Kendi sesinden sinemanın ‘ses’i Necip Sarıcı (2) : Büyük sinema ailesine, Yeşilçam’a giriş
Fotoğraf: Mesut Kara
Sinemamızın unutulmaz oyuncularından Gülistan Güzey’in referansıyla iş görüşmesine gittiği, büyük film yapımcılarından AND Filmin Kurucusu Turgut Demirağ’ın “İşe alındın” cümlesiyle hayatının akışını değiştiren, bugünlere dek “İz bırakarak” sürdürdüğü sinema-Yeşilçam yolculuğu başlamış oluyordu Necip Sarıcı için.
Sonrasını yine kendi sesinden, kendi cümleleriyle aktaralım:
Turgut Bey o dönemin film çekeni, daha öncekiler de var tabii. Filmer ailesi, Kemal film, Özen Film… Turgut Bey onlardan sonra gelen önemli bir sinemacıdır. Büyük bir mal varlığı ve sermayeyle geliyor sinemaya. Nişantaşı’da bir de plato yaptı, bana da “Sen platoda benim filmlerimi kontrol edeceksin, oraya gidip geleceksin” dedi. Öyle güzel bir yere düşmüşüm ki sanki dünyanın en güzel filmleri orada çekiliyor. Gittiğimde ‘Şimal Yıldızı’ çekiliyordu, platoda dekor yapılıyordu, Sohban Ağabey’i tanıdım, Sohban Koloğlu.
Atıf Bey’i (Yılmaz), Nurhan Nur’u tanıdım o çekimlerde. Turgut Bey’in sekreteri telefon etti, bir ara “Turgut Bey’i gör” dedi. Turgut Bey’in yanına gittiğimde “Sen gündüz burada çalışıyorsun, gece de Göztepe’de benim köşkümün bahçesinde sinemam var AND sineması orada çalışırsın” dedi. Rıdvan Paşa Sokağı’nda muhteşem, kuleli bir köşktü.
Osmanlı’dan kalma, bahçeye yol seviyesinde bir sinema yapmış Turgut Bey kendi hobisi için. “Gece gelirsen oraya haftalığına ek olarak 17.5 lira vereceğim” dedi.
Gece Turgut Bey’in sinemasında teknisyen ve makinist, gündüz de film kontrol eden iş sahibi bir insan olmuştum.
Turgut Bey’in çevresi ve ailesi İstanbul kültürü içerisinde çok iyi yetişmiş insanlardı.
Mesela sinemamızın müdavimlerinden biri, son harem ağası Nadir Ağa. Göztepe’de meşhur Nadir Ağa çayırı var, tren istasyonunun yanında vakıf binaları var. Sinemanın oynadığı ilk akşam gelenler arasında Reşat Ekrem Koçu, İsmail Galip Arcan, Ben öyle bakardım gelenlere. Turgut Bey’e akşam yemeğine gelirlerdi, gecede sinemaya inilirdi. Arkada onların özel koltukları vardı. Salı günleri de konser gecesiydi, Perihan Altındağ Sözeri, Hamiyet Yüceses gibi sanatçılar gelirdi. Bu benim için büyük bir şanstı. Beni ilgilendiren, ilgimi çeken şeyler herkesi ilgilendirmeyebilir, ama ben tam istediğim bir dünyanın içine düşmüş gibi hissediyordum kendimi.
AND filmden askerlik sebebiyle ayrılışım 1955 sonu 56 başı gibi. Bu arada bazı filmcileri tanıdım. Mesela Yuvakim Filmeridis diye çok değerli bir insan tanıdım, sonradan ortağımız oldu. Büyük bir sinema ustası, makinist, kameraman ve laboratuvar ustasıydı. Çok önemli filmleri var, örneğin ‘Yalnızlar Rıhtımı’, Lütfi (Akad) Ağabey’in çektiği bir film ki müthiş güzel resimler vardır. Kendi çektiği filmi kendi yıkar, iş kopyasını kendi basardı. Sonra da Güven Film adıyla bir firma kurdu. İki yıl askerlik döneminden sonra döndüm. İşim yok, düşünmüyorum eski iş yerime gitmeyi. ‘Başka işler yapabilir miyim?’ diye bakıyorum. Bir gün iş ilanlarında ‘Lale Film Stüdyosuna yetiştirilmek üzere elemanlar alınacaktır’ yazan bir ilan gördüm.
1957’nin sonu, hemen Lale Film’e müracaat ettim, Mecidiyeköy’de içi stüdyo olan muhteşem bir köşk. Orada bir arkadaşım oldu: Özdemir Öğüt, şimdi meşhur Vipsaş’ın sahibi. Yan yana oturuyoruz sınavda. Biz kağıtları doldurduk, verdik çıktık.
Haber bekliyorum, bir gün eve geldim, annem, ‘Bir mektup geldi’ dedi. Baktım Lale Film Stüdyosu... Hâlâ saklarım, duruyor bende. “Yaptığımız imtihan neticesinde başarılı olduğunuzu gördük. 3 ay deneme süreci içerisinde 300 lira maaşla işe başlamayı kabul ederseniz...” yazılı.
YENİ BİR İŞ, YENİ BAŞLANGIÇLAR
Koşarak, uçarak gittim hemen. Sanırım 15 kişi alınmıştı. Daha sonra Özdemir Öğüt ve ben dışında iki kişi kaldı orada, birçoğu ayrıldı. Bize stüdyoyu gezdirdiler, burada prensip şu dediler; “Burada her işi yapacaksınız, her işi öğreneceksiniz, temizlik dahil.”
Önce dublaj yapılacak filmleri amorslama işini öğrendim, yani loop yaparak iki ucu bir parça ile bağlarsınız o devamlı makinede döner, dublaj sanatçıları da o ağızları taklit ederek dublaj yapmaya çalışırlar.
Sonra developmana indik. Çok güzel, film kokan bir yer. Film kokusu müthiş bağımlılık yapar. Hani filmi elinizde yapıştırırsınız, hiç bir aygıt yok o asetonu sürdüğünüz zaman, o filmi eritir, yapıştırır ya bir tabaka yanar ve güzel bir koku çıkar. İşte ben hissettim ve o kokuyu hep aradım.
Orada çok değerli insanlar tanıdım. Sabahat Filmer Hanımefendi, zaten ünvanı ‘Hanımefendi’. İstanbul’da bütün sinemacılar Hanımefendi diye tanır. Lale Film’in o zaman 33 sineması var. Kendi ihtiyaçları için yapılmış olan stüdyoda genelde kendi filmlerini imal ediyorlar. Daha önce Kemal Film, Özen Film ve Lale Film olarak otak bir film stüdyosu yapmışlar: Marmara Film Stüdyosu. Üç firma kendi imalatlarını yapıyorlar. Meşhur efsane Ses Mühendisi Yorgo İlyadis de orada sesçi.
Çok kısa bir stüdyo genel elemanlığından ses odasına geçiyorum. Tabi, işi işin içinde öğreniyoruz. O dönemde okulu yok. Yani sinemayı sinemanın kendisi öğretiyor.
Türkiye’de sinemayı öğreten insanların geneli Rum, Ermeni ustalar. Kriton İlyadis, efsane bir kameraman, Yorgo İlyadis efsane bir ses insanı. Büyük otorite, Adapazarlı Rum aileden.
Anadolu aksanlı İlyadis ustanın oğulları gelmişler müthiş elemanlar olmuşlar. Efsane insan, hep örnek almak istediğimiz insandı. Sebahat Hanım da, ‘Yorgo Usta telin üzerine ses çeker, dinletir, onun gibi olun’ derdi. Hep biz özendirilirdik Yorgo Usta’ya. Biz Yorgo Usta’nın yöntemini kavradık. Kriton Usta’nın çektiği filmleri bugün izlediğimiz zaman dünya ile yarışacak filmler. Bu insanlar benim gözümde efsane insanlar, sinemanın büyük ustaları, bu işin temelini kuran insanlar.
Ben kendimi ses odasında bulduğum zaman, Lale film ‘Beyaz Mendil’i yapmış, ‘Gelinin Muradı’ geliyor. Bir de dublaj için gelen çok önemli Şehir Tiyatrosu sanatçıları var, bunları tanıdığım zaman inanamıyordum, rüya mı nedir bu diye. Onlarla da kısa zamanda dostluk kurdum, ahbap oldum, Reşit Gürzap, Kani Kıpçak... Yok, yok yani. Nevin Akkaya, Sacide Keskin, Tarık Gürcan olağanüstü...
Tabi bu kişilerin çoğu da filmlerde oynamış. Muhsin Bey Şehir Tiyatroları kurucusuydu. Darülbedayi’den itibaren, ilk önemli sinemacı, yani Türk sinemasının kurucularından. Nevin Akkaya anlatılamayacak güzellikte, hem insani güzellikleri, hem kişisel güzellikleri, fizik olarak. Adalet (Cimcoz) Hanım öyle, herkes onun insanlığına ve sesine aşıktı. Bu insanların içinde olmak ne büyük bir şanstı. Yani hazine dairesine düşmüş bir adam gibiydim.
- Düşen yapraklar (1) 27 Mart 2024 04:15
- Nihat Ziyalan: Yılmaz Güney’in kan kardeşi, filmlerin kötü, gönlümüzün ve edebiyatın iyi insanı (2) 13 Mart 2024 04:20
- Nihat Ziyalan: Yılmaz Güney’in kan kardeşi, filmlerin kötü, gönlümüzün ve edebiyatın iyi insanı (1) 06 Mart 2024 04:15
- Bilal İnci: Zalim, gaddar, acımasız kötü adam 28 Şubat 2024 04:20
- Geleneksel Türk tiyatrosunun son temsilcisi: İsmail Dümbüllü 21 Şubat 2024 04:00
- Atatürk, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi ve Münir Hayri Egeli (3) 14 Şubat 2024 04:15
- Atatürk, “Ben Bir İnkılap Çocuğuyum” filmi ve Münir Hayri Egeli (2) 09 Şubat 2024 04:20
- Atatürk, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi ve Münir Hayri Egeli (1) 04 Şubat 2024 04:35
- Jönlükten kötü adamlığa bir sinema sevdalısı: Hüseyin Peyda 28 Ocak 2024 04:33
- Şerafettin Kaya: Ben İyi Biri Olmadan Önce 21 Ocak 2024 05:10
- Yeşilçam’ın Çınarları (6): Vedat Örfi Bengü: ‘Mısır’da sinemayı kuran Türk’ 14 Ocak 2024 04:43
- Yeşilçam’ın Çınarları (4): Aziz Basmacı, Vahi Öz 07 Ocak 2024 04:04