Biden-Kazımi görüşmesi ve Irak'ın geleceği
Fotoğraf: Pixabay
Dün Irak Başbakanı Mustafa El-Kazımi ile ABD Başkanı Biden arasında Irak ve bölgenin (Ortadoğu) geleceğini ilgilendiren önemli bir görüşme gerçekleştirildi. Bu yazı yazılırken sonuçları daha açıklanmamış olsa da bu görüşmenin en önemli gündem maddesinin Irak’taki ABD güçlerinin durumu olacağı önceden ilan edilmişti. Bilindiği gibi geçtiğimiz yılın ocak ayında ABD, Bağdat’ta İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve Irak’ın en büyük milis gücü Haşdi Şabi’nin komutanlarından Ebu Mehdi El Mühendis’e suikast düzenlemiş ve bu suikastın ardından toplanan Irak Meclisi, ABD güçlerinin ülkeden çıkartılması kararını almıştı. Ancak meclisteki bütün Şii blok ve partilerin desteğiyle çıkartılan bu karara Kürtlerin ve Sünni Arapların temsilcileri itiraz etmiş, dolayısıyla bu karar Irak siyasetindeki bölünmeyi daha da belirginleştirmişti. Bu nedenle Kazımi-Biden görüşmesinin Irak’ın iç siyasi dengeleri ve geleceği bakımından önemli sonuçları olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Öte yandan ABD’nin bölgeyi kendi çıkarları temelinde dizayn etme arayışı bakımından kilit bir konumda olmasına, İran’ın bölgesel etkisini büyütme bağlamında buradaki Şii güçlerle ilişkisinin rolüne, Türkiye’deki Erdoğan iktidarının Kürt sorununda uyguladığı politikaların bir devamı olarak Irak Kürdistan Bölgesi içindeki müdahale ve üslenmesine ve yine Türkiye ve S. Arabistan’ın Sünni güçler üzerinden etki kurma arayışlarına bakınca bu görüşmenin aynı zamanda bölgesel dengeler bakımından taşıdığı önem daha kolay anlaşılabilir.
Önce bir tespitle başlayalım: ABD’nin 2003 müdahalesi ve Saddam’ın devrilmesi sonrasında siyasi gücün Şii ve Sünni Araplar ve Kürtler arasında paylaştırılması üzerinden kurduğu düzen (başbakan Şii Araplardan, cumhurbaşkanı Kürtlerden ve meclis başkanı Sünni Araplardan seçiliyor), Irak’ı birleştirmek bir tarafa her bölgesel gelişmenin bu güçler arasındaki çelişki ve ayrışmaları derinleştirdiği sonuçlar doğurmasının önünü açtı. Suriye savaşı sürecinde IŞİD’in Sünni Araplar içinde etkinlik kazanıp Musul’u alması, IŞİD’in yenilgiye uğratılması sonrasında Kürdistan Bölgesi’ndeki bağımsızlık referandumu ve Irak merkezi hükümetinin Kerkük başta Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ihtilaflı bölgeleri işgal etmesi bu durum bakımından yeterince açıklayıcıdır. Dolayısıyla ABD’nin Irak’ta kendi varlığını ihtiyaç haline getiren bir siyasi denge oluşturduğunu söyleyebiliriz. Tıpkı Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin bölgeyi paylaşırken etnik ve mezhepsel bakımdan kırılgan rejimler oluşturup kendilerine bağımlı hale getirmeleri gibi.
ABD’nin Irak ve Suriye’deki önceliğinin buralardaki İran destekli Şii güçlerin etki alanlarının sınırlandırılması olduğu biliniyor. Çünkü ABD, İran’ın etkisini sınırlamadan-ki bu İran’ı destekleyen Rusya ve Çin’in de etki alanlarının sınırlandırılması anlamına geliyor-bölgede kendi çıkarları temelinde bir siyasi dizaynı gerçekleştirmenin mümkün olmayacağını görüyor. Öte yandan İran da Irak ve Suriye’den Lübnan ve Yemen’e kadar ABD ve destekçisi güçlere karşı pozisyon alabildiği oranda bölgesel gücünü arttırabiliyor. Bu nedenle Süleymani ve El Mühendis suikastı sonrasında Şii güçlerin birleşip ABD’nin ülkeden çıkartılması kararını meclisten çıkartmaları, İran’ın bu suikasta karşı siyasi bir hamlesi olarak anlam kazanmıştı.
Bugün Irak’taki siyasi durumu kısaca şöyle özetleyebiliriz: Başbakan Kazımi, Haşdi Şabi’nin etkisini sınırlayarak elini güçlendirmeye ve ABD ile İran arasında bir denge oluşturmaya çalışıyor. İran destekli Şii güçler, ABD’nin ülkeden çekilmesini istiyor. Kürdistan yönetimi ise hem IŞİD’e ve hem de dış güçlerin (özellikle Türkiye’deki Erdoğan iktidarı ve İran yönetiminin) müdahalelerine karşı ABD’nin desteğine ihtiyaç olduğunu savunuyor. Sünni Araplar da bir yandan İran’a karşı siyasi dengelerin korunması için ABD’nin ülkede kalmasını savunurken öte yandan da ABD güçlerinin çekilmesi halinde Anbar vilayeti merkezli bir Sünni özerk bölgenin oluşturulması için ABD ve Körfez ülkeleriyle görüşmeler gerçekleştiriyor.
Ancak bu siyasi hesaplarda yoksulluk ve yolsuzluklara öfke duyan; su, elektrik ve sağlık başta olmak üzere kamu hizmetlerinin iyileştirilmesi ve insanca yaşam için eylemler yapan her milliyet ve mezhepten Irak işçi-emekçilerinin talep ve beklentileri yer almıyor.
Kazımi-Biden görüşmesinden 2008 ABD-Irak Güvenlik Anlaşması’na benzer bir anlaşmanın çıkması bekleniyor. 2008 anlaşması, her ne kadar ABD’nin 2011’e kadar buradaki askeri güçlerini geri çekmesini öngörüyor olsa da anlaşmada 2011 sonrasında Irak hükümetinin eğitim ve destek talebi için ABD’nin varlığının devam ettirilebileceği belirtiyordu. Elbette Irak gibi siyasi kırılganlığın böylesine derin olduğu bir ülkede ve Ortadoğu gibi bir savaş coğrafyasında ABD’nin kendi işbirlikçileri üzerinden askeri güçlerini burada tutması için gerekçeler yaratılması zor değildi. Nitekim öyle de oldu; Suriye savaşı sürecinde ABD bölgeye yeni askeri güçler gönderip yeni askeri üsler kurdu.
Nihayetinde Biden ile görüşmesinde 2008 anlaşmasına benzer bir anlaşma yapması belki kısa sürede Kazımi’ye siyaseten elini güçlendirmesi için bir hareket alanı yaratabilir. Ancak daha önemlisi böylesi bir anlaşma, İran’a karşı mücadelesinde ABD’ye de zaman kazandıracaktır. Dolayısıyla böylesi bir anlaşma, Irak ve bölgenin hiçbir sorununun çözümüne katkı sağlamayacağı gibi bölgedeki emperyalist işgal ve sömürü politikalarının devamına hizmet edecektir.
Bugün Irak’ın yıkıcı sonuçlarını yaşadığı açmaz, aslında bütün bölge ülkelerine bir kader olarak dayatılıyor. Bu coğrafyada emperyalist işgal ve müdahale politikaları sona ermeden halkların kendi geleceklerini kendilerinin belirleyeceği ve barış içinde birlikte yaşayabilecekleri demokratik bir geleceğin kurulması mümkün görünmüyor. Öte yandan işbirlikçi burjuva güçlerin kendi siyasi çıkarları temelinde etnik ve mezhepsel ayrım ve çelişkileri sürekli kışkırtması, emperyalistlerin bu çelişkileri kullanıp müdahale zeminlerini genişletmelerine hizmet ediyor. Bu nedenle bölge halkları kendi aralarındaki etnik, dinsel, mezhepsel ayrımları aşarak emperyalistlere ve kendi işbirlikçilerine karşı antiemperyalist, demokratik-laik bir mücadele hattında birleşmedikçe bu sömürü ve savaş cenderesinden kurtulmaları mümkün görünmüyor.
- Suriye ve yeni Osmanlıcılık 24 Aralık 2024 05:00
- Düğüm yine Kobanê'de çözülecek! 20 Aralık 2024 05:30
- Yeni Suriye kurtlar sofrasında! 17 Aralık 2024 05:00
- Ankara'da Rojava pazarlığı 13 Aralık 2024 10:10
- Esad rejimi sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu ne bekliyor? 10 Aralık 2024 05:30
- Adı konulmamış ‘süreç’te Rojava çıkmazı! 06 Aralık 2024 06:45
- Cihatçı saldırının yol işaretleri ve Halep'te kesişen yollar 03 Aralık 2024 06:55
- HTŞ’nin Halep saldırısının arkasındaki güçler ve hesaplar 30 Kasım 2024 06:50
- Bahçeli neden ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor? 29 Kasım 2024 06:20
- Selefi Ebu Hanzala in, demokrasi ve laiklik out! 26 Kasım 2024 06:45
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45