Suriye’de, Libya’da Doğu Akdeniz’de sökmeyen şoven milliyetçilik Kıbrıs’ta sökecek mi?

Fotoğraf: DHA
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın KKTC ziyaretinde verdiği “müjde”, her bakımdan bir fiyasko olarak karşılandı. Ama “kapalı” Maraş’ın yüzde üç buçuğunun “yerleşime açılacağı”nı açıklaması, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nden öte AB, ABD ve İngiltere tarafından da sert tepkiyle karşılandı.
AB’nin tepkisi Yüksek Temsilci Josep Borrell’in Twitter hesabından paylaşıldı: “...AB, uluslararası hukuka aykırı tek taraflı eylemlerden ve yeni provokasyonlardan kaçınılması gerekliliğinin bir kez daha altını çizmektedir!”
ABD Dışişleri Sözcüsü Price, Maraş’la ilgili ABD’nin tepkisini aktardığı tweet’te, “Maraş’ı Kıbrıs Türk’e (KKTC) devretme çabaları kışkırtıcı ve kabul edilemez. Güçlü bir BM Güvenlik Konseyi yanıtı için müttefiklerle çalışıyoruz” biçiminde açıkladı.
Kıbrıs’ın statüsünün üçüncü garantör ülke olan İngiltere de, Maraş kararı üstünden, “Kıbrıs’ta gerginliği artırıcı girişimlerden uzak durulmasına” çağırarak, bir adım geriden de olsa AB ve ABD’nin tutumuna destek verdi.
AB’den gelen açıklamalara yanıt Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Büyükelçi Tanju Bilgiç’ten geldi. Bilgiç, Borelli’nin açıklamasını, “Bizim için yok hükmündeki bu açıklama Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’ın avukatlığından öteye geçmeyen bir açıklama" biçiminde değerlendirdi.
ESKİ ‘GİZLİ AJANDA’ KIBRIS’TA ‘İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM’, RESMİ TEZ OLDU
Erdoğan’ın girişimi, eğer sadece Maraş’ın üçte birinin yerleşime açılmasıyla sınırlı kalsaydı, belki “İç politikaya yönelik bir şov” denilerek geçiştirilebilirdi. Ancak, Erdoğan yönetiminin;
- Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’de doğal gaz arama ve işletme girişimlerini meşrulaştırmak için KKTC’yi Türkiye’nin uzantısı olarak gösteren bir tutumun benimsenmesi,
- KKTC’deki seçimlere Türkiye’nin açıkça müdahalesi, Ersin Tatar’ın karşısındaki aday Mustafa Akıncı’yı ve diğer bazı kişilerin aileleriyle tehdit edilmesi,
- En son, Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve parlamento binası yapılmasının bile Erdoğan tarafından açıklanması, KKTC ile ilgili hemen her konuda Kıbrıs’ın Türkiye’nin bir ilçesi muamelesi yapılması, kendi başına bile Kıbrıs sorununun çözümünü zorlaştıran girişimlerdir.
Bu girişimler, 1950’lerin ikinci yarısından itibaren “Ya Taksim Ya Ölüm” sloganında yansıyan hükümetlerin eski “gizli ajandası”, Kıbrıs’ın bir bölümünün, olmazsa tamamının ilhakı anlamına gelen “Kıbrıs’ta iki devletli çözüm” teziyle birleştiğinde; Kıbrıs’ın dış politikada olduğu gibi iç politikada da iktidar tarafından gündemin üst sıralarında tutulmak istendiğinin ifadesidir.
Hele de son aylarda tek adam yönetiminin siyasi gündemi belirleme inisiyatifini kaybettiği dikkate alındığında, burjuva muhalefetin en önemli zaaflarından olan “yavru vatan”ı yutarak şoven milliyetçi “fetih açlığı”nı istismar etmeyi sonuna kadar zorlayacağından şüphe etmek için ne yazık ki hiçbir belirti yok. Tersine Erdoğan iktidarının ne Kıbrıslıların ne istediği, ne de “iki ayrı devlet tezi”nin aslında KKTC’nin Türkiye’ye bağımlı bir sözde devlet olarak resmileştirilmesi anlamına geldiğinin farkında olan Kıbrıs’ın her iki halkının ne istediğini umursamadığı apaçıktır.
KIBRIS, ARTIK İÇ VE DIŞ POLİTİKADA ÖNEMLİ GÜNDEM!
Dahası, “iki devletli tez” konusunda Türkiye’de de bir tartışma olmadığı, tersine muhalefetin “iki devletli çözüm”e balıklama destek verdiği görülmektedir. Bu da Erdoğan için, hem desteğine çok önem verdiği şoven milliyetçi odakların motivasyonlarını artırmanın hem de pek çok konuda Erdoğan’la sert tartışmalara giren burjuva muhalefeti yedeklemek için bir imkan yarattığı için menüden eksik olmasını istemeyeceği ballı börektir!
Erdoğan’ın tek adam rejiminin Suriye’de, Libya’da, Doğu Akdeniz’de geri adım atıp, zafer şarkıları söylemeyi bırakmak zorunda kaldığı bir dönemde, Kıbrıs’a sarılmasında şaşılacak bir şey yoktur. Tersine Erdoğan yönetiminin, “Kıbrıs sorunu”nda lehte ya da aleyhte statükoyu değiştirecek sonuçlar vermese de Türkiye’nin iç kamuoyunun motive edilmesi ve burjuva muhalefetin kafasını karıştırıp yedeklenmesinde bir işe yarayacağı için Erdoğan’ın bu kozu kullanması değil kullanmaması sürpriz olur.
Nitekim daha Kıbrıs’tan dönerken Erdoğan, uçakta gazetecilere konuşurken, Kılıçdaroğlu ile “Misakımilli” ve “Kuvayımilliyecilik” tartışması açarak Kıbrıs üstünden bir “Kim daha milliyetçi”, “Kim daha fetihçi” tartışması açmayı amaçladığını göstermektedir. Ki, önümüzdeki günlerde ve haftalarda Erdoğan’ın Kıbrıs üstünden, yeni bir milliyetçilik tartışması açmak istediği anlaşılmaktadır.
YANLIŞ HESABIN BİR FATURASI OLACAK!
Kıbrıs, son 75 yıl boyunca iç politikada hükümetlerin, burjuva partilerin ve şoven milliyetçi odakların üstünde istismar yarışına giriştikleri en önemli malzemelerin başında geldi. Ancak söz konusu olan dış politika olduğunda Kıbrıs, Türkiye’nin ayağını bağlayan askeri ve ekonomik ambargolara varan yatırımların konusu oldu.
Erdoğan’ın Kıbrıs üstünden son dönemde attığı adımların hem ABD hem AB, hem de BM’den gelecek sert ekonomik kararlar olarak geri döneceği anlaşılmaktadır. Özellikle de Erdoğan yönetimi için hayati olan finansal sorunlarını büyütecek, ABD ve AB’den yeni açık ya da örtülü yaptırımların gündeme geleceği, BM’den de Türkiye’ye yönelik yeni kararlar çıkabileceği görülmektedir.
Hele de batı emperyalizmiyle uzlaşmak için Afganistan cehenneminde nöbete geçmeye razı olan çaresizlik dikkate alındığında, Kıbrıs’taki girişimlerin önümüzdeki günlerde zaten çok zor durumda olan Erdoğan yönetiminin zorluklarına yeni zorluklar katacağını söylemek bir kehanet olmaz.
“Tek adam yönetiminin Kıbrıs üstünden iç siyasetteki kazanmayı düşündükleri dış politikada kaybettiklerini karşılayacak mı?” denirse bu soruya evet demek çok zordur! Tersine Kıbrıs’ta bu hesapların faturası hep ağır olmuştur.
Evrensel'i Takip Et