05 Temmuz 2021 00:50

Yeniden ‘diyalog sürecini’ tartışırken…

Anayasa Mahkemesi (solda) HDP logosu (sağda)

Anayasa Mahkemesi | Fotoğraf: AA / Logo: HDP

Paylaş

HDP Milletvekili Erol Katırcıoğlu’nun, Kronos’tan Eylem Yılmaz’a yaptığı açıklamalarda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kürt sorununun çözümüne dair yeni bir diyalog süreci için adım atması halinde, HDP’nin AKP ile uzlaşacağına ilişkin sözleri çeşitli bağlamlarıyla tartışıldı, tartışılıyor.

Ardından HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar da, bianet’ten Ruken Tuncel’e yaptığı açıklamalarda, mevcut iktidarın ideolojik harcı, siyasal zihniyeti ve pratikleri dikkate alındığında bu yönde “samimi” bir adım atmasını beklemediklerini, ancak buna rağmen AKP’nin bir “hamle” yapması halinde, HDP’nin tercihinin muhalefetin tümünü kapsayacak, geniş bir toplumsal temele dayanacak, parlamentonun etkin bir biçimde rol üstleneceği, yasal çerçeveye bağlanmış ve şeffaf bir sürecin işletilmesi olduğunu söyledi.

Tüm bu tablo içinde bir adım geriye çekilerek etraflı bir tartışma yapmak daha anlamlı olabilir.

AKP’nin belirli bir dönemden sonra MHP ve güvenlik bürokrasisi tarafından kuşatıldığı için diyalog sürecinden uzaklaştığı gibi bir tez, büyük yıkımlara neden olan pratikler bakımından AKP’yi sorumluluk alanından çekip çıkaran bir öze sahip. Sanki ‘çözüm’ için dünyaya gelmiş ama yoldan çıkarılmış bir parti. Böyle bir güzellikle anılmak kaç partiye nasip olabilir?

Buraya bir virgül koyarak muhalefetin durumu ile devam edelim. Bugün, Millet İttifakının iktidar olabilmek için, son yerel seçimlerin de teyit ettiği gibi HDP’nin desteğine ihtiyacı olması, bu ittifak etrafındaki güçleri çeşitli formül arayışlarına itiyor. HDP ile mesafeli denge arayışlarının içerdiği politik ve etik sorunlarla birlikte, konumuz bağlamında ortada kocaman bir soru duruyor: Diyelim Millet İttifakı etrafındaki güçlerle HDP’nin seçim iş birliği mümkün oldu ve seçimi muhalefet kazandı. Bu muhalefetin Kürt sorununa çözüm bakımından ciddi bir adım atma iddiası ve ihtimali var mıdır?

Bu yazıyı yazmadan önce, birlikte düşünüp tartışmak için bu konuyu yıllardır yakından izleyen kişilerle konuştum. Bunlardan biri de çatışma süreçleri ve çözüm arayışlarına dair çalışmalarıyla tanıdığımız, Barış Vakfı içinde de bu bakımdan önemli ürünler vermiş olan Akademisyen Cuma Çiçek.  

Sözü kendisine bırakıyorum: “Dünya deneyimlerinin bize söylediği bir husus var. Bir çatışma vakası, başkentteki hakim hegemonik partiler arasında rekabet unsuru ise genelde bu tür meselelerin çözümü kolaylaşıyor. Ama Türkiye’de, Kürt meselesi hakim ana akım siyasal güçler arasında bir rekabet unsuru değil. AK Parti, MHP, CHP, İyi Parti, Deva ve Gelecek Partisi, oy oranı bakımından yüzde 80’i aşan bir güce sahip. Ama Kürt sorunu aralarında bir rekabet unsuru değil. Bir devlet partisi yaklaşımında ortaklaştıklarını görüyoruz. Bu rekabet unsuru olmama hali hem iç siyaset bağlamında hem de, Rojava ve Irak Kürdistan’ı bağlamında geçerli. Aralarında normatif bir konsensus var.”

Cuma Çiçek ikinci nokta olarak dünya deneyiminden bir örnekle devam ediyor: “Özellikle İspanya deneyimi Türkiye açısından önemli. Franco rejiminin yıkılıp demokrasinin inşasında, Bask ve Katalan meselesi gibi bölgesel sorunlar demokrasiye geçişin kurucu unsurları olarak değerlendirildi. Ama Türkiye’de Kürt meselesi demokrasiye geçişin bir unsuru olarak algılanmıyor. Muhalefet cephesinde de demokrasiye geçişten sonraki bir mesele olarak görülüyor. Bu, Kürtlerin sempatisini kazanmaktan uzak bir perspektif.

Üçüncü dikkat çekmek istediğim nokta ise şu. Geçmişte güçlü bir hükümet ve liderliğin çözümü kolaylaştıracağı düşünüldü. Ak Parti ve Tayyip Bey’in deneyimi şunu gösterdi. Güçlü lider barıştan yana tutum aldığında bu tez geçerli. Ama barıştan yana tutum almadığında kayyum rejimine varan bir deney ile karşı karşıya kaldık. Kürt meselesinin çözümü için gücün merkezileşmesinden ziyade, güç paylaşımına dayalı bir perspektif kolaylaştırıcı olacaktır. Yeni bir 50 +1’e ihtiyaç yok.”

Cuma Çiçek’in dikkat çektiği üç nokta da ayrı ayrı önemli.

Son süreç açısından, AYM kararına rağmen Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun tahliyesine karşı gösterilen direnç bile iktidarın duruşu açısından bir fikir veriyor.

Kürt sorununa dair sürecin son 35 yılını yakından takip edenler, en sert dönemlerde dahi çatışan taraflar arasında çeşitli biçimlerde bir “temas” sürecinin olduğunu bilir. Ancak, bu karşısındaki tarafı elimine etme üzerine mi kurulu, yoksa sorunun ağırlığına uygun tanımayı içeren bir diyaloğa dönüşüyor mu?

Şu anda ikincisine dair bir işaret göremiyoruz. Ama konumuz bağlamında bir o kadar önemli olan soru da şudur: Barışın kazanılması için demokratik güçler bunu gündem ederek, barışın toplumsallaşması bağlamında yeterli bir çaba gösteriyor mu?

Dünya deneyimlerinin de bize söylediği gibi, barış kazanılsa dahi, ona sahip çıkan güçlerin enerjisi kadar hayat bulabiliyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa