Boğaziçi’nde Bulu vakası: Gelişi de gidişi de büyük yanlış
Fotoğraf: Mürsel Ç.
Bir gece yarısı kararı ile geldi, bir gece yarısı kararı ile gitti.
Çıkarım GELDİĞİ GİBİ GİTTİ. Geldiği gibi gitti ise, gelme şekli ve niteliği yanlış ise, aynı şekilde gitme şekli de aynı yanlışın tekrarıdır, hatta katmerlenmesidir.
Boğaziçi direnişi kaybetmedi ama henüz kalıcı bir sonuç alamadı. Yanlış bir kez daha dalga geçer gibi tekrarlandı.
Hatta ortada bir soruşturma yok, “rektör” Bulu’nun görevden alındığından, Boğaziçi üniversitesinin Bulu’nun ne sebeple görevden alındığından bile haberi yok.
Yine darbe ve karşı-darbe, ortada kurumsal özerkliğin veya bilimsel özgürlüklerin, demokrasinin, hakkın hukukun esamesi yok.
O halde, Boğaziçi başta kaybetti, sonda kaybetti.
O halde, ne olsa, biraz daha uygunu olurdu, bir artı olurdu?
Her şeye rağmen artısı ne oldu?
Bulu Ya İstifa Etmeli Ya Mahkeme Kararı İle Gitmeli, Esasta İse Yasa Değişmeliydi
Boğaziçi direnişi sonucu Bulu istifa etmiş olsaydı, bu en azından önemli bir örnek oluşturur, kişisel düzeyde de olsa bu yanlışa düşülmemesini anımsatırdı.
Mahkeme atamayı uygun bulmasaydı bu içtihat oluşturabilirdi.
Veya tüm toplum konuyla yüzleşir, TBMM’den YÖK’ü lav edip bilimsel özgürlük ve kurumsal özerkliğe uygun bir yasa çıkarılabilse, Bulu’nun ve mevcut rektörlerin görevleri böylece tamamlanmış olsa, bu kalıcı en uygun çözüm olurdu.
Mevcut durumda, Bulu “ben atadım” kararı ile atandı ve “ben görevden aldım” diyerek görevden alındı.
Şimdi aynı yol yöntemle Boğaziçi veya dışından bir başkasının atanması durumunda, arada ne fark olacak, onu sormak gerekiyor.
Boğaziçi’nin Talebi Olan Akademisyenlerin Seçimi Yetmez
Direniş çok anlamlıydı, Boğaziçi benim öngördüğümden de daha diri durabildi, kolayca duruma uyarlanmadı, bu şekilde bir rektör atanması modelinin yanlışlığını gösterdi, bu kararı kabullenmedi. Bunlar çok anlamlıydı. Talepleri seçilmiş, en azından üniversite akademik camiasının teamüllerine uygun bir rektör atanmasıydı. Ama sistemin yanlışı devam etti, devam ediyor. Elbette Boğaziçi değil tek başına bunun sorumlusu, Boğaziçili akademisyenler de dahil dıştan veya içten HİYERARŞIK ATAMALARIN yanı sıra piyasacı, işletmeci veya siyasi “MÜTEVELLİ HEYETİ” modellerine de açıkça karşı çıkmak gerekiyor.
Kurumsal Özerklik Temel Haklara Saygılı Kurumsal Demokrasiden Geçer
En başta “hak etme” gelmektedir. Nitelikli ölçü hak etmedir. Haklara saygı ve hakkın teslim edilmesi de o sürecin tüm bileşenlerinden geçmektedir.
Temel hak ve hürriyetlere, bilime, sanata, felsefeye, insana saygı olmaksızın, demokratik teamüller yasal güvencelere bağlanmadan ve içselleştirilmeden ne Boğaziçi ne de başka bir sağlıklı model üretmek zor olacaktır.
Model: Üniversite Bileşenlerinin Oluşturduğu Senato’nun Seçmesi ve Geri Çağırması
Kurumsal özerklik ve bilimsel özgürlükler esas olacaksa;
- Üniversite öğretim elemanlarının bilimsel ölçütlerle belirlenmesi, bilimsel yeterlilikte olması ve personelin liyakatle belirlenmesi ve yükselmesi;
- Tüm çalışanların demokratik bilinçte ve demokrasiye saygı içinde olması,
- Başta bilim ve araştırma olmak üzere hürriyetçi düşünce ve anlayışın esas olması ön şartları oluşturuyor.
- Bu şartlar altında üniversitelerin en yüksek organı olan SENATO’nun karar verici rolde olması yani
- Senatonun demokratik yolla veya seçimle belirlenen bileşen ve birim temsilcilerinden oluşması,
- Rektörü SENATO’nun belirlemesi,
- Rektörü SENATO’nun geri çağırma hakkı olması, geri çağırabilmesi.
Rektörlüklerin de esas olarak üniversitenin genel sekretaryası işlevinde yer alması, birinci dereceden SENATO’ya karşı sorumlu olmasıdır.
ÜAK-Üniversiteler Arası Kurul en üstte olmak üzere yanında Rektörler Kurulu gibi bazı üst eşgüdüm organları düşünülebilir.
YÖK ancak bir yüksek denetleme birimi olursa belki sistemde bir karşılığı olur. Böyle bir YÖDK-Yükseköğretim Denetleme Kurulu belki SAYIŞTAY’ın altında olursa daha da uygun olur, yükseköğretim kurumlarının kamusal bir uygunluk denetimini sürdürür. Sayıştay, mahkemeler, DDT-Devlet Denetleme Kurulu, Maliye vb. kamu adına zaten çeşitli uygunluk denetimleri yetkilerine sahip bulunmaktadır.
1946 Modeli Var
Türkiye’nin ciddi bir deneyim birikimi de var. Türkiye’nin demokrasi ve üniversiteler tarihinde 1946 Üniversite Kanunu önemli örneklerinden birini oluşturuyor.
Özetle amaç olarak insan, toplum ve doğa yararına üniversite; yol yöntem olarak bilimsel özgürlük ve kurumsal özerklik temel ilkeleri oluşturması gerekiyor.
Sürecin Artısı: Boğaziçi Direnişi
Sürecin muhteşem bir artısı yine de var. Boğaziçi direnişi ve bu direnişten çıkarılacak ders olarak haksızlık karşısında susmamak kararlılığıdır.
Otoriterleşme ve totaliterleşmeye karşı en etkili mücadelelerden biri, kabul etmeme kararlılığıdır, diğer daha önemlisi ise kendi hak ve özgürlüklerini, temel hak ve özgürlükleri savunma kararlılığıdır.
- MEB açık öğretim okulları istatistiklerinde bir gariplik mi var? 29 Kasım 2024 04:15
- AKP'nin eğitim ve bütçeleme anlayışı: Lime lime ayrıştırmanın, imam hatipleştirmenin, metalaştırmanın, peşkeş çekmenin binbir türü 15 Kasım 2024 04:43
- Cumhuriyetin 101. yılında rüya, yurttaşlık ve ana dillerinde eğitim meselesi 01 Kasım 2024 04:26
- Üniversite nedir? Araştırma ve bilgi nedir? Kariyer yapmaktan/ uzmanlık bilgisinden farkı nedir? 18 Ekim 2024 04:42
- Akademinin yeri ve değeri: 207 üniversite bir 'muhabir Rüya' eder mi? 11 Ekim 2024 04:43
- MEB istatistiklerinin gör dediği açlık, dayatma ve niteliksizlik 04 Ekim 2024 04:50
- Türk Psikologlar Derneğinin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeline dair görüşü: Eğitim değil eğitimi ihlal modeli 27 Eylül 2024 04:42
- AKP ve MEB’in büyük mahareti: Bağnazlığı ve emek sömürüsünü sürdürmeye diplomalı çözüm 20 Eylül 2024 04:15
- Aileler çocuklarını MEB’den kurtarmaya çalışıyor: MEB eğitime, çocuklara, topluma zararlı hale mi geldi? 13 Eylül 2024 04:42
- Eğitimin sorunlarından öğretmenler ve müdür yardımcıları da mağdur 06 Eylül 2024 04:41
- Atamaların değeri değersizleştirilmesi üzerine 30 Ağustos 2024 04:44
- Tarihleri, çağları, problemleri karıştırmak: Ahilik de işletme de amaç ve işleyiş olarak okul değil 23 Ağustos 2024 04:46