Dönemeç’teki tanıdık insanlar
Görsel: Kitap kapağı
Uzun kış gecelerinden birinde mi, tozlu yaz günlerinden birinde mi anımsamıyorum. Hangi yıl olduğuna dair de bir fikrim yok açıkçası. 80’lerin ilk yarısı olduğunu tahmin ediyorum sadece. Televizyonun tek kanallı olduğu ve belli saatlerde, belli programların yayımlandığı yıllarda bir eğlencemiz cumartesi geceleri “Türk Filmi” izlemekse bir eğlencemiz de pazar sabahları kovboy filmi izlemekti. Şiir programı da vardı ama sunucusu Necdet Evliyagil’in o ağdalı ve abartılı okumaları yorucuydu kuşkusuz. “Şiir Dünyası”nın meraklısı olamamıştım bir türlü.
Ama bunun yanında radyo da vardı evlerimizde. Türküler, şarkılar, konuşmalar, hava durumu. Ve elbette arkası yarın. Şimdi televizyonda dizi izleyen bir kitleden söz etmek nasıl mümkünse, o yıllarda da radyoda arkası yarın dinleyen bir kitle vardı ki, hatırı sayılırdı. Adı üstünde arkası yarın hikayeyi en tatlı ve heyecanlı yerinde keser, bir sonraki gün radyonun başına mıhlardı insanı.
Birgün arkası yarınlardan birinde hiç beklenmedik bir şey oldu; yaşadığımız yerden, tanıdığımız insanlardan, gittiğimiz okuldan, evimizin penceresinden görülen tavladan bahsediyordu programda. Olur şey değildi, arkası yarında bizim hayatımıza dair bir şeyler anlatılıyor, kuş sesleri, köpek havlamaları, at kişnemeleri arkadan konuşmaların arasına giriyor ve tanıdığımız inşaların adı geçiyordu.
Küçücük bir kasabada, kimsenin ünlü ya da kahraman olması elbette mümkün değildi. Bilindik olanın dışında kimsenin bir hayatı olabileceği düşünülecek şey değil. Bir vadinin içinde, uzunlamasına yolun iki yanında yerleşik haldeki kasabada orta şiddetli bir deprem demekti o günkü arkası yarında olan biten. Vadide olan vadide kalmamıştı.
Mesela Çollo Dayı’dan bahsediyordu arkası yarındaki ses. Radyodan, radyonun içinden, Türkiye’nin bilmem hangi ilinden mikrofona seslenen kişiden yaşadığımız yere dair insanların adları geçiyordu. Bahsettiği yer işte gidip hepimizin sabah içtimasında soğuktan burnumuzu ceketimizin ya da önlüğümüzün koluna sildiğimiz okulun bahçesiydi. Şekerli çay kokusuydu evet.
Parasız yatılı arkadaşlarımızın yemekhanesi, yatakhanesi, o bizim top sahamız, onlar bizim sınıf ve okul arkadaşlarımız, Rus mimarisinin şaşmaz taş yapıları, bugün bile dimdik ve ayakta duran inanılmaz yapılar. Bir zamanlar adı Cilavuz Köy Enstitüsü imiş.
Fotoğraflarda gördüm, Can Yücel’in bizzat gidip öğrencilerle bir fotoğraf çektirdiği olmuştur. Babasının peşinde genç bir öğrenci olarak aralarına katılmış Cilavuz’dakilerin. Sohbetlerimizde Eray Canberk anlatmıştı, eşi Fatma Hanım’ın Kars’a tayin olması nedeniyle oralarda bulunmuş Eray Abi, Cilavuz’a da gitmiş, enstitüde öğrenci ve öğretmenlere konuk olmuş bir öğle yemeğinde. Sonrasında birçok şey öğreniyor insan yaşadığı yer hakkında ama neden sonra.
İşte bizim memlekettekiler için de yaşadığı yerin radyoda geçiyor olması anlaşılır değildi. Nihayet yaşlı ve yorgun bir kişiydi artık Çollo Dayı. Resmi kayıtlardaki adını hatırlayan var mı bilmiyorum ama yoksulluğu ve biraz da bıçkınlığından “Küba Mahallesi” denilen mahallemizin sakinlerindendi ve biraz ilerideki yokuşun sonundaki evine çarşıdan gidebilmek için torunlarının yardımı gerekirdi sık sık.
Her gün gördüğümüz, yanından geçip gittiğimiz sıradan bir insanın adı radyoda geçince insan gidip bir daha görmek istiyor, ne yalan. Bir günlüğüne de olsa radyonun daha doğrusu arkası yarının meşhur ettiği insanların olabileceğine tanık olmak da başka bir deneyimdi, evet.
***
Ahmet Mustafa Kıvılcım adını devlet ve arşivleri dışında anımsayan çıkmayacaktır kuşkusuz. 11 Nisan 1980 sabahı evinden çıkıp işine gitmek üzere yola koyulan Ümit Kaftancıoğlu’na sıktığı beş kurşunla öldüren katildir kendisi. Solcu olduğu için öldürdüğü Kaftancıoğlu’na sıktığı beş kurşun için dört yıl yattığını yazıyor kaynaklar. Konumuz katiller değil zaten, edebiyat.
***
Meğer bizi, bizden biri yazmış ve kitaplara konu olmuşuz. “Dönemeç” kitabındaki aynı öyküde, arkadaşlarıyla kader ortaklığı ederek köyünden çıkıp Cilavuz’a gelmesinin hikayesini yazmış Ümit Kaftancıoğlu. Bir yıldız ona hayatının o gününe kadar olmasa da sonrasında parlamış ve Cilavuz’daki köy enstitüsünde okumayı hak etmiş Garip çocuk. Enstitüden 1957’de mezun olmuş. Nice mezun vermiş Cilavuz; Dursun Akçam 1950 mezunlarından.
Sonra öğretmenlik elbette. Garip Tatar mezun olup öğretmenlik ederek memleket evlatlarına bilgi ulaştırmaya çırpınmışsa da nafile; devlet izin verir mi, alıvermiş görevden kısa sürede. Zaten eli kalem tutan Garip çocuk olmuş Ümit Kaftancıoğlu. “Dönemeç” adını verdiği hikayesiyle 1970 yılında TRT Büyük Ödülü’nü almış. Bizim evdeki radyodan dünyaya yayılan sesten öğrendim ben o hikayeyi. Peşine düşüp buldum elbet kitabı çok zaman önce.
Ümit Kaftancıoğlu’nun hikayesinden adını alan kitabı Dönemeç’i yakın zaman önce Ayrıntı Yayınları’ndan çıkması sonucu tekrar okudum. Katline ferman bir memlekette, kaleminin bedelini kanıyla ödemiş bir yazarı kendime akraba kıldım bir kez daha. Kitap boyunca annemin sesini duydum tekrar, dağların sesini, yaylaları, yoksulların çabasını ve hayatta kalma ısrarını okudum sayfalar boyu.
Adına verilen ödülü birçok arkadaşım kazanmış yıllar içinde bundan onur duydum. Memleket kaldırımlarında kurşunlanan Ümit Kaftancıoğlu’nu yeniden okumanın erinciyle. Onunla aynı okulun sıralarında, aynı kasabanın sınırlarında zaman geçirmiş olana, almayana mutlulukla.
- Öteki-Siz 16 Ekim 2021 23:30
- Yazılıkaya Şiir Yaprağı 09 Ekim 2021 23:41
- Ayışığı şiir ve yaşam ısrarı 03 Ekim 2021 00:18
- Basın tarihimizden bir cimrilik hikayesi 26 Eylül 2021 00:09
- Pencere ya da penceye 19 Eylül 2021 00:05
- Suzy Storck ile kanat hareketleri 11 Eylül 2021 23:40
- Yanlış kokan dizeler 05 Eylül 2021 00:28
- Doğan Ergül’e mektup 31 Temmuz 2021 23:41
- Ahmed Arif’in saklı kitabı 17 Temmuz 2021 23:44
- Kutlu Adalı’ya mektup 10 Temmuz 2021 23:59
- Sennur’a durum mektubu 13 Haziran 2021 00:16
- İğne, iplik, söyleşi 05 Haziran 2021 23:31