Boğaziçi olayının çok yönlü analizi gerekir
Fotoğraf: Can Candan
Boğaziçi’ye rektör ataması olayı da, görevden alınması olayı da, içsel ve dışsal çok yönlü faktörlerin sonucudur. Bu çok yönlü içsel ve dışsal bağlantılı sebeplere, net bilgi sahibi olmadığımdan girmeyeceğim. İşin arka planını, çok sonraları ya hatırattan ya da, muhtelif zirvelerde devlet başkanlarının tanıksız görüşmelerinin zaptını havi devlet arşivlerinden öğrenebileceğiz.
Fakat hemen şunu belirtmem gerekir ki, Boğaziçi hocalarının yüksek iradeleri ve bilime saygılı duruşlarıyla üniversiteye karşı siyasi tavra karşı çıkışları, yılmadan olayı Türkiye’nin her köşesine ve uluslararası düzleme taşımaları, Türkiye Üniversite tarihinde önemli bir sayfayı oluşturmuştur. Boğaziçi hocalarımı ve talebeleri kutluyorum.
Boğaziçi Üniversitesinin talebi salt Boğaziçi’nin talebi değildir; siyasetin üniversiteye müdahalesi karşısında yapılmış gerçek bir üniversite talebidir. Rektör seçimi usulünden, iç işleyişte rektörle bölümler arası ilişkilere dek her alanda üniversite işleyişi kamu ve özel kurumların işleyiş ve usullerinden çok farklıdır; “sui generis”tir. En son uygulamada, Boğaziçi’de bazı hocaların ders yetkilerinin iptal edildiği duyulmuştu. Böyle bir uygulama üniversite adabına yakışmaz; bölümün verdiği kararı, üst makam, rektörlük dahi olsa, çok haklı bir sebep olmadıkça onaylamak durumundadır. Üniversite geleneğine uymayan bu işi atanabildiği gibi görevden de alınabilen rektör yapmıştır. Ne acıdır ki, siyasetin üniversiteye sokulduğunun en bariz delili olan KHK ihraçlarında da atanmış rektörler kutsal vazifelerini ifadan geri duramadılar!
Türkiye’nin siyasi atmosferinde tüm kurumlar benzeri, üniversitelerde de siyasi kadronun çakma bilim yüzü gibi tezgahlanırken, Boğaziçi, ODTÜ vb. az sayıda üniversite bu şablona uymuyordu. Kurumları aynı sıraya dizmek için anlamsız bir düşünce ile sarmalanan kafalar duruma müdahale etme ihtiyacı duydu ve Boğaziçi’ye askeri dönemde dahi girilmeyen şekilde girdi ve kapısına kilit vurdu! Ne hazin bir manzaradır ki, üniversite olgusu ve kavramı ile yaşamının hiçbir yerinde haşır neşir olmayan insanlar, ulaşamadıklarını ve giriş imtihanları ile giremedikleri yerlere polis çizmeleri ile girmeye çalıştılar. O insanlar bilmiyorlar ki, o zapt ettiklerini zannettikleri kaleler, ülkeyi bir örümcek ağı gibi sarmalayan kara yobazlığı kıracak ve ülkenin aydınlık geleceğini örecek beyinler üreten bacasız fabrikalardır.
Üniversite, akademik özerklik ve bilimsel özgürlük alanıdır; bunların olmadığı, siyasetin, sermayenin ve yobazlığın hüküm sürdüğü yerde, hangi siyasetçi neyi savunursa savunsun, gerçek anlamda üniversite de yoktur, bilim de yoktur. Bu duygu ile, İsrail-Filistin çatışmasının bir anında karşı tarafa taş atarak sembolleşen Edward Said’in protestosu karşısında, Columbia Üniversitesi akademisyenlerinin tavrını yansıtan Rektör Janathan R. Cole imzalı bildiriyi, utanarak ve sıkılarak huzurunuza getiriyorum.
Akademik özgürlük gereğince, ders anlatan herkes sınıfta konuları tartışırken özgürdür; araştırma yaparken ve araştırmalarının sonuçlarını yayımlarken de özgürdür ve özel veya kamusal alanlardaki açıklamaları ve bağlılıkları nedeniyle Üniversite tarafından cezalandırılamaz; ancak akademik camiadaki konumlarından kaynaklanan yükümlülüklerini akıllarından çıkarmamalılar.
Profesör Said’in ve üniversitenin diğer mensuplarının faaliyetleri, akademik özgürlüğe ilişkin bu kurallarla korunur. Columbia’da bir ifade nizamnamesine inanmıyoruz ve bir ifade polisi gibi de davranmamalıyız. Bunlara inanç duyarız ya da duymayız, Profesör Said, Üniversitenin karışamayacağı, koruma altındaki “açıklamalar ve bağlılıklar”la iştigal etmiştir. Profesör Said hakkında, bizim ülkemizde veya başka bir ülkede dava açılsa bile onu Üniversite’nin davranış kurallarına dayanarak cezalandırmak uygun değildir. Kısaca Üniversite, bir mensubunun fikirlerini açıklamasına veya davranışlarına karşı, bunlar cezai veya asli bir davanın konusu olsa da, herhangi bir yaptırımda bulunamaz. Tepkiyi, koşullar belirler.
Bir üniversite için, siyaseten egemen ideolojinin pasifleştirici etkisinden korkmadan görüşlerini ifade etme özgürlüğüne sahip bireylerin söylem özgürlüğünü korumaktan daha temel bir şey yoktur. Sınıfta veya dışarıda ifade edilen ve bize çirkin gelen fikirlerin, bizim “gerçek” kavrayışımızı yerinden eden, ön yargılarımızı ve peşin hükümlerimizi sorgulayan fikirlerin, akademik düzenimizin temel yapısını tehdit etmedikleri sürece güvence altına alınmaları gerekir.
Profesör Said’in veya onu eleştirenlerin ifade özgürlüğünü kısıtlama fikri, muhalifleri için sevimsiz olsa da, hepimize ve akademik özgürlüğe yönelik bir tehdit oluşturur. Öğretim üyelerimizin fikirleri üzerine böylesi kısıtlamalar getirmek, bu Üniversitenin saygı duyulan bir niteliği -çoğunluğun kabul edilmez olarak nitelendirdiği fikirlere hoşgörü göstermesi- üzerinde uzun süre etkili olacak olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Üniversitenin disiplin mekanizmalarının çalışmasını gerektiren bir mesele olduğuna inanmıyorum.
Öğrenciler ve öğretim üyeleri doğru olduğuna inanmadığım pek çok şeyi yapmakta özgürler, ancak o anda iktidar konumunu işgal edenlerin fikirleriyle uyuşsun diye bütünlüklü bir fikirler kümesini garantilemek için Üniversitenin otoritesini hiçbir zaman uygulamam.
Türkiye’deki üniversitelerin de, üzerindeki kabusun kalkması ve kurumsal özerkliğe ve bilimsel özgürlüğe kavuşması dileği ile
- Sistemin sis perdesi: Bütçe tartışmaları 23 Kasım 2024 05:00
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57
- Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı! 19 Ekim 2024 04:46
- Siyasi yalan 12 Ekim 2024 05:00
- İktidarın anayasa histerisine şiddetle karşı çıkılmalıdır! 05 Ekim 2024 04:33
- Boğaziçililer günü 28 Eylül 2024 05:07
- Cinayetin siyasallaştırılarak, perdelenmesi 21 Eylül 2024 04:40
- AKP’nin özü netleşiyor 14 Eylül 2024 04:45
- AKP, politikalarını düzeltebilir mi? 07 Eylül 2024 04:56