29 Temmuz 2021 00:55

Burjuva “mülteci” politikası ve emekçi tutumu

Bayramda Cilvegöz Kapısı'ndan Suriye'ye geçen Suriyeli mülteciler

Fotoğraf: Cem Genco/AA

Paylaş

Kısa bir süre önce, yapılan açıklamalarda, Almanya Federal İstatistik Ofisinin açıkladığı ve gazetelerde yer alan verilere göre, 83 milyon nüfuslu Almanya’nın %26'sından fazlası (21,2 milyon) “göçmen” olarak nitelenenlerden oluşuyor. Aynı kaynaklar, bu kesim içindeki en büyük “azınlığın“ %13 ile Türkiye kökenli (Türk şovenisti yazarlar bunu Türk diye verdiler) insanlardan oluştuğunu belirttiler.

Batı Avrupa ülkeleri, ABD, Avustralya başta olmak üzere çok sayıdaki ülkede “yabancı” olarak görülen, bir kısmı on yıllar öncesinden, ancak büyük kesimi son on yıllarda, yaşadıkları toprakları ya ekonomik nedenlerle ya da savaşlar dolayısıyla terk etmiş olan, dünya toplamında iki yüz milyon civarında insan bulunuyor. Türkiye, bu ülkeler arasında, özellikle son on yılda, büyük çoğunluğu Afganistan, Irak ve Suriye “iç savaşları” dolayısıyla ülkelerini terk edenlerin akın ettikleri bir ülke olmasıyla, “göçmen-mülteci-sığınmacı” tartışmasının alevlendiği ülkelerden biri ve aktüel durumda denebilir ki başta gelenidir. Türkiye’ye “sığınanlar”ın büyük çoğunluğu bu üç ülkenin yanı sıra diğer Ortadoğu ülkeleriyle Kuzey Afrika kökenlilerden oluşuyor. Toplamında 5 milyon civarında olduğu varsayılan, resmi açıklamalara göre 3.5-4 milyon olduğu belirtilen bu, bileşimi ve statüsü belirsiz büyük nüfus göçü, kendiliğinden-doğal ekonomik göç olarak gerçekleşmedi. Türk burjuva devlet iktidarının Amerikan emperyalizmiyle işbirliği içinde, söz konusu ülkelerin (Afganistan, Irak, Suriye ve sonrasında Libya) yönetimlerini değiştirme ve kendileriyle uzlaşı içinde yeni iktidarlar oluşturma politikasının, içerde savaşan gruplar oluşturma ve onlar aracıyla, devamında da dolaysız saldırı ve işgal politikası bu nüfus akışını tetikleyip gerçekleşmesini sağladı.

Erdoğan iktidarı, bir bölümü daha önceki dönemlerde Afganistan, Özbekistan, Kazakistan gibi ülkelerden kaçan ya da hâlâ oralarda paralı asker olmaya hazır durumda bulunan El Kaide mensupları olmak üzere, çoğunluğu “Suriye’den kaçanlar”dan oluşan savaş birlikleri kurarak ve onları da kullanarak Suriye ve Irak’ta fetih alanları oluşturmayı, yayılmacı politikasının gereği saymaktaydı. Pratiği de buna uygun oldu. Suriye yönetimine karşı savaşanların silahlandırılmasından sınır boylarında kurulan hastanelerde savaşta yaralananları tedaviye tüm alanlarda, aslında içerideki çelişkilerden yararlanma üzerinden şekillenen bir dış saldırı emperyalistlerle birlikte planlanıp uygulandı.

Türkiye’nin şimdilerde sahne olduğu “mülteci sorunu”-ki böylesi bir statüyü, kendi Doğu’suna düşen ülkelere mensup kişiler için tanımama yasasını sürdürmektedir- böylece, emperyalizm işbirlikçisi, ancak kendini “milli“ olarak etiketleyen bir yönetimin politikalarıyla dallanıp budaklanmış durumdadır.

"Göçmen" nüfus ve ona dahil edilerek anılan, ancak uluslararası alandaki mücadeleyle sağlanan bir burjuva hakkıyla bağlı şekillenen “mülteci” sorunu, yine uluslararası gelişmelere bağlı olarak çeşitli dönemlerde daha çok dikkat çekici olmak üzere, ülkelerin iç politikalarında bir sorun olagelmiştir. Göçmen nüfus, gittiği her yerde, karşılaştığı iktisadi-sosyal sorunların kapsamı değişse de, yerleşik nüfustan insanların bir kısmı tarafından “istenmez” olarak görülmüştür. Bir ülkeden diğerine gidenler bir yana, aynı ülkenin kırsal bölgelerinden kent merkezlerine gidenler, hele bir de bizde olduğu üzere Kürt, Arap, Zaza, Ermeni, Rum kökenli oldukları biliniyor ise, büyük badireleri gögüslemek zorunda kalmışlardır. İç göç bir yana, dış göç olarak işaret edilebilecek bu “sonradan gelenler”, gelme nedenlerinden bağımsız olarak geldikleri topraklarda yaşayanların küçümsenemez kesimleri tarafından, “ekmeklerine, işlerine ortak olma” endişesi ve buradan kaynaklanan hak yoksunluğu, kısıtlılığı, ücret düşüklüğü, işsizlik gibi kapitalizm ile bağlı sorunların sebebi olarak gösterilmiş ve şovenist politikaların yönlendirmesinde hedefe konmuşlardır.

Böyle olmasının salt propagandif sonuçlarla bağlı olmadığı çok açıktır. Nesnel durum, birleşme ve kaynaşmanın engeli olgusal etkenler doğurmakta, bu engeller, şovenist milliyetçi ve gerici politikalara malzeme olmakta, bu da “azınlıklara yönelik şiddet ve ayrımcı uygulamaları” körüklemekte-besleyip güç bulmalarına neden olmaktadır.

Sorunun çözümü üzerine yapılan tartışmaların boyutu, ürkütücü sonuçlara da açık olmak üzere giderek büyürken, hangi sebeple yerleri-yurtlarından koparak Türkiye’ye gelmiş olurlarsa olsunlar, farklı ulusal kökenden emekçilerin birbirlerine karşı, sermaye yararına politikalara alet olmamaları büyük öneme sahiptir. “Millet ittifakı”-“Cumhur ittifakı” partilerinin sürdürdükleri “geri göndereceğiz”-“geri gönderemezsiniz” tartışması, beklenir-beklenmez saldırı ve provokasyonlara açıktır.

Şovenist-faşist politikalar, çok uluslu bir ülkede, bu ulusal farklılıkları istismarı semirmenin malzemesi yaparlar. Türkiye burjuva politikasının sahne olduğu şimdi budur. Ucuz işgücü ve gerici politikaların destek kitlesi olarak kullanılmaları kuvvetle muhtemel olan çok büyük kesimlerin durumu, işsiz-yoksul milyonların varlığı koşullarında potansiyel çatışma nedenidir. Bu şimdi bir ucundan yaşanmakta, CHP’li, İP’li, MHP’li politikacılarca da teşvik edilmektedir. Mevsimlik ya da daimi ikamete sahip Kürt emekçilerine faşist-şovenist saldırının, “yarın-öbürgün” misliyle Arap kökenlilere yönelmeyeceğinin güvencesi yoktur. Türkiye, sermaye diktatörlüğünün kendini sürdürmek için kullanmaktan asla vazgeçmediği ulusal sorun(lar) kaynaklı çelişki ve çatışmalara eskisinden daha fazla açık hale gelmiştir. Kalıcı-gidici olmalarından bağımsız olarak güncel somut durum buna işaret ediyor ve Kürtlere karşı şovenist saldırganlık ve ulusal eşitlik taleplerine karşı sürdürülen saldırı, kalıcı olmaları durumunda Arap nüfusa karşı olacakların da habercisidir. Türk-Kürt, Türk-Arap, Arap-Kürt “ulusal eksenli” çelişki doğurmaya elverişli bu durum karşısında ancak işçi ve emekçilerin ileri-bilinçli kesimlerinin çabasıyla doğru bir politika geliştirilebilir. Sorumluluğu yayılmacı emperyal emellerle bölgede savaş politikası uygulayanlara ait olan bir sorunun, daha büyük ve ağır sorunlara yol açmaması için yapılabilecek olan, ancak tüm milliyetlerden işçi ve emekçilerin ekonomik-sosyal talepler etrafında birleşmesi olabilir. Bölgede çeşitli biçimlerde sürmekte olan savaş politikalarının son bulması tüm emekçiler ve tüm bölge halkları için acil bir ihtiyaçtır. Bunun için yürütülen mücadelede yer almak Suriyeli-Iraklı-Afgan vs. emekçilerin de sorumluluğudur. Erdoğan politikalarına yedeklendikleri için karşılaştıkları belaların daha da büyümemesi için Türkiye’nin tüm milliyetlerden mücadeleci işçi ve emekçileriyle, ilerici aydınları ve devrimci gençliğiyle birlikte olmalıdırlar. Başka tür “teminatlar”ın güvenilir-kalıcı bir sonuç doğurması mümkün değildir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa