15 Temmuz 2021 00:00

Hamasetçi zihniyetle bu kadar

A Milli Takım

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Avrupa Futbol Şampiyonası’ndaki hüsranın ardından futbol kamuoyundan yine bildiğimiz sesler yükselmeye başladı.  Güya başarısızlığın sebeplerini arıyorlar. Eleştiri niyetine dile getirdikleri en önemli konu oyuncu tercihleri. Bilgi kapasiteleri ancak buna izin veriyor çünkü. Şenol Güneş’e yönelik eleştirileri, “Neden o oyuncuyu değil de bu oyuncuyu oynattın”, “Neden o oyuncuyu o mevkide değil de, bu mevkide oynattın” gibi anlamsız soruların tekrarlanmasından öteye geçemiyor. Bunun dışında da magazin kapsamına girebilecek ve oyuna hiçbir katkısı olmayacak boş konuları gündeme taşıyorlar...

Herkes başarısızlığın sorumluluğunu yükleyecek bir günah keçisi bulma peşinde. İlkel insanların, sorunlarını çözebilmek umuduyla ortaya koyduğu, “Tanrılar kurban istiyor” formülünü andıran köhne bir zihniyetle sorumlu arıyorlar. Tabii baş sorumlu olarak Şenol Güneş hedefe konuyor. Ve bilgi içeren eleştiri yapabilecek kapasite olmadığı için gözler hemen Şenol Güneş’in aldığı maaşa çevriliyor. Maaşın yüksekliğinden dem vuruluyor. Oysa maaş konusunda laf söylenmesi gereken kişiler federasyon yetkilileri olmalı. Sonuçta o maaş iki tarafın pazarlığı sonucunda belirleniyor. Federasyon, Şenol Güneş’in talep ettiği maaşı uygun bulmuş ki, kendisiyle sözleşme imzalamış…

Başarıların ardından kahraman yaratmayı sevdiğimiz gibi, başarısızlık durumunda da yerin dibine sokacak kişiler bulmaya çok hevesliyiz. Oyunun bilgi kısmıyla ilgilenenlerin sayısı zaten çok az. Böyle olunca da hep aynı kısırlık ve sığlık içinde boş laflarla gevezelik etmekten kendimizi kurtaramıyoruz. Öyle ki, Şenol Güneş’in yerine bir başka teknik direktör olsa ya da Şenol Güneş farklı oyuncu tercihleri yapmış olsa şu anda bambaşka bir tablo ile karşı karşıya kalacağımıza ciddi ciddi inanıyorlar…

Sorunun kişilerle ilgisinin bulunmadığını, ülke futbolunun gerek saha dışında, gerekse saha içinde bütünlükten, sistemli, planlı çalışmaktan tamamen uzak, birbirinden kopuk yapılar halinde varlığını sürdürmeye çalıştığını ve bu nedenle de düşük seviyede debelendiğini görmekten acizler...

İşin hem yönetim, hem de teknik boyutunda “durumu idare etme”, “günü kurtarma” ilkesi hakim. Sistemsizlik, plansızlık, programsızlık bir yönetim tarzı olarak benimsenmiş durumda. Bu durum, benzer biçimde sahaya da yansıyor. Sahada da, sanki bir plan, program çerçevesinde değil de tesadüfen bir araya gelmiş oyunculardan oluşan ve bireysel becerilerle sonuca gitmeye çalışan tam bir toplama takım görüntüsü var. Oysa futbol, her şeyden önce kolektif mücadele gerektiren bir takım oyunu ve günümüzdeki temposu da çok yüksek. Bu kadar yüksek tempoya ancak, bütün oyuncuların dayanışmacı mücadele anlayışıyla kendi üzerine düşeni yerine getirdiği takım oyunuyla ulaşılabilir. Ne yazık ki, bireysel çabaya bel bağlayan bizim gibi takımlara bu seviyede yer yok…

Her şey bir yana bir de bu sistemsiz, plansız yapı, gericilikle hemhal bir kültürel ortamda şekilleniyor. Böyle bir ortamın bir ürünü olarak ortaya çıkan Milli Takım’ın başında hangi teknik adam bulunursa bulunsun sonuç değişmez…

Hâlâ bilgiyle değil, vatan, millet, bayrak gibi hamasi milliyetçi söylemlerin köpürttüğü duygularla yol alınabileceğini zannediyorlar. Şampiyona öncesinde, herkesin Türklerden ne kadar çok çekindiği yolunda haberlerden geçilmiyordu ortalık. Daha ötesi, turnuvanın gizli favorisi olarak gösterilmenin gururunu yaşıyorduk. Tabii bu öngörüler tamamen kafadan sallamaydı ve hiçbirisinin sağlam bilgi/analiz içeren dayanağı yoktu.

Sistemli çalışmanın, planlamanın önemsenmediği, bunun yanında duyguların, bilginin önünde yer aldığı bir kültürel iklimden çıkan takımdan daha fazlası beklenemezdi…

Şampiyonadan doğru dersleri çıkarmak şöyle dursun, İtalya’nın şampiyonluğunu hâlâ hırsla, arzuyla, istekle, milli marşın coşkulu söylenmesiyle açıklıyorlar…

Ülke futbolunun önündeki en büyük engel, bu hamasetçi köhne zihniyet…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa