldırıya dair çok şey söylenebilir, analizler yapılabilir. Ama ne olursa olsun sonuçta vurulan bellidir, basılan yer bellidir, saldırı altında olanlar bellidir, siyaset yapması yasaklananlar bellidir, belediyelerine el konulan, yöneticileri mapuslara doldurulan ve nihayet kapatılmak istenen parti bellidir. Önce bunu görelim. Nedense ‘provokasyon’ denilenlerde dayak yiyen, can veren, linçlere uğrayanlar Kürtler oluyor genellikle! Evet, mafyacının dediği gibi, “korku iklimine” ihtiyacı var iktidarın. Ama bu iklim yaratılırken hedefler de ‘özel’ oluyor işte. Yüz yıllık devlet dersinden paylarına zulüm dışında bir şey düşmeyenlerin hedef alınıyor oluşunun da özel bir anlamı olmalı. Çetelerin, mafyacıların cirit attığı, ‘çökme’, soygun, talan düzenini ayakta tutan ideolojik-politik harcın ana sütunlarından biridir Kürt düşmanlığı... Hep el altında tutulan ve bazen kendiliğinden bazen planlı gerçekleşen saldırıların değişmeyen cephaneliğidir. Önce bu gerçeği kabul edelim.
Katledilen Deniz’imiz de dahil dokuz çocuk annesi Fehime Poyraz, yıllar önce gözaltına alındığında, polisin kendisine “O kadar çocuğu ne için doğurdun?” diye sorduğunu söylüyor ve “Devlet 25 sene önce bana bunu soruyordu. Ondan sonra üç çocuğumu cezaevine koydular. Deniz’imi de elimden aldılar” diye ekliyor...
Defalarca gözaltına alınan ve kızının cenazesinde “ Ben yıkılmam kurban, ayaktayım yıkılmam... 40 yıldır yıkılmadım, bundan sonra da yıkılmam. Başım diktir, yıkılmam ben yıkılmam...” diyen bir anne, cezaevinde üç oğul ve en son delik deşik edilmiş sevgili kızı... Kurşunlarla taranmış Türkiye’nin üçüncü büyük partisinin bürosu, masanın üzerinde kalmış birkaç dilim domates, üç beş zeytinli fukara kahvaltısı... Hemen dışarda sürekli mevcut polis noktası... Katilin sosyal medya hesaplarından dökülen silahlı, kurt işaretli, cihatçı mesaiden fotoğraflar... Manzara yeterince açık değil mi? Fazla analize gerek var mı? Analiz, siyaset belirlemek için gereklidir elbette ama siyaset demek değildir. İzmir’deki faşist saldırıdan hareketle yapılacak analiz ve yorumlar, HDP’nin kapatılmasına dair bir fiili karşı duruşla bütünleşmiyorsa, kusura bakılmasın ama siyasal iddiadan yoksundur. Siyaset değil, sadece analizdir. Analiz yapıp izlemenin hele muhalif siyasetle bir ilgisi yoktur. Deniz kardeşimize ya da ömrü mücadeleyle geçmiş cefakâr annesine verilebilecek, söylenebilecek en anlamlı güncel söz de bu davaya dair takınılacak pratik tutumdur.
Evrensel'i Takip Et