12 Temmuz 2021 00:20

Olimpiyatlara neden hayır diyoruz? (3)

Tokyo Olimpiyatları

Fotoğraf: Ricky Bonilla / Wikimedia Commons (CC BY-SA 2.0)

Paylaş

1984 Los Angeles Olimpiyatları öncesi atmosfer gergindi. Bir yanda kent içinde, kentin belli mahallelerinde artan kolluk kuvvetlerinin yarattığı “davetsiz misafir” huzursuzluğu, diğer yandaysa dönemin uluslararası politik gelişmelerinin gölgesi… ABD’nin başını çektiği 60’ı aşkın ülkenin boykot ettiği 1980 Moskova sonrası 1984 Los Angeles’a da SSCB’nin öncülüğündeki 17 ülke katılmıyordu. LA’in meşum Emniyet Müdürü Daryl Gates, SSCB’nin Yahudi göçmenleri kullanarak olimpiyatları sekteye uğratmayı hedeflediğini iddia ediyordu. Bir de ASALA vardı tabii…

13 Ağustos günü Türk Olimpiyat kafilesine eşlik eden James W. Pearson adlı polis, ASALA’nın kafileyi Oyunlar öncesi tehdit etmesiyle kendi kariyer hedefleri arasında bir bağlantı gördü. Otobüse yerleştirdiği patlayıcıyı etkisiz hale getiren Pearson kısa süreli şöhretinin ardından yakayı ele verdi. Bu olay, 1972 Münih’ten beri olimpiyatlarda güçlü şekilde hissedilen “terörizm” endişesinin resmi kanallarca sömürülüşünün tekil bir örneğiydi ve nispeten önemsizdi. Ancak 1984 LA ile birlikte “güvenlik” etrafında yürütülen politikalar olimpiyatların en önemli yanlarından biri olacaktı.

***

Olimpiyatlar uzun süredir olağanüstü hal yaratma gücüyle güvenlik kuvvetleri için eşsiz bir araç. Bu olağanüstü halin etkileri ev sahipliği hakkının kazanılmasıyla başlıyor ancak Oyunlar’ın sona ermesiyle bitmiyor. Bunun en iyi örnekleri 1984 Los Angeles ve 2016 Rio. Her iki kentte de Oyunlar, kent merkezindeki yoksul mahalleleri zapt etme, dönüştürme, soylulaştırma projelerinin kolaylaştırıcısı olarak kullanıldı. Bunun için yeni, pahalı silahlarla, son teknoloji gözetleme sistemleriyle donatılan özel polis kuvvetleri oluşturuldu. Her iki kentte de resmi motivasyon “uyuşturucu çetelerine karşı savaş”tı ancak fiiliyatta sıradan emekçilerin evlerinden, mahallelerinden kovulduğu bir sermaye planı işliyordu. Mahallelerinde kalabilenlerse her an baskı altında oldukları yeni bir gerçekliğe alışmak zorundaydı.

Tarihçi Max Felker-Kantor’un dediği gibi “Olimpiyat güvenliği için satın alınan askeri ekipman uyuşturucu ve çetelere karşı savaşta kullanıldı” ancak sıradan insanlar da çapraz ateşin arasında kaldı: “Federal polis kaynakları ve 1984 Olimpiyat ev sahipliği kullanılarak LAPD’nin sokakların hakimiyeti için yürüttüğü savaş tüm topluluklara yönelik bir savaşa dönüştü.”

1984 sonrasının istatistiklere detaylı şekilde yansıyan polis zulmü 1992’de LA sokaklarına büyük bir isyan şeklinde döndü. Rio’da ise Dünya Kupası ve Olimpiyat ev sahipliğinin elde edilmesiyle kurulan Favela Pasifizasyon Ekipleri benzer şekilde kentte şiddetin azalmasını değil artmasını beraberinde getirdi.

Olimpiyatların, güvenlik mekanizması için en önemli yanı sonuçlarının kalıcı olması. Satın alınan yeni silahlar, kurulan yeni gözetleme sistemleri Oyunlar’ın ardından kutulanıp iade edilmiyor. (Bir başka örnek: 2012 Londra) Askerileştirilen kamusal alan, “Özgürleştirilip” halka verilmiyor. Aksine “terörizme” ya da “uyuşturucuya savaş”a göre inşa edilen sistem, sonrasında kentin hak arayan emekçilerine yöneltiliyor. Bu yüzden olimpiyatlar kaçınılmaz olarak “daha çok güvenlik” değil ama “daha az demokrasi” anlamına geliyor. Bu da sahte kahraman James W. Pearson’ı bir soytarı olmanın ötesine taşıyarak olimpiyat sembolü haline getiriyor. Çünkü dünyanın her yerinde güvenlik kuvvetleri, Pearson gibi olimpiyatların yarattığı tantanadan faydalanarak yükselmek, kendi gündemlerini hayata geçirmek istiyor. Tek farkları Pearson kadar amatör ve yalnız olmamaları.

Haftaya olimpiyatlara hayır diyenleri konuşarak seriyi sonlandıracağız.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa