Devrimci mücadele ve burjuva muhalefet
Fotoğraf: DHA (Arşiv)
Gezi Direnişi olarak Türkiye mücadele tarihine geçen milyonların hareketi, Erdoğan yönetiminin, toplum yaşamını kendi dünya görüşü doğrultusunda yeniden şekillendirmek üzere zapturapt altına alma politikasına itirazın büyük coşku ve azimle sokakta, meydanlarda, semtlerde, okullarda dışa vurumu, farklılıkları ve benzerlikleriyle dile gelişiydi. Sarsıcıydı, canlandırıcıydı, umut vericiydi. Sonuç alıcı olmanın yolunu, kitlesel hareketin gücünü göstermekteydi. Erdoğan yönetimi için ürkütücü; hak arayışındaki, baskı ve talandan bıkmış, düşüncesini dile getirdiği, zulme itiraz ettiği için polis gücüyle susturulmak istenmeyen geniş gençlik kesimleri, kent emekçileri, işçiler, işsizler, küçük girişimciler, kadınlar, esnaf vb. gibi toplumun farklı kesimlerinden milyonlarca insan için “bu cendereden kurtulmayı başarabiliriz” öz güvenini besleyici bir “ayağa kalkış”tı! Hâlâ yargılanmaya, etkisi tümüyle silinmeye çalışılmasının en önemli nedeni budur. Karşı seferberlikle, kara propagandayla, devlet-hükümet mitingleriyle, asker-polis-MİT-devlet-hükümet dincilerinin karşı kampanyanın güçleri olarak harekete geçirilmesiyle bastırıldı.
Erdoğan yönetimindeki devlet gücünün kolektif seferberlikle karalayıp baskıyla sonlandırmaya çalıştığı bir diğer önemli direniş Metal işçilerinin grevli eylemleriydi. RENO’nun Fransız patronlarını dahi işçilere karşı harekete geçmeye çağıran Türkçü-İslamcı yönetim, azınlığın azınlığı diktatörlüğünü sürdürmek için “Muhafazakâr milliyetçi” olduklarını söyleyen işçilerin ekmeğiyle oynamaktan asla kaçınmadı.
Bu tutum her öğrenci, her gençlik, her kadın eylemine karşı, hatta giderek artan şiddette baskı aracıyla sürdürüldü. Sadece polis ve bekçi kuvvetleri, özel güvenlik adlı milis güçleri, jandarma Bahçeli’nin komando timleri saldırıya, lince yönlendirilmedi, merkezileştirilen kara propaganda aygıtının karartma ve karalama kampanyasıyla da hakları için mücadeleye yönelenler dış güçlerin aleti, yabancı lobilerin piyonları, terörle iş birliği yapanlar olarak gösterilip eylemlerinin etkisi kırılmaya çalışıldı. Buna, CHP yönetiminin de o boyutlara ulaşacağını öngöremediği “Adalet Yürüyüşü” gibi milyonluk gösteriyle sonlandırdığı ve bir kez daha asla yanaşmadığı eylemsel muhalefetini “terörle kolkola olma” karalaması eşlik etti.
Erdoğan yönetimi sadece siyasal saldırıyı yoğunlaştırıp kara propaganda ile politikalarına yönelen itirazları etkisizleştirmeye çalışmadı. Ülke kaynaklarını yağmaya açıp yönetici üst azınlığa pay etmenin yanı sıra, Hazine, Merkez Bankası, Halk Bank, Ziraat Bankası, İşsizlik Fonu gibi banka ve fonlarda birikmiş kaynağın ve AKP’nin milyarderleriyle birlikte sürdürülen yağmayla sağlanan büyük parasal birikimin örtülü askeri-polisiye operasyonların yanı sıra kitlelerin Erdoğan-AKP için “satın alınması” amaçlı yukarıdan aşağıya azalan oranlarla pay edilmesi eşlik etti.
Devlet aygıtına ve sermaye medyasına kumanda etme, kitlelerin dini-geleneksel duyarlılıklarını istismar olanağı, Kürt sorunu bağlantılı ve Ortadoğu ülkelerinde emperyalistlerin giriştikleri saldırı ve işgallerle oluşan ortamdan yararlanılarak yürütülen şovenist-yayılmacı propaganda ve askeri operasyonların etkisi vb. gelişmeler, Erdoğan-Bahçeli ve yedeğindeki güçlerin, kitle hareketini geriye püskürtmesinde rol oynadı.
19 yıl gibi uzunca sayılır bir dönemdir ülke yönetiminde olan ve en küçük bir hak arayışını şiddetle bastırıp kirli göstermeyi politika edinmiş, kendisine yedeklenmeyenleri düşman gören ve gösteren, iktidarını sürdürmek için başvurmayacağı araç, yöntem, kötülük her ne denirse bırakmayacağından kuşku duyulmaması gereken bir yönetimin bir miktar güç kaybetmesi, sistemli yalan ve entrikalar dolayısıyla ve özellikle de sürdürdüğü ekonomik yağma-talan politikasıyla yıpranması, beklenilmeyecek bir durum değil.
Bu yıpranma ve güç kaybının, gerçekte olması gereken düzeyde olmaması ise, yukarıda sözü edilen türden etkenlerin yanı sıra ülkenin özgün toplumsal özellikleri, halk kitlelerinin mücadele-örgütlenme kültürüyle dolaysızca bağlıdır. Geçmişten bu yana önemli direniş, grev, gösteri eylemleriyle hakları için mücadeleye yönelmiş, 15-16 Haziran, ’89 Bahar Eylemleri, Zonguldak direnişi ve ’90 Genel Eylemi, ’95 direnişleri, Ünaldı, Tekel ve Seka direniş ve grevleri, ve Gezi yaygın kitlesel eylemlerine imza atmış olan Türkiye işçi ve emekçileri, içinde bulunulan koşullarda, baskı ve saldırıların yoğunlaştığı, yoksulluğun ve işsizliğin arttığı, burjuva anlamıyla kişi haklarının tümüyle gasbedilmekte olduğu bir süreçte, yer yer küçük protestolar olmakla birlikte henüz esas olarak kendi mahallerinde, ve ellerindekini kaybetmeme kaygısıyla beklemedeler. İkizdere’deki direniş, Denizli’de Valiliğe yürüyüş, Baldur işçilerinin süren eylemi, Boğaziçili akademisyenlerin yalnız bırakılan ve fakat devam eden protestoları, Kürt mücadelesine yönelik imhaya karşı cılız itirazlar ve Şişli’de “rahatsız oluyoruz!” seslerinin yükselmesi gibi tepkiler önemli olmakla birlikte, henüz Erdoğan-Bahçeli yönetiminin saldırılarına karşı püskürtücü bir hareket söz konusu değil.
Ancak yönetim politikalarına sözel itirazların oldukça yaygın olduğu bir gerçektir ve bunun da iki türü bulunuyor: Devrimci ve burjuva itirazlar.
CHP, İP, SP ve AKP’den kopmuş küçük partiler gibi sistem partileri yönetimleri neredeyse her gün “erken seçim” çağrılarıyla iktidar partisi-güçleri üzerinde baskı kurmaya çalışıyor, onun yoğun politik ve ekonomik baskı politikalarıyla dış politikasını eleştirmeyi sürdürüyorlar. Halk kitlelerine, bu iktidar gidecek biz geleceğiz ve daha iyi, daha demokratik bir yönetim politikası izleyecek, ekonomide, sosyal hayatta ve siyasette “milletin iradesi”ni daha iyi gözeteceğiz diyorlar. Bu muhalefet tarzlarıyla kitlelerin belirli kesimlerinden destek görmektedirler. Yönetime geldiklerinde-gelebilirlerse- yapacaklarının ise, ancak kısmi farklılıklar gösterebileceği, sömürü-baskı sistemini sürdürecek olan bu partilerin söz-basın-yayın ve örgütlenme özgürlüğü gibi bir burjuva demokratik hakkın kullanımını temin edip-etmeyeceklerinin dahi bugünden belirlenemeyeceği söylenebilir. Burjuva partilerinin muhalefette iken daha radikal davrandıkları bilinir. Buna rağmen, örneğin emekçilerin sokaktan sakınmalarını istiyor, seçimi tek çare gösteriyorlar.
Devrimci-demokrat ve sosyalist muhalefet ise, Erdoğan yönetiminin baskı ve saldırı politikalarına karşı, bu saldırıların püskürtülmesi hedefiyle yığınların en geniş kesimlerinin birleştirilmesi ve mücadeleye çekilmesi gibi acil bir sorunla karşı karşıya bulunuyor. Bunun için uzun zamandır çeşitli yöntemler deniyor, araçlar geliştirmeye çalışıyor, çıkış yolları arıyor. Bu yönde kimi zaman ilerletici adımların atıldığı da bir gerçektir. Ancak henüz kitlelerin ileri kesimleri açısından dahi etrafında bir araya gelinecek güç ve güven oluşturucu birleşmiş birlikte hareket eden bir devrimci muhalefet odağı oluşturulmuş değildir. Yakın süre önce bu doğrultuda yapılan açıklamanın pratik karşılık bulması bu bakımdan önem taşıyor. Bu mücadele “cephesi”nin güç kazanmasının temel bir koşulu da, burjuva düzen partilerinin işçi-emekçi kitleleri üzerindeki ideolojik-politik etkisinin kırılmasıdır. Bu etki ne denli zayıflar ya da zayıflatılabilinirse, bağımsız devrimci alternatif o denli güç kazanacaktır. Sermaye partilerinin politikalarının teşhirindeki amaç, onların halk kitlelerini aldatılarını boşa çıkarmak, bir düzen partisinden diğerine yer değiştirip onların etkisi altında politikaya katılmayı “kader” saymaktan kurtulmalarını sağlamaktır. Bu da sivri ucu iktidar gücüne yönelmiş mücadelenin şu ya bu düzen partisi tarafından yedeklenmesine mümkün olduğunca olanak tanımamayı gerektirir. Mücadele düzeyinin geriliği, devrimci ve sosyalist örgütlenmelerin zayıflığı, ya da sermayenin en gerici, en saldırgan politik yıldırıcı kesimine karşı mücadelede, mümkün en geniş ittifak politikası izlenirken, bu politika, hangisi olursa olsun çeşitli parti, örgüt, dernek, sendika tarafından etkilenen emekçilerin, genç ve kadın kitlelerinin birleştirilmesini esas alır. Devrimci muhalefet ile burjuva muhalefetin ayrışmakla kalmayıp birbirleriyle karşıtlık gösterdiği temel önemde bir “şey”dir bu! Sendikaların, derneklerin, çevre-doğa koruma örgütlerinin, kültürel faaliyet çevrelerinin burjuva partilerin yedeğinden çıkmasına yardım etmek de ancak böyle mümkün olabilir. Ve her şeyden önemlisi devrimci-sosyalist kesimler burjuva ideolojik etkiyle aralarına aşılmaz sağlamlıkta duvar örmeyi başarmadıkça yığınların devrimci örgütlenmesinde üzerlerine düşen sorumluluğu güvenle yerine getiremezler.
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40