03 Temmuz 2021 00:25

Yasaların ruhu

İstanbul Sözleşmesi için buluşan kadınlar ve dövizleri.

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel

Paylaş

Sistemler, işleyişleri ve toplumda hangi kesime hizmet ettikleri yönü ile krizler esnasında anlaşılır. Yasalar da kimler tarafından ve kimin tercihi ve çıkarına göre yapıldığı, çıkarılış ve uygulama biçimine göre anlaşılır. Her iki durumda da, toplumsal güç odakları hiçbir taviz vermeden kendi çıkarları peşinde koşarken, sistem ya da işleyiş anlaşılmasın diye çevreye yanlış görüntü saçılır. O nedenle yasaları lafzıyla değil de, sosyal yorumlama yöntemi ve ruhuyla anlamak gerekir.

Yasalar gibi, devletler de böyle değil midir; hele Türkiye’de baba diye nitelenen devlet, kapitalizmin ikinci sınıfa yerleştirdiği çocuklarını, “fiyatlara zam- maaşlara fren” terbiye sistemi ile güçlendirmeye tabi tutarken, belki de bizim anlayamadığımız şekilde, devletin amacı çocuklarının sabretme duygusunu ve iradesini geliştirmek olabilir mi! Ne var ki, her sabredenin karşısında bir israf ve safahat sarhoşluğu çıkınca, Freudvari babanın öldürülmesi siyasetiyle sosyal kurtuluş yolu açabilir. Derler ya, gecenin en karanlık olduğu yer, sabahın en yakın olduğu yerdir. Ancak, sabah ne denli yakın olursa olsun, halkın siyaset yapma biçimi cahilane biat kültüründen kurtulmadıkça ne yasaların, ne de siyasilerin ruhları yorumlanabilir. Zira bu zorlu sınav için toplumsal düzeyde yaygın felsefe kültürü gerekir. Eğitim sistemimiz karartılırken, felsefe ve mantık konularının niçin müfredattan çıkarıldığı çok net değil mi? Böyle bir tedrisattan geçen halk yığınları birer birey olmayı bir tarafa bırakalım, ne yasaların ruhunu, ne de siyasilerin emperyalistlerle kol kola yürüyüşünü yorumlayıp, siyasi kararaını ona göre verebilir. İşte, devlet babanın halkına lütfu ya da zulmü!

Yasalar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ya da buna benzer daha bir dizi sözleşme veya hükümler gibi, çoğu zaman sözde kalır, birer vitrin mankeni olarak, uluslararası düzlemde emperyalistlere, içte de emperyalistlerle kol kola yürüyen siyasilere malzeme sağlar, alan açar. Bu durum, Birleşmiş Milletler gibi çok temel örgütler için de geçerlidir. Onlar da insan hakları, eşitlik, adalet vb. gibi kulağa hoş gelen söylemleri daima öne çıkarırlar. Peki, uygularlar mı? Hiç belli olmaz; sermayenin ya da güçlülerin çıkarına dokunmadığı sürece uygulayabilirler, ama kodamanlara en ufak bir zarar ihtimali ortaya çıktığında, işkence uçaklarından, işkence kamplarına dek hiçbir nezaket kuralından(!) zerre kadar fedakarlık yapılmaz.

Buna rağmen, çok karmaşık ilişkilerle de olsa yasaların ruhları topluma bir mesaj verebilir. Örneğin, Parlamento iradesi dahi çiğnenerek iptal edilen İstanbul Sözleşmesi’nin toplumun farklı kesimlerinde çağrıştırdığı duygu ya da bilinçaltı hareketlenme ilgili kesimlerce analize tabi bir mesele, hatta bir doktora tezi konusudur. Siyasiler, İstanbul Anlaşması’nın kaldırılmasının kendilerinin kadın savunuculuğu davranışlarını (ruhlarını değil!)  engellemeyeceğini ileri sürmektedirler. Durum böyle ise, o zaman İstanbul Sözleşmesi niçin kaldırıldı ki? Onlara göre sebep, sözleşmenin toplumun temel yapı taşları olan aile yapısını bozuyor olması. Peki, acaba İstanbul Sözleşmesi öncesinde de aile yapısı tedricen bozulmaya yüz tutmuş idi ise, o zaman aile yapısını bozan nedir, bu konunun araştırılması gerekmez mi? Evet gerekir, ama işte her konuda olduğu gibi burada da amaç, meselenin köküne inerek sosyoekonomik sorunları irdelemeden, polisiye önlemlerle baskılama ve böylece tabana verilecek mesajla siyasi vekalet süresini uzatmaktır.

İstanbul Sözleşmesi’nin bir emirname ile kaldırılmasının, kaldıranların, hemen bütün kadınlara kötü muamele edecekleri gibi bir anlamı şüphesiz yoktur, ama mesele bu kadar basit de değildir. Meseleyi, aile içinde ve toplumsal düzlemde şiddete yönelmese de, eril davranış kodlarının pekiştirilmesi açısından ele almak gerekir. Eril davranış kodları, toplumu baskıladıkça, kadın haklarından söz etmek olası değildir. Bir ailede erkeğin her konuda sevdiğini ve tüm çıkarlarını kolladığını samimi olarak zannettiği(!) eşine karşı doğal hakkı olarak algıladığı davranış koduyla, farkına dahi varamadan, hükmetmesi, bir babanın kız çocuğunun eğitimini engellemesi ve hemen her konuda hükmetmesi kadın haklarından da önce, insan haklarına aykırı bir tavırdır. Böylesi davranış kodları altında toplumsal gelişme sağlanamayacağı gibi, bireysel ve toplumsal psikoloji alanlarında da sağlıklı sonuç sağlanamaz. Neticede, baskılamalar şiddet, saldırı ve tecavüz şeklinde karşımıza çıkar.

Mesele çok derindedir ve salt İstanbul Sözleşmesi gibi yasa ile de yapılabilecek bir konu değildir, ama bu sözleşme bir zihniyet başlangıcı ve bir niyet göstergesi olabilirdi. İyiki de olmadı, zira bu cengaver çıkışla, siyasi yapının öz dokusunu ve zihniyetini anlayabilirz. Çok geç olmadan, artık lütfen anlayalım!   

Siyasiler oy tabanına oynayarak siyasi süreci sürdürmede israr ederken, çağdaş kadın-erkek hakları etrafında değil, eril aile ve toplum yapısı etrafında uzlaşmaya ve kendi tercihlerini, toplumu geriletme pahasına, tüm topluma, üstelik de toplumun yegane temsilcisi olduğu kabul edilen parlamentoyu çiğneyerek yapmaya çalışılmıştır.

İşte, tam da işin merkezindeki eril davranış kodu!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa