Doğan Ergül’e mektup
Fotoğraf: Pixabay
Dinleyin ahbaplar, yaren yoldaşlar
Bir sağalmaz derde düştüm bu gece.
Aşık Şenlik
Yüzümü aynadan ve jiletin keskin ağzından aldım. Ötede rüzgârın tınılarıyla salınan gelincikler, çiçek açmış nar ağaçları, kararmış dutlar, gülümseyen çam ağaçları, nazlı bahçe çiçekleri; beride bahçesi olduğum sardunyalar. Yüzün “yüzü inciten yara”. Bir daha tanık olduk ki, “Haziran’da ölmek zor”. Bir kere daha haklı çıktı dizeler: “Bu ay bütün aşkların doğumu ölüdür/Çünkü Haziran şair dökümüdür!..”
Uzun hava bir türkünün en acı yerinde içime çöktüm ve sustum çığlıklarımı, Doğan. Zaman “yalnızlık insanın o yalnız kutsalı” aşkın ve zambak çokluğunun dayanılmaz sesiyle sustu. Sonra alnımda bir istasyon serinliği fark ettim. Burada; sandalların salınışından uzak bu kasabada, kavuşmaların ve ayrılıkların kucaklaşmalarını gördüm. İnsan gitmenin biletini almamalı, Doğan. Kalmanın uyumunda kalmamalı. Akşamın avlularına yaslanmamalı. Servilerin serinliğine aldanmamalı... Yüzün, oyun bilmeyen çocukların utangaçlığı.
Oysa biz buradayız hâlâ; emlakçıkların telefon numaralarını ezberlediğimiz kuşatmada.
Gündüzleri mercimek çorbası, geceleri törenle açtığımız şişelerin öteki boyutundayız.
Neleri anımsamalı şimdi, nelere kahretmeli? Sağanak olan sözcüklerin neresinden tutunarak hayata küfretmeli? Ömrü yolunmuş insanların gittikçe azaldığını nasıl söylemeli? Değil mi ki, Galata Kulesi’nin altında, o yaz sıcağında, sesimizde Merkez’den kalma kanyak ateşiyle okuduğumuz şiirler göğe yükselmektedir, ay balam! Yabandı her şey, yavandı. Dizeler de olmasa, biz öyle yan yana öyle kol kola ve hesapsız gülmesek hayata, yavan ve eksikti aşk da.
Üstelik Uykulu Yağmur* daha matbaadan çıkıp ellerinden öpmeye gelmemişti bile, yüz görümlüğü istememişti senden. Şiirin yollarında, uzakla gurbet arasında kalmanın diyetini istiyor zaman, demek. Demek, erken davranması yalnızlığa dayanamamasından. Bundandı belki, acının sesini konuk etmedin sesine. Bundandı, “tenhada aşk/susardı”. Biz gidip hayata çelme atmanın ısrarında buluşurduk yeniden. İstanbul’un parmak uçlarından bir kar tanesi gibi erir, yağmurun sesinden senfonilere gitmenin ayrıntılarını yaşardık. Sonra “akardı kokusu göğün/bölünürdü zaman/böylece ölürdü/tenha...” ay gadan alem.
***
Şimdi orada; Kars’ın kahverengi yoğunluğundan az ötede, o bungun dörtyol ağzında, bir yanda Öztürk Uğraş, bir yanda sen. Nasıl giderim çocukluğuma, Doğan? Nedense dümdüz gitmek düşmüş payıma. Çocukların güneş ya da kar yangını yüzlerindesin artık, yoksulluğun Tanrı kadar çok olduğu topraklarda, annemizin yüzü kadar unutulmaz o coğrafyada... Aşkın ve Suların Öğleni** çağrıştırıyor bunları bana.
Şimdi orada; el yazısı okunmaz bir kederle ceketinin yamasına yamanan adamların yorgun duruşunda, kadınların çatlamış ellerindeki süt kokusunda, ekmeğin, yağın ve toz şekerin tokluğunda, çeşme başındaki genç kızların usul bakışlarında, memurların muhterem mahcupluğunda, atların yelelerinde salınan rüzgârın hoyratlığındasın.
“Kaval sesini unutmuş çayırları kavrulur susuzluktan / Gelinlerin ekinleri kucaklayışı aklındadır, Arpaçay’dan”
Şimdi orada; güzün narı dağıtmak için yattığı pusudan habersiz, inceden sızlayan bir terekeme türküsünün sazındasın.
Şimdi orada; mevsimler kar yağışıyla uykuya dalarken, çanlarıyla tırıs giden atlar buğulu tenleriyle kızakları çekerken, tipi bütün sultasıyla eserken, ev içlerine tezeğin sıcaklığı yayılırken, karanfil kokulu çaylar bardaklara koyulurken, komşudan gizli pişirilen kazlar sevinç olurken, “seni ey ev içleri gibi sevdiğim” dizesi Arpaçay’dan İstanbul’a gelmişken, sen çağlamanın uyumunda olacaksın.
Buzlar çözülecek, toprakta buğu, havada kırılma. Üşüyen ellerimizde eve dönmemenin sevinci. Sokak arkadaşımızdır, Doğan.
“Ağzımda Zalim Bir Ay” şiirinin son dizesinde yazmıştın tüm bunları:
“bir ağaçtan düştüm sarı hafif bir eylül yaşım / şimdi o bahçeler kadar çıplak avazım!..”
Ağrın alem, Doğan.
Eyvallah!..
Not: Doğan Ergül 2 Haziran 2007 tarihinde aramızdan ayrıldı, Şeref Bilsel o günlerde arayıp benden bir yazı yazmamı istedi. 5 Haziran 2007 tarihi saklı duruyor yazının altında. Ege’de denize kıyısı olmayan bir kasabada yazdığımı not etmişim. Şeref de kurcaladı arşivi bir zaman ama yazıyı bulamadık ikimiz de… Neden sonra bir yerlerden çıktı, neden sonra Doğan bir kez daha gülümsedi o gururlu öfkesiyle hayata. 14 yıl önce yazılmış bir yazı, Doğan’dan 14 yıl sonra da Doğan’a, okuyana, sözcüklere ve şiire selam olsun.
* Uykulu Yağmur, Doğan Ergül, Yitik Ülke Yayınları, Haziran 2007.
** Aşkın ve Suların Öğleni, Doğan Ergül, Babil Yayınları, Nisan 2005.
- Öteki-Siz 16 Ekim 2021 23:30
- Yazılıkaya Şiir Yaprağı 09 Ekim 2021 23:41
- Ayışığı şiir ve yaşam ısrarı 03 Ekim 2021 00:18
- Basın tarihimizden bir cimrilik hikayesi 26 Eylül 2021 00:09
- Pencere ya da penceye 19 Eylül 2021 00:05
- Suzy Storck ile kanat hareketleri 11 Eylül 2021 23:40
- Yanlış kokan dizeler 05 Eylül 2021 00:28
- Ahmed Arif’in saklı kitabı 17 Temmuz 2021 23:44
- Kutlu Adalı’ya mektup 10 Temmuz 2021 23:59
- Dönemeç’teki tanıdık insanlar 27 Haziran 2021 00:20
- Sennur’a durum mektubu 13 Haziran 2021 00:16
- İğne, iplik, söyleşi 05 Haziran 2021 23:31