Sarı muhalefet ve sürdürülebilir direniş

Fotoğraf: Mürsel Ç.
Sendikal mücadelede sarı sendikacılık denilen bir olgu vardır. Sarı sendikacılar sendika yöneticisi olup işçi sınıfının haklı taleplerini savunmak yerine kendi koltuğunu korumak, kendi cebini doldurmak ve/veya kendi gücünü arttırmak için sınıf hareketini baltalar. İş yerlerinden çıkabilecek her yeni direniş sarı sendikacılar için bir tehdittir, çünkü onların esas işlevlerini ifşa eder. Sarı sendikacının derdi işçi sınıfı değildir, işçi sınıfı mücadelesini kendi menfaati için kullanmaktır. Haklı ve meşru toplumsal direnişlere resmi muhalefet içinden gelen bazı tepkiler kimilerinin sarı sendikacılığı andırır bir şekilde sarı muhalifliğe talip olduğunu gösteriyor.
Boğaziçi Üniversitesinde öğrencilerin, öğretim kadrosunun ve mezunların keyfi ve teamüllere aykırı rektör atamasına karşı aylardır gerçekleştirdikleri direniş büyük bir başarı kazandı. Kayyum Rektör Melih Bulu görevden alındı. Direnişin başında üniversite bileşenlerinin bütün haklı taleplerine ve bu taleplerin toplumda kabul görmesine rağmen gerek resmi muhalefet gerek resmi muhalefete akıl verme rolünü üstlenmiş çevreler Boğaziçi eylemlerinin iktidarın ekmeğine yağ sürdüğünü iddia ettiler. Direnmek iktidara sertleşmek için aradığı fırsatı verecek, giderek oy kaybettiği bir ortamda iktidar sandığı tamamen devreden çıkaracak tedbirleri alacak ya da protestoları tabanını konsolide etmek için kullanacaktı. Yani, iktidar muhalefeti sokağa çekip, orada ezmek niyetindeydi. Bu safsatalara aldırmadan hakkını arayan ve meşruluğuna inanan üniversite bileşenleri tüm ülkeye örnek olacak bir kararlılıkla direnmeye devam ettiler ve azımsanmayacak bir başarı elde ettiler.
Kamuoyunda giderek meşruiyet kazanan direnişin karşısında geri adım atan “direniş muhalifi muhalifler”, Bulu çantasını toplarken bu sefer yeni bir iddiayla duruma hakim olmaya çalışıyor. İktidar mahfillerinden pompalanan bu iddiaya göre Bulu yeterince sert olmadığı için görevden alındı ve bu sefer direnişi ezecek yeni bir kayyum atanacak. Böylece direnişin iktidarı sertleştirmekten başka bir işe yaramadığı, seçime kadar her türlü hak gasbını sineye çekip sabretmek dışında bir çare olmadığı iddiası farklı bir kılıkla tekrar kamuoyuna çıkıyor. Bu iddia iktidarın copuna, gazına, tazyikli suyuna gerek kalmadan, korku ve kuşku yaratarak hak aramayı bir araç olarak toplumun elinden almayı hedefliyor. Bu bağlamda sarı muhalefeti maliyeti düşük, taşeron iktidar olarak da tanımlamak mümkün.
Sarı muhalefetin çarpıttığı hakikat şudur: Boğaziçi’nin en büyük başarısı aylardan beri bıkmadan usanmadan, haklılığına olan inancını yitirmeden direnmeyi sürdürmesidir. Korkuya, endişeye, yılgınlığa teslim olmadan hakkını aramasıdır. İradesini ve birliğini kırdırmamasıdır. Direnişin sürdürülebilir olduğunu kanıtlamasıdır. Bu vasıflarıyla Boğaziçi direnişi tüm hak arayanlara örnek olacak bir hak arama mücadelesi sergilemiştir.
Sürdürülebilir direnişin farklı biçimlerini başka alanlarda da görüyoruz: Her türlü tehdide, dışlanmaya, kara propagandaya karşı saldırılara inatla direnen kadınlarda, LGBTİ+’larda, geri dönülmez çevre tahribatına karşı yaşam kaynaklarını savunan köylülerde, kölelik koşullarında çalışmayı reddeden işçilerde. Elbette her tekil direnişin hedefleri, mücadele ettiği kurumsal mekanizmalar, elindeki kaynaklar ve sürdürülebilirlik olanakları farklıdır, ancak hepsi stratejik ve taktik açıdan birbiriyle karşılaştırılabilir. Hepsi bir bütün olarak geçmişin hafızasını güncelleyen, buna yeni tecrübeler katan bir direniş repertuvarı sunmaktadır. Bunun da ötesinde her bir direniş eğitime, bilime, çevreye, ekonomiye, aileye, cinsiyete, cinselliğe dair her gün yeni tezler geliştirmekte, hem direnenleri hem tüm kamuoyunu yeni meselelerle, yeni bakış açılarıyla, yeni çözümlerle tanıştırmaktadır. Ülkenin ihtiyacı olan yenilenme umudu bu tekliflerde aranmayacaksa nerede bulunacaktır? Kapalı kapılar ardındaki partiler arası pazarlıklarda mı? İfadelerine bakılırsa anlatanların bile pek kavramadığı anayasa mühendisliklerinde mi?
Birçok yorumcunun işaret ettiği gibi resmi muhalefetin en büyük sorunu toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek, halka umut verecek, gerçek bir değişimi temsil edecek bir program ortaya koyamamaktır. Siyasi programları uzmanlar, komisyonlar yazmaz, toplumsal ittifaklar yazar. Uzmanlar ancak bu programların nasıl gerçekleştirilebileceğine dair teknik detaylar üzerine çalışabilirler, toplumu temsil edemezler, ikame edemezler. Ülkenin ihtiyacı ekonomik kriz ve jeopolitik çatışmalardan medet uman bir muhalefet hattı değil, bütün bu direnişlerin dile getirdiği talepleri birbiriyle birleştiren, hak aramanın önünü açan bir siyasi hattı örmektir. Sarı muhalefetin esas korkusu kendisinin akıl hocalığını gereksizleştirecek, kendi iktidar alanını etkisizleştirecek bu adımdır. Nitekim topluma karşı sorumlu bir siyasi muhalefet mevcut muktedirler kadar sarı muhalifleri de yerlerinden etme riski taşır. Her türlü eleştiriye cevap vermek yerine “Muhalefete muhalefet etmeyin”, “Muhalefetin moralini bozmayın” diye karşılık veren çevrelerin Bulu’nun görevden alınmasını bir başarı değil de korkulacak bir gelişme olarak yorumlaması, moral bozmaya çalışması ibretlik değil mi? Sarı muhalefet kötü günümüzde acımıza tanık olmak için yanımızda bizden çok ağlayan, mutlu günümüzde de mutlaka kötü günümüzü hatırlatıp endişe zerk eden toksik insanlara ne kadar benziyor! İnsanların mağduriyetini onlar üzerinde iktidar kurmak için yakıt yapanlar, insanların mağduriyetle mücadelesine de tahammül edemiyor. Morali bozuluyor. Bozulsun.
Evrensel'i Takip Et