Büyük ve iyi düşünmekten imtina etmemek üzerine
Fotoğraf: Unsplash
Seçmenin oy verme davranışları temelde üç başlıkta incelenir:
1- Sosyolojik yaklaşım: Bireylerin içinde bulundukları sosyal yapının değişkenlerine göre yani “sosyoekonomik statü, yaşanılan coğrafya parçası ve mensup olunan grup” gibi faktörlerle oy verme eğilimini inceler.
2- Psikolojik yaklaşım: Özdeşleşme modeli olarak anılır, seçmen futbol takımı tutma eğilimine benzer bir davranış sergilediği düşünülür. Siyasi aktörlere duyulan sevgi ve bağlılık ön plandadır.
3- Rasyonel yaklaşım: Seçmenlerin süreç ve duruma göre çıkarlarını iyi analiz etmiş olması ve mantıklı olan seçeneğe göre oy kullanması halidir. Bu yaklaşımda seçmen sadece geleceği değil geçmişi de sağduyu ile değerlendirir, dolayısıyla vaatlerle değil mevcut aktörlerin çalışmalarının sonuçlarıyla ilgilenir.
Seçmenler ise temelde; idealist, gelenekçi ve faydacı seçmen tipleri olarak sınıflandırılır. İdealist; daha çok bir partiye, ideolojiye veya adaya gönül vermiş olan kişileri, gelenekçi; yaşadığı çevrenin etkisinde siyasi tutum gösterenleri, faydacı ise kendisi için en uygun siyasi seçeneği seçme eğiliminde olan kişileri ifade etmek için kullanılır. Siyaset iletişimi bu yaklaşım ve seçmen tiplerine göre farklı şekilde oluşturulur.
Ülkedeki süreç, durum ve etkili siyasal iletişim ile bu gruplar arası geçişkenlik artırılabilir.
Buraya kadarı tüm siyasi partilerin kampanyacılarının, iletişimcilerinin işlerinin giriş bölümü, 101’i.
Önümüzdeki seçim için kitlelerin rasyonel yaklaşımla oy vermesini, faydacı yaklaşmasını sağlamak ve geçişkenliği artırabilmek için neler yapılmalı ise en temel sorun.
Ortada yüz binlerce kayıp silah varken, ülke kara para aklama merkezine dönmüşken, devlet-mafya ilişkileri açıklıkla ortaya dökülmüşken, kafamıza sürekli “Seçimle gitmeyecekler, bunlar daha iyi günleriniz” korkusu kazınırken ne yapmalı?
Buradan sonrası kendi umudum, muradım, önerilerim:
İletişimin tüm mecralarında kötümser dilden kaçınmak lazım. Korkuyu aşmak için korkulanı sürekli kendimize hatırlatmak değil, korkunun üzerine gittiğimizde ulaşılacak iyi ve güzele odaklanmak gerekir. Cesaret buradan gelir.
İnsanları gelenekçiliğinden çıkarabilmek, ancak kendi ezberinden daha iyi bir geleceği çok net ortaya koymakla olur. Vadedilen kazanç, kaybedilme ihtimali olandan çok daha büyükse riski almak kolay olur.
Artık kararnameleri, mega projeleri, mafya ifşalarını, yargının durumunu, parti kapatma tehditlerini, fezlekeleri konuştuğumuzun onlarca katı geleceği konuşmalıyız.
“Muhalefet ‘Kesin gidecekler’ rahatlığında ancak neye güvenerek söylüyorlar?” eleştirileri sıklıkla yapılıyor. Satranç tahtasında at ile fil dengeli ve ekip ruhuyla hareket edemiyor. Bu düzeni bozma iddiasındaki parti daha kendi içindeki kurulu düzene ilişemiyor, dolayısıyla o çok beklenen “Her şey çok güzel olacak” havası bir türlü esemiyor.
O hava için seçmenin şunlara ikna olması gerek: İster dar bölge ister baraj yüzdesinde ayarlama olsun, Meclise neyi getirirlerse getirsinler, muhalefetin A-B-C-D…Z planları hazır.
Mesela muradım şu netlikte ortak bir bildiri görebilmek:
“Seçim öncesi seçmen listeleri kontrolü için organizasyonumuz, operasyonumuz tamamlandı. Seçim güvenliği için örgütlendik, yurttaşları da örgütlenmeye çağırıyoruz. Tutanakların karşılaştırılması için yazılım hazır, testleri gerçekleştirildi. İşi garantiye almak için bu sefer birkaç farklı sistem üzerinden tutanak girişi yapılacak.
Oyların güvenliği için seçim kurulları önündeki nöbetçi ekiplere kadar hazırlığımız tamamlandı.
Bu bir seferberlik, herkesi birlikte hareket etmeye çağırıyoruz.
Seçim sonrası ilk 100 gün ve ilk yıl planımız hazır.
Yargıda, sosyal haklarda, eğitimde, devlete dair üretim araçlarında, ‘yap-işlet-devret’lerde, varlık fonunda, kayyumlarda yapılacaklar hazır.
Şimdiye kadar herhangi bir sebeple kirli ilişkilerin, rantın, usulsüzlüğün şahidi, bileşeni, parçası olan herkesi şimdiden etkin pişmanlık yasasından yararlanabilmesi için bağımsız komisyonumuza bilgi vermeye çağırıyoruz. Yargı süreci başladığında her şey için geç kalmış olacaksınız.
Kendi güvenlik araştırmasından geçirdiğimiz, atanmaya hazır, üzerinde ortaklaşılmış 8 bin kişilik hakim ve savcı listemiz ile ilk el atacağımız yer yargı olacaktır.
Yeniden yapılanma ile hesaplaşmayı aynı süreçte yönetebilecek güce sahibiz.
Şimdiye kadar ister uzaklaştırılmış olsun, ister yargılanmış olsun, ister tehdit ile sessiz kalmaya zorlanmış olsun, bu çarka bir damla su taşımamış herkesin yeniden yapılandıracağımız devlet kurumlarında yeri hazırdır.
Eğitim, sağlık, sosyal haklar, eşitlik, hayvan hakları, ekoloji, ekonomi, kamu kaynakları, vergilendirme, denetim, dış politika vb. tüm alanlarda tüm muhalefet temsilcileri, odalar, meslek örgütleri, STK’ler ve akademi ile birlikte eylem planları konusunda çalışma grupları oluşturuldu.
İlk yıl sonu hedefleri her bir çalışma grubu için ayrı ayrı belirlendi.
Demokrasiyi, adaleti, barışı hep birlikte yeniden tahsis edeceğiz.”
Her gün bunun iletişiminin bağır bağır bağrıldığı ve ana gündem olduğu bir ortamda ortaya çıkan her ifşa hesap defterine eklenen bir madde işlevi görürdü ve hesap gününe dair bir heyecan yaratırdı.
Bu, oldukça el yükseltilmiş bir hayal gibi geldiyse o zaman şuna odaklanalım:
Bu ülkede solun birlikte hareket edebildiği bir dönemin kapısı açıldı.
Seçimden sonra, yargı işlemeye başladığı anda bir Cumhur İttifakı kalmayacak ortada.
Haliyle ana muhalefetin de bugünkü iktidar değil sol bir ittifak olacağını düşünelim.
Solun bütünleşik halde muhalefete geçtiği bir yapının hayalini kuralım.
Tüm ezberlerinden, köşelerinden arınmış, amaçta uzlaşmış, Mecliste bir grup oluşturabilmek için A-B-C...Z planlarını hazırlamış, dayatacağı eylem planlarında anlaşmış sol blok üzerine düşünelim.
Beklentinin hep başka odaklar üzerine kurulmasına seyirci kalmaya gerek yok.
Biraz da bütünleşik sol bir ana muhalefetin yapabileceklerine odaklanalım. Bunu formüle edelim, konuşalım, konuşturalım.
Bu toplumdaki gelenekçiye geleneğinden, idealiste idealinden, faydacıya çıkarından öte nasıl bir amaç sunabiliriz ona bakalım.
Sosyolojik açıdan bakarsak, herkes yoksullaştı, herkes gelir dağılımındaki adaletsizliğin açıkça farkında, psikolojik açıdan bakalım; inşa edilen o “Sever de döver de” baba figürü baskıyı öyle bir artırdı, kuru ekmeğe öyle bir muhtaç bıraktı ki kapıyı çarpıp evini terk eden terk edene, rasyonel yaklaşalım; birlikte hareket edebilmek herkesin lehineyken, birlikte hareket etmemenin getireceği dert, hesabı verilemeyecek büyüklükte.
Yani zemin müsait, bir tek esinti eksik.
Üzerimizdeki ölü toprağından, karamsarlıktan, atıllıktan ancak daha iyi bir geleceği ayağı yere basar bir zeminde konuşarak kurtulabiliriz. Rüzgarı estirmek için gecikmemek gerek.
Siyasete bulaşmadan yaşayabilen, konuşmadan durabilen insan kalmadı.
Konuşabilecekleri emek verilmiş umutlu çıkışlar olmalı ortada.
Köşemin yettiği alanın sonuna gelirken neşeli bir hayalimi paylaşmak isterim.
TRT'ye 2024 için bir dizi senaryosu yazayım diyorum. “Hilal’in Ağlak Günlüğü” isimli bir kara komedi.
Şimdiden başlamakta fayda var.
Gülmeyin, ne Topçu Kışlası var ortada ne de bir Bulu. İsteyince yapabiliyoruz bu işi.
TRT dizisi izleyebileceğimiz pazarlara kadar esen kalın.
- Uyanık tutan sorular 21 Aralık 2024 05:15
- Kara kış 14 Aralık 2024 04:45
- Karar üzerine tartışma 07 Aralık 2024 06:25
- İçimdeki taziye çadırı 30 Kasım 2024 06:10
- Had aşımı 23 Kasım 2024 05:04
- Kitap-defter açık sınav 16 Kasım 2024 04:47
- Soru 09 Kasım 2024 04:19
- Bi'şey 02 Kasım 2024 04:47
- Bazı huylarımız iyi değil... 26 Ekim 2024 04:25
- El artırmak üzerine 19 Ekim 2024 04:24
- Ben aptal mıyım bay başkan? 12 Ekim 2024 04:40
- Ottolaşmak üzerine 05 Ekim 2024 04:40