25 Haziran 2021 00:40

Mücadele etmek provokasyon mu olur?

Kemal Kılıçdaroğlu

Fotoğraf: @kilicdarogluk'un Twitter'da yayımladığı videodan ekran görüntüsü alınmıştır

Paylaş

Uzun zamandır başta CHP olmak üzere burjuva muhalefet partileri tarafından kitlelere “Sakin olun, provokasyona gelmeyin” uyarıları yapılıyor. Siyasi cinayetlere, saldırılara, lağım patlamışcasına ortalığa saçılan kirli, karanlık ilişkilere karşı, bunlara öfke duyan kitlere tavsiye edilen muhalefet çizgisi bu. Peki bunun kendi çıkarları ve talepleri için eyleme geçen kitleler üzerinde bir etkisi var mı? Havasını, suyunu, şehrindeki fabrikasını vb. savunanların mücadelesine bakıldığında bunun beklendiği kadar etkili olmadığı görülüyor. Etkili olmak bir yana bu muhalefet partileri oralara koşup mücadele eden kitlelerle “birlikte” olma fırsatını kaçırmıyorlar.

Peki bu çağrıların hiç mi etkisi yok? Hiç etkisinin olmadığı elbette söylenemez. Özellikle geniş kitleler düşünüldüğünde normalde bu partilerin miting vb. çağrılarına-şimdilik olmayan- kulak verecek olan kesimler bu çağrılardan etkileniyorlar ve sokağa çıkmaktan, tepkileri dile getirmekten uzak duruyorlar. Kitlelere “Provokasyona gelmeyin, sakin olun” çağrıları yapan burjuva muhalefet partileri on binlerin, yüz binlerin, belki de milyonların harekete geçmesini sağlayacak yasal mitingler vb. gibi etkinliklerden de uzak duruyorlar. Pandemi bahane ediliyor ama neden aslında daha derinde ve duyulan korkuda!

Başta ana muhalefet partisi CHP başta olmak üzere Millet İttifakını oluşturan partiler iktidarın yaşanılan ekonomik kriz, çürüme ve kokuşmanın yaygınlaşması vb. nedenlerle iktidarın olgunlaşmış armut misali kendiliğinden düşeceğini, ilk seçimlerde kendilerini iktidar koltuğunda bulacaklarına inanıyorlar. Kitleler seçimlere kadar sakin olmalı, bu partileri desteklemeli, onların ülkenin sorunlarına bulacakları “çözümleri” sabırla beklemelidirler.

Eğer bu tavsiyelere rağmen kitleler harekete geçerse bunu kontrol edememe, selin altında kalarak süpürülerek bir kenara atılma korkusu onlara soğuk terler döktürmekte, farklı bir çizgi izlemeleri durumunda uluslararası müttefiklerin, iş birlikçi egemen sınıfların kendilerine güven duymayacağını hesap etmektedirler. Düzen partileri açısından bu tür kaygıların elbette kendilerince “haklı” sebebleri vardır ve onlar aynı düzenin parçaları olarak “sorumlulukla” hareket etmektedirler. Onlardan farklı bir çizgi izlemelerini beklemek boş hayallere kapılmak olur.

Öte yandan şurası da açıktır, mevcut iktidar uluslararası finans kuruluşları ve büyük devletler nezdinde pelte kıvamına gelmiş, her istenilene boyun eğecek bir çaresizliğe düşmüştür. Onların şimdi iktidar değişikliği istemeleri için bir neden bulunmamaktadır. Nasıl olsa onların yedekleri de hazırdır. Bu partilerin geçmişlerine, geleneklerine bakmak, onların iktidara gelmeleri durumunda neler yapacakları konusunu bir bilmece olmaktan çıkarmaktadır. Uluslararası finans kurumları ile anlaşmalar, büyük devletlerle pürüzleri giderme çizgisi, kitleleri devlet ve düzen etrafında birleştirme politikası onların atmak isteyecekleri ilk adımlar olacaktır.

Buradan tekrar provokasyon sorununa dönmek gerekiyor. Kitlelerin temel talep ve çıkarları için yönelecekleri hiç bir eylem provokasyon olarak değerlendirilemez. İstenilen, çaba gösterilen kitleler taleplerini yüz binler, milyonlar olarak ortaya koyabilsin ve bir hareketlenme içine girebilsin. Ama bazen 100 kişi, 1000 kişi de kitlelerin duygularını, düşüncelerini, vicdanını yansıtabilir ve onlar daha geniş kitlelerinin harekete geçirilmesinde öncü bir rol oynayabilir. Hakkını talep eden işçinin, geleceğine sahip çıkan gencin, kadınların, dağına, taşına, suyuna, toprağına sahip çıkan halkın, işsizliğin, yoksulluğun pençesinde kıvranan kitlelerin her eylemi katılanların sayısından bağımsız olarak -biz ekonomik ve siyasi talepler için milyonların katılmasını isteriz- haklı ve meşrudur.

Provokasyon ise sadece iktidar ve onun gizli, açık aparatçıkları tarafından yapılabilir. HDP binasının basılması, muhalif siyasetçilere, gazetecilere yapılan saldırılar, gösterilere bombalı saldırıların yapılmasına göz yumma, cadde de sokakta terör estirme, kitleleri “Daha neler göreceksiniz” diye tehdit etme vb. sadece iktidarın yapacağı işlerdendir. Bunlara “Provokasyona gelmemek” adına sessiz kalmak, tepki göstermemek, faşizmin karanlığına teslim olmak, mücadele etmeden boyun eğmek anlamına gelir. Kitleler sindirilirse arkadan neler geleceğini tarihsel tecrübeler açık seçik ortaya koymaktadır.

Evet iktidarlar bazı durumlarda halkın öfkesini erken patlatmak, onun en mücadeleci kesimlerini ezmek için provokasyonlara, kışkırtmalara başvurabilir. Bu durumda erken bir hesaplaşma yaşanmamasını sağlamak kitlelerin en ileri kesimlerine düşer. Ama bunun yolu da olan biteni sessizce sineye çekmekten değil, koşullara uygun mücadele yol ve yöntemlerini geliştirmekten geçer. Bugün burjuva muhalefetin yaptığı ise kitlelerin bulduğu yol ve yöntemleri de geçersizleştirme, etkisizleştirme adımıdır. Ama erken, ama geç kitlelerin hükmünden kaçılamaz. Onlar yüz binler, milyonlar halinde “provokasyona” geldiğinde de ortada iktidar falan kalmayacaktır. Bu yola girmiş kitleler -kendi örgütleriyle doğrudan iktidara el koyamadıkları durumda- temel taleplerini elde etme imkanına da ancak böyle sahip olabilir. Sınıf mücadeleleri tarihinin kanıtladığı temel gerçeklerden birisi de budur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa