30 Haziran 2021

Devlet üzerine

DİĞER YAZILARI
İnsan olmak 29 Ocak 2025
Anılara dönmek 22 Ocak 2025
Gemici Islığı 1 Ocak 2025
Dünden bugüne 25 Aralık 2024
Ellerinize ve yalana dair  18 Aralık 2024
Eski dostlar 11 Aralık 2024
Korku üzerine 27 Kasım 2024
YAZI ARŞİVİ

Gençliğimizde bizlere devletin kutsallığı anlatılırdı. Ünlü Yazar Kemal Tahir’den Osmanlı’nın kuruluşunu anlatan “Devlet Ana”yı okurken devletin yurttaşları için bir ana kucağı olduğu imgesi yerleşmişti belleğimize. Sonraları birbiri peşi sıra iktidara gelen siyasetçilerimiz yurttaşların her türlü derdiyle uğraşan bir baba tanımlamasıyla sundular bize devleti. Özellikle Süleyman Demirel zamanında devlet hep babamızdı. Ülkenin gençlerini çok sevmese de gençler arasında sağcı solcu ayrımı yapsa da devletin babalığı uzunca bir süre devam etti. Sonra askeri darbeler ve devletin büründüğü bir başka yüz çıktı ortaya, adına derin devlet de deniyordu. Özellikle ’90’lı-2000’li yıllar arasında pek çok insan öldürüldü. Yargısız öldürülen genç insanları ise hiç saymıyorum bile. 2002’den sonra sandıktan çıkan yeni bir devlet modelini gördük. Din ve devlet kavramlarını birbiri ile bağdaştıran yeni Osmanlıcılık denilen bir model. Bu model Türkiye’yi çağdaş batı uygarlığından koparan İslami bir zihniyetti. Kurtuluş Savaşı’nı inkar eden, cumhuriyetin kazanımlarını yok etmeye uğraşan, tekke ve medrese kültürünü yeniden hayata geçirmeye çalışan bir zihniyet. Dolayısıyla devlet kavramını dolduran içerikler de değişti. Dışarıya, halka ve bireylere yansıyan çatık kaşlı, asık yüzlü, ceberut bir devlet görünümüydü. Artık devleti yönetenler topluma yaşamsal değerleri yasaklamanın peşindeydiler. Mesela kıyafet, mesela yaşam tarzı, mesela temel hak ve özgürlüklerin kullanımı, mesela gülmek özellikle de kadınların, modern sanat, çağdaş danslar ve de cinsel özgürlük… Kısaca toplum bir anda cumhuriyet öncesi Osmanlı döneminin yasaklarla sarmallanmış dünyasında buluverdi kendini.

Geçtiğimiz hafta çağdaş ülkelerin hemen tümünde kutlanan ve cinsel ayrımcılığa karşı çıkan bireylerin ‘Onur Yürüyüşü’ vardı. Taksim’deki yürüyüşe kaymakamlık izin vermemiş. Ama aralarında yurt dışından gelen sanatçıların da bulunduğu kalabalık bir grup Taksim’de kutlamalarını her şeye rağmen yapmak istemişlerdi. Sen misin kaymakamlık yasağına aykırı davranan. Devletin polis güçleri sanırsınız karşılarında azılı devlet düşmanları varmışçasına kadın, erkek, kız demeden saldırıya girişmişler. Bu arada olayları görüntülemeye çalışan AFP (Fransız Haber Ajansı) muhabirini de dört polis birden darbedip kamerasını da kırmışlar. Böyle bir vahşeti yaşatan polislere mi kızmalı. O polisleri eğiten, beyinlerini yıkayan, yönlendiren yöneticilerine mi? Dünyanın hemen tüm ülkelerinde gökkuşağı bayraklarıyla kutlanan hatta batı ülkelerinin çoğunun büyük elçiliklerine gökkuşağı bayrağı asılan bir dünyada Türkiye ve Macaristan dışında cinsel ayrımcılık yapan başka bir ülke anımsamıyorum. Kadın cinayetlerinin hızla devam ettiği ülkemde İstanbul Sözleşmesi’nin ortadan kaldırılması da kanımca bir insanlık ayıbından başka bir şey değildir.

Aklıma bir Bektaşi fıkrası geldi.

Bektaşi babasına iki testi şarap getirmişler. Getiren saki, “Baba Erenler, bu iki testi şaraba bakınız, hangisini beğenirseniz size onu verelim” demiş. Baba, testinin birini ağzına dayamış, tadına bakmış ve hiç tereddüt etmeden “Bana diğerini verin” demiş. Saki sormuş, “Ama baba erenler, daha diğerinin tadına bakmadın bile” diye. “Bakmama gerek yok! Bundan daha kötüsü olamaz!” diye yanıtlamış baba erenler.

Fıkrayı neden anlattım derseniz. İkinci dünya artığı bir kuşaktan gelen bizler bu ülke topraklarında görmediğimiz zulüm, tatmadığımız acı kalmadı. Ama yinede bende erenler gibi diyeceğim ki, içinde debelenip durduğumuz bu son yıllar gibi kötüsünü hiç yaşamadım. Her ne kadar Cumhurbaşkanımız “Bunlar iyi günleriniz” diyorsa da ben bu dönemden daha kötüsünü göreceğimizi hiç düşünmüyorum. Kimse kusura bakmasın!..

Bu hafta Hasan Hüseyin Korkmazgil’in bir şiiriyle bitirelim yazıyı “Çoğaltan Acı”

Duvarın / bir yanında onlar / bir yanında ben / kökleri bir / dalları bir/ ağaçlar gibi / karanlık bütün kudurmuşluğuyla yüklendi göğüslerine /onlar

biryanda ağrıdılar / ben / biryanda

taş taşı nasıl yerse / diş dişi nasıl yerse / et eti nasıl yerse / ah ulan ah / o ne çetin direnişte öyle o/vay benim duruşu yangın yangınım / vay benim gülüşü şafak şafağım / direnişi tunç tuncum/çelik çeliğim /

iki yılda / ikiyüz yıl yaşadım / tattım iki yılda daniskasını /a cının / umudun / ve kızgınlığın / ağaçlar birdenbire yaşlı / aynalar birdenbire eski / sokaklar birdenbire ters / birdenbire kayıp gitmiş gibi altımdan toprak / iki yılda /

ikiyüz yıl yaşlandım /

ey acı /etimden damla damla / yüreğimden sellercesine / sen/

insan etinin neresindesin / ipler damlar kurşunlar

işkenceler siz / ve sen ey / ekmekten / sudan/

dosttan aziz kurtuluş / sen / acının neresindesin

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Gabar petrolü sömürüsü: 1 milyon liralık üretime  6 liralık ücret

Gabar petrolü sömürüsü: 1 milyon liralık üretime 6 liralık ücret

Saray iktidarının “Milletimiz zenginleşecek” propagandasını yaptığı Gabar petrolünün arkasında ağır bir işçi sömürüsü var. Günde 12 saat çalışma, taşeronlaştırma, sendikasızlık, yoksulluk sınırının yarısı bile etmeyen ücretler… Öyle ki sadece 12.5 saatlik üretim tüm işçilerin ücretini karşılıyor, geri kalan patronların kasasına akıyor.

Şırnak’ta bir günde çıkarılan petrol, Batman’da çıkarılanın yüzde 87 fazlası.

Serbest piyasada ham petrolün varil fiyatı yaklaşık 75 dolar.

İşçiler iki günde çıkarılan petrol kadar ücret alsaydı aylık ücret 160 bin lira olurdu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et