‘Adil geçiş’ işçi sınıfı isyan etmesin diye mi?

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
‘İşçi sendikaları adil geçişe ikna edilirlerse yerel ekoloji mücadelelerinin grev kırıcıları haline gelecekler!’
Ekoloji Birliğinin (EB) 25-26 Ocak 2019 tarihlerinde Muğla’da yaptığı Ege Bölge toplantısının ikinci gününde Yatağan Termik Santrali önünde bir basın açıklaması gerçekleştirilmişti. O günlerde geçici faaliyet belgesi ile çalışmayı sürdüren santralin önünde EB bileşenleri ve köylü yurttaşların katılımıyla yapılan protesto eyleminde santral için sembolik kapatma töreni de düzenlenmişti.
Muğla toplantısının öncesinde EB’nin 23-24 kasım 2019 tarihinde Ankara’da yaptığı 4. Meclis toplantısında bir “maden ve enerji çalıştayı” yapılması kararı alınmıştı. Çalıştay ön hazırlıkları için 4-5 yerde bölgesel toplantılar yapılması kararlaştırıldı. Muğla’da yapılan Ege Bölge toplantısı işte bu “enerji ve maden çalıştayı”nın ilk ön hazırlık toplantısı idi aynı zamanda.
Enerji ve maden çalıştayında tartışılacak kavramlardan birisi de “adil geçiş” kavramıydı.
Adil geçiş kavramı, 1990’larda ABD’de “Çevre koruma politikaları nedeniyle işlerini kaybeden işçiler için bir destek programı” olarak ortaya atıldı. Program, karbon temelli ekonominin ortadan kaldırılması sürecinde işini yitirenlere iş yaratılması, tazminat verilmesi, erken emekliliği gelmiş olanlara emeklilik hakkı tanınması ya da yeni meslek edindirme kursları düzenlenmesi gibi destek paketleri öngörüyordu.
EB bileşenlerinin bir çoğunun ilk kez karşılarına çıkan bu adil geçiş kavramı bölgelerdeki ön hazırlık çalıştaylarında ekoloji, emek ve meslek örgütlerinin yanı sıra yerel yönetimler, dernekler gibi kurumlarla tartışılacak konulardan birisiydi. Bu toplantılarda ekolojik yıkıma yol açan faaliyetlerin kapatılması sürecinde yaşanan istihdam problemlerinin çözüm önerilerinin yanı sıra, bu faaliyetlerin yol açtığı tarımsal, çevresel ve sağlık sorunlarının giderilmesine dair en geniş kamu ve STK iş birliği içinde ortak bir çözüm yolu arayışı planlanıyordu.
Bu ön hazırlık toplantıları pandemi nedeniyle Muğla dışında başka bir yerde yapılamadı. Termik santral önündeki basın açıklaması işte bu adil geçiş kavramının ilk tartışıldığı ve pratik olarak bu kavramsal sürecin emek-ekoloji cephesinde nasıl bir reflekse yol açabileceğinin ilk sınandığı yerdi belki de.
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
TERMİK SANTRALİN SEMBOLİK OLSA DA KAPATILMASI İŞÇİLERİN PROTESTOSUNA NEDEN OLMUŞTU
Yatağan’daki termik santralin sembolik de olsa kapatılması burada örgütlü olan işçi sendikasının hiç mi hiç hoşuna gitmedi. Sendika yöneticilerinden birisi sosyal medya hesabında eylemi yapanları “emek düşmanı” ilan etti. Termik santralin ekmek kapıları olduğunu belirterek EB basın açıklamasına katılanları “Çevreci maskesi ile birilerinin lobiciliğini yapan kişiler” olarak niteledi. Sendika, EB’nin basın açıklaması sürerken termik santral işletmeleri içinde işçilere bu basın açıklamasını protesto yürüyüşü düzenletti.
Emek ve ekoloji mücadelelerinin karşı karşıya geldiği, birbirini hasım gibi gördüğü ilk olay değildi elbette Yatağan’daki olay.
Aklıma gelen bir iki örneği yazayım;
5 Haziran 2005 tarihinde Dünya Çevre Günü kutlaması için Bergama Çamköy’e gitmek isteyen “çevreciler” Koza Altın Şirketi işçileri tarafından taş-yumurta yağmuruna tutuldu. Aynı şirket çalışanları 1 yıl sonra, örgütlü bir şekilde Dikili’de yapılan “Altın madenciliği ve çevre” panelini bastı. Turgutlu Çaldağı’da yapılmak istenen nikel madenciliği ile ilgili bir panelde işsiz olduğunu söyleyen bir yurttaş, madenciliğin zararları ile ilgili konuşanlara ayağındaki ayakkabıyı çıkarıp altındaki deliği göstererek, “Benim karnım aç, ayakkabım delik. Sen çevre, toprak, bayrak diyorsun!” diye tepki gösterdi.
Geçtiğimiz günlerde EB ve Polen Ekoloji tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’de Madenciliğin Politik Ekolojisi Sempozyumu”nda emek-ekoloji mücadelelerinin birliği bağlamında adil geçiş kavramını tartışan Prof. Dr. Aykut Çoban’ın çok önemli uyarıları vardı. Çoban, adil geçiş kavramını, iklim krizine yol açmasının yanı sıra gittikçe pahalılaşan kömürden sermayenin kaçışı için geliştirilen bir paket olarak tanımladı. Kapatılacak kömürlü termik santraller gibi projeler sonrası işsiz kalacak olanlara yeni iş, erken emeklilik, meslek edindirme kursları vs. gibi albenili bir paketle sunulan bu kavramın gerisinde ise emekçilerin isyan olasılığı olduğu görüşünü ileri sürdü.
İŞÇİ SINIFININ BAŞKALDIRI OLASILIĞINA KARŞI ‘ACİL GEÇİŞ’
“Bir yanda karbonsuzlaşma yönünde bir kömürden, termik santrallerden kaçış eğilimi, öbür taraftan da sermayenin madencilerin ayaklanması çerçevesinde bir travması var. Dolayısıyla emekçilerin isyan etme olasılığı bile bunun önüne geçecek bir programı dayatıyor. Ona da acil geçiş diyorlar”.
Adil geçişin işçi sınıfının başkaldırı olasılığına karşı ortaya konan bir program olduğunu belirten Çoban, Türkiye’den DİSK, KESK, Türk-İş, Hak-İş gibi işçi konfederasyonlarının üye olduğu Uluslararası Sendikalar Konfederasyonunun (İTUC) da adil geçiş programını desteklediğini dile getirdi.
Çoban’ın dikkat çektiği en önemli meselelerden birisi de adil geçiş programı çerçevesinde kömürden kaçış, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelim ve işçilerin bu sektörlere aktarımı sürecinde, emek mücadelesi ile RES, JES, GES, HES’lere karşı verilen yerel ekoloji mücadeleleri arasındaki ilişki oldu. Çoban; “İşçi sendikaları adil geçişe ikna edilirlerse yerel ekoloji mücadelelerinin grev kırıcıları haline gelecekler! Çünkü sendikalar ‘Yeni iş olanağı yaratılıyor. Siz niye karşı çıkıyorsunuz?’ diyecekler. Dolayısıyla da ekolojik direniş, sendikalar ve çevreci STK’ler eliyle pasifize edilebilirler” uyarısında bulundu.
UFKUMUZU ADİL GEÇİŞLE SINIRLAMAK ZORUNDA DEĞİLİZ
Yatağan’da sendikanın kışkırttığı işçi tepkisi ve Çoban’ın bu uyarılarını yan yana koyduğumuzda adil geçiş meselesinin Türkiye’de epeyce sancılı olacağını şimdiden söylemek mümkün.
Tabii bu karamsar tablo adil geçiş kavramını kabul edip, o program çerçevesinde bir süreç için geçerli. Çoban’ın da altını çizdiği gibi emek-ekoloji mücadeleleri kendilerine dayatılan bu hegemonik anlayışı reddedip, sermayeye kendi programlarını dayatabilir.
Yazıyı Çoban’ın bu meseleye dair sözleriyle bitirelim; “Sermaye düzeninin bizim önümüze koyduğu reçetelerle kendimizi bağlamayayım. Emek-ekoloji hareketi kendi hegemonik anlayışını yaratabilir. Emek ve ekoloji hareketlerinin tarihsel toplumsal birikimi bunu aşacak düzeydedir. Ancak burada önemli olan biz karşı hegemonik anlayışımızı inşaa ederken buna uygun güçlü bir örgütlü mücadeledir”.
Evrensel'i Takip Et