29 Temmuz 2021 00:50

Pandemiye karşı mücadelede aşı karşıtlığı kimin eseri; lafla aşılabilir mi?

Kovid 19 aşısı olan yurttaş

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Ülkemizde ilk koronavirüs vakasının tespit edildiği 11 Mart 2020’den beri 18 ay geçti. Ama bunca zaman sonra hâlâ, yeni bir “pik” yaşanıp yaşanamayacağını, eylül ayında okulların açılıp açılamayacağını, tartışıyoruz.

Mayıs ayı sonlarında, “kontrollü açılım” diyerek başlatılan açılım, haziran ayının başından itibaren, “müzik yasağı” dışında “tam açılma”ya dönüştürüldü.

Bilim ve tıp insanlarının, TTB ve öteki sağlık örgütlerinin itirazları ise hiç umursanmamıştı.

Bilim ve tıp çevrelerinden gelen eleştiri ve öneriler dikkate alınmadı ama onların “Eğer gerekli önlemler alınmazsa bunlar olacak” dediği her şey olmaya başladı. Nitekim temmuzda 4-5 bine kadar inmiş olan vaka sayısı, 4 hafta içinde 5 kat artarak 20 bine dayandı. Bazı illerde daha şimdiden yoğun bakımların olduğu belirtiliyor.

27 Temmuz akşamı açıklanan Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 19 bin 761 kişinin testi pozitif çıkmış bulunuyor.

AŞIYA KARŞI NEDEN DİRENÇ VAR?

Virüsün ortaya çıktığı ilk yılın sonuna gelinmeden, virüse karşı mücadelede en etkin silah olan aşı bulundu.

Virüsün kendisinin “biyolojik” ama yayılmasının “sınıfsal” olması, üretilen aşıya zengin ülkelerin el koyması ve pek çok ülkenin tek doz aşı bile edinememesi gibi tamamen sınıfsal bir aşı temin hiyerarşisi oluşması bir yana bırakılırsa, aşının devreye sokulmasıyla, virüse karşı mücadelede çok etkin bir silaha sahip olundu. Ama bu süreç aynı zamanda, pek çok ülkede ciddi bir “aşı karşıtlığı”nın oluştuğu bir süreç de oldu.

Tamamen bilim dışı gerekçeler üstünden oluşan aşı karşıtlığı, “aşı olmanın zorunlu olması”, “aşı pasaportu” uygulaması, ... tartışmaları üstünden aşı olmayı “bireysel özgürlük sorunu”na indirgeyen liberal çevreler, virüse karşı mücadelenin “toplumsal bir mücadele olduğu” gerçeğini gözden kaçırarak aşı karşıtlığında gerici çevrelere dayanak sağlar duruma düşmektedirler.

Ülkemizde ise aşı karşıtlığının çeşitli nedenleri olsa da medya ve sosyal medyadaki tartışmalardan anlıyoruz ki bunun başlıca iki kaynağı var.

Bunlarda birincisi; “Virüs ilaç tekellerinin uydurmasıdır, virüs filan yok. Aşı da tamamen ticari oyun”, “Aşıyla bizi kısırlaştırmak istiyorlar”, “Vücudumuza çip yerleştirecekler”e kadar varan akla ziyan iddialar üsteden oluşan karşıtlıktır.

Bakan Koca her gün çeşitli yollarla “Aşı olun” çağrısı yapıyor. Hekimler, bilim insanları “aşı olmanın önemine” dikkat çekiyorlar. Ancak bu çağrıların gerektiği kadar etkili oluğu söylenemez.

AŞI KARŞITLIĞININ ARKASINDA İKTİDARIN POLİTİKALARI VAR!

Yoğun Bakım Derneği eski Başkanı Prof. Dr. İsmail Cinel’in belirttiğine göre, koronavirüs nedeniyle yoğun bakımlarda yatan her 20 kişiden 19’unu (yüzde 95’inin) aşı olmayanlar oluşturuyor.

Bugün ülkemizde, “aşı karşıtlığı”nın bir bölümü Orta Çağcı, bilimin ne dediğini umursamayan en gerici odakların etkisiyle oluşmaktadır. İddialarına bakıldığında bunların, uluslararası kimi organizasyonlarla da bağlantılı olduğu anlaşılmaktadır. Ama 22.5 milyonun çok büyük çoğunluğunun, aşı karşıtı olmaktan çok, aşının önemini farkında olmamaktan kaynaklandığı, iktidarın koronavirüse karşı mücadelesindeki politikalarına ve uygulamalarına duyulan güvensizlikle bağlantılı olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Çünkü tek adam yönetimi; daha virüse karşı mücadelenin en başından itibaren;

  • Maske dağıtımından “aşı temini”ne (son bir buçuk aya) kadar her konuda üstüne düşeni yerine getirememesi ve şeffaflıktan uzak durması,
  • Sağlıkçı sendikaları, TTB ve öteki tıp-bilim çevrelerini virüse karşı mücadelenin dışına itmesi, hatta onları terörist ilan etmesi,
  • TTB başta olmak üzere odalar ve çeşitli meslek örgütlerini, sendikaları, muhalefetin elindeki yerel yönetimleri, muhalif bilim çevrelerini, aydınları,... muhalefet partilerini virüse karşı mücadelenin dışında tutmaya özel önem göstermesi, kendi oluşturdukları Bilim Kurulunun önerilerinin bile dikkate almaması,
  • Virüse karşı mücadeleyi, ekonomik krizin ve pandeminin faturasını halka yıkmanın, muhalefet partilerinin etkisizleştirmenin ve biat etmeyen, hak talebinde bulunan her çevrenin ezilmesi gereken “muhalif” bir odak görüp, virüse karşı mücadeleyi tüm muhalif güçleri ezme fırsatına dönüştürme amacı güdülmesi,...gibi girişimlerin oluşturduğu belirsizlik ve güvensizliğin yarattığı dumanlı ortamda istismar etmesinin genişçe bir kesimi aşı karşıtlarının iddialarına karşı duyarlı hale getirdiği de tartışmasızdır.

BU İKTİDAR AŞI KARŞITLIĞINI AŞABİLİR Mİ?

Bu durum, ne cezalandırmalarla ne de kimi yasaklarla aşılamaz. Tersine bunu aşmanın tek gerçekçi yolu;

  • İktidarın virüse karşı mücadeleyi şeffaflaştırması ve virüse karşı mücadeleyi istismardan vazgeçmesi virüse karşı geçek bir seferberlik ilan ettiği duygusunu uyandırması,
  • TTB başta olmak üzere, bilim çevrelerinin önerilerinin dikkate alındığı, “Bilim Kurulu”nun özgürce tartışılabildiği ve kararlar alabildiği bir mücadeleye girilmesi,
  • Sadece tıp ve bilim çevreleri değil yerel yönetimler, sendikalar, emek örgütleri, her türden toplumsal örgütlerin virüse karşı mücadelenin bileşenleri olarak hareket ettiği, aşı vb. konularda halkın birbirini ikna ettiği, dayanışarak güç birliğine girdiği bir toplumsal seferberlik olarak ele alınmasından geçmektedir.

Erdoğan-AKP iktidarı böyle bir yola girebilir mi?

Elbette ki hayır!

Tersine, bugüne kadar izlediği çizgi dikkate alındığında iktidar, gerek krizin yükünü halka yıkma gerekse muhalif gördüğü her gücü ezme konusunda virüse karşı mücadeleyi kullanmakta ısrar edecektir.

Bu yüzden de “aşı karşıtlığı”nı aşarak, aşı üstünden toplumsal bağışıklığın gerçekleştirilerek normale dönülmesinin, eylülde okulların sorunsuz açılmasının zor olduğu görülmektedir.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa