Sınırları aşan kitlesel hareketlilik
Fotoğraf: Cem Genco/AA
Sapiens İnsan atalarım, atalarımın ataları, atalarımın atalarının kuzenleri, kuzenlerin ataları ve atalarının ataları ormanda yaşarken ağaçtan inmeselerdi, yere ayak basmasalardı, ayak bastıktan sonra dikelmeselerdi, bir kere dikeldikten sonra ihtiyaçları kalmayan kuyruklarından kurtulup yürümeye başlamasalardı, yürüye yürüye Afrika’dan uzaklaşıp dünyanın başka yerlerinde yerleşmeselerdi; Saipens insan atalarım da Afrika’dan çıkıp başka yerlere yerleşirken ataları, atalarının ataları oralara daha önce gelip yerleşmiş Neandertal İnsan ve Denisova İnsan kuzenleri (belki başka kuzenler de vardır, şimdilik bilinmiyor) ile yer yer birlikte yaşayıp tekno-kültürel yapılarını hatta cinselliklerini paylaşmasalar belki bugün ben, sen, o, bizler yeryüzünde şimdi olduğumuz gibi olmayabilecektik. Söylemek istediğim, insanın evrim tarihi her tür insan cinsinin Afrika’da ağaçtan inip yeryüzünün değişik yerlerine sınır koymadan yerleşme, yerleştikleri yerlerde bulunan ya da sonradan gelen değişik türden insan cinsinin bireyleriyle birlikte yaşama sürecini anlatır.
Başka insan türleri yok oldular. Yeryüzünde bir tek biz, Sapiens İnsan bireyleri kaldık. Ve yok olmamayı başarıp, ne kadar üstün olduğumuzu gururla anlatabilmek için örneğin Neandertal İnsanı aklı, vücut yapısı, yürüyüş ve davranışları açısından bilimsel olarak (!) “aşağılamayı” marifet saydık. Bence ırkçılığın temelinde atalarımızın birlikte yaşadıkları şimdi kaybolmuş insan türlerine “üstünlüğümüzü” doğal bir gerçeklikmiş gibi inanıp resmi görüş olarak ilan etmemiz de yatıyor.
Bu arada ağaçtan inmemizle başlayan serüvenimiz ağacı sevmemekle sonuçlanıyor gibi görünüyor, ağacı kesiyor, yakıyor, açılan alanları sanki ağaçlar olmasın diye betonluyoruz.
Orman yangınları değişik biçimlerde komplo olasılıkları ile anlatılıyor. Ben de bilimsel temelde (!) bir komplo teorisi uydurdum: Evrime inanmayanların bir bölümü içlerinden “ya doğruysa…”diye korkuyorlar ve “ ters-evrim gelişir ya da herhangi bir teknolojiyle evrim filmi
geriye sarılır, kuyruğumuz yeniden çıkar da kendimizi ormanda ağaçların koynunda yaşar bulursak ne olur halimiz?” diye düşünüyorlar ve ormanları ortadan kaldırıyorlar!...
Yeryüzünün çeşitli yerlerinde yerleşip, oraya daha önce gelip yerleşmiş ya da daha sonra gelip yerleşeceklerle birlikte yaşama serüveni kesintisiz devam etti, ediyor. Diğer insan türlerinin yok olup, Sapiens İnsanın tek ve yegane tür olarak kaldığı yaklaşık son kırk bin yıl içinde devam eden kitlesel hareketliliğin önceki kitlesel hareketliliklerden farkı, sonuncuların Sapiens İnsan türü içinde, bu türün bireyleri arasında ve giderek çatışmalı, şiddete, savaşa ya da sömürüye dayalı, birinin diğerini dize getirmeye, dize getiremiyorsa yok etmeye yönelik siyasetler temelinde sürdürülür hale gelmesidir. Bir yere kalıcı olarak yerleşenler sonradan gelip yerleşmek isteyenleri, sonradan gelip yerleşmek isteyenler önce gelip yerleşmişleri aynı türün bireyleri olmalarına rağmen kendinden saymayan, dışlayan, düşman gören siyasetlerde çözüm aradılar. Sapiens İnsan birden fazla sosyo-ekonomik oluşum üretti. Belki sosyalist toplumlardaki başarılı olamayan bazı girişimleri hariç tutarsak, bunlardan hiç biri sınırları aşan kitlesel hareketliliği birlikte yaşamanın toplumun kültürel ve sanatsal zenginliğini arttıracak toplumsal yapılanmanın temeline oturtmayı istemedi. “Teklik”, “çoğunlukçu”, “çoğulcu” anlayışların fikriyatı “çeşitliliği” gözlerden kaçırdı ve böylece doğanın gerçekliğine ihanet ederken birlikte yaşamayı en zor halimiz haline getirdi: Sınırları aşan hareketlilik ucuz emeğin, rantın, sömürünün, şiddetin ve savaşın araçlarına dönüştürüldü. Neandertal İnsanı aşağılamakla başlayan ırkçılık Sapiens İnsanın kendi türü içinde sınırları aşan kitlesel haraketlilik karşısında artarak devam ediyor, nefret ve şiddet karışımı duygular “çeşitliliği barış içinde birlikte yaşamanın özüne dönüştürme talebinin önüne en pespaye güvenlikçi anlayışın ifadesi olarak dikiliyor”.
Bugün yaşadığımız topraklarda sınırları aşan kitlesel hareketlilik Osmanlı İmparatorluğu döneminde de Türkiye Cumhuriyeti Devleti döneminde de kesilmedi; “muhacir yerleştirme”, “ahali mübadelesi”, “tehcir”, “yer değiştirme” vb. gibi adlandırmalarla yaşadığımız topraklarda yaşayanların başka ülke topraklarına gönderilmesi ya da gitmeleri, başka ülke topraklarında yaşayanların yaşadığımız topraklara yerleştirilmeleri ya da yerleşmeleri devam etti. Bugün bu topraklarda yaşayan bizler bu sınırları aşan hareketliliğin büyük çoğunluğuna doğrudan tanık olmadık. Yazılanları okuyarak, hatıraları, hikayeleri dinleyerek, bulabildiğimiz belgeleri başkalarının ve kendi yorumumuzla değerlendirerek fikir sahibi olduk. Eleştirdik, eleştirildik, ancak ırkçılık ve nefret duygusu hiçbir zaman tükenmedi.
Bu topraklarda bugün yaşayan bizler ilk kez sınırları aşan büyük bir kitlesel hareketliliğe ortaya çıkan sorunları görerek, tartışarak, yaşayarak doğrudan tanık oluyoruz.
Kimimiz bu kitlesel haraketliliğe ırkçı fikriyatın anlatımlarıyla karşı çıkıyor, birlikte yaşamamız gereken insanlara nefret duygularıyla yaklaşıyor. Örneğin “ulus devlet” savunucuları, bu hareketliliği ulus devleti yıkmaya yönelik olarak görüyorlar ve göçmen nedir, mülteci nedir, şartlı mülteci nedir, geçici korumadan yararlananlar nedir bilmeden, okumadan, anlamadan “göçmenler dışarı” sloganlarıyla güya ulus devleti koruyorlar. Göçmen, bizim sistemimizde Türk soyundan gelip Türk tarihine ve Türk kültürüne sahip oldukları saptananlara denir. Ulus devleti savunanlardan siyasi varlıklarını ulusalcılıkla tanımlayanlar Türk soyundan gelip Türk tarihine ve Türk kültürüne sahip olanlara bile ırkçılık yaptıklarının farkında değiller.
Bu nedenle ben, mülteci, göçmen, şartlı mülteci gibi ayırımcı kavramları kullanmak yerine “sınırları aşan kitlesel hareketlilik” ifadesini kullanmayı tercih ediyorum. Çünkü amacımızın doğadaki çeşitliliği birlikte yaşamayı olası kılan bir toplumsal yapıyı kurgulayabilmek olduğunu düşünüyorum.
Sınırları aşan kitlesel hareketliliği kimilerimizin “misafirlerimiz” gözüyle anlamaya ve anlatmaya çalışması, kimilerimizin soruna “sosyal devlet”, “hukuk devleti”, “insan hakları”, “demokrasi” gibi kapitalist sistemin ürünü anlayışlar ve kurumlar temelinde çözüm araması bizi çözüme ulaştırabilir mi?
Ben olası görmüyorum. Çünkü sorun sınırları aşan kitlesel hareketliliği durdurmak, önüne geçmenin yollarını şu ya da bu şekilde bulmak değildir. Sorun toplumsallaşmamızın odağına bireyin biyolojik yetilerini koyarak bireyi kendine yabancılaştıran sosyo-ekonomik yapıların (özellikle kapitalist sistemin) tuzaklarında yaşıyor olmamızdan kaynaklanıyor.
Bence sınırları aşan kitlesel hareketlilik, bu hareketliliği birlikte yaşamanın toplumun kültürel ve sanatsal zenginliğine dönüştürecek anlayışın toplumsallığımızın temel anlayışı olmasıyla kendi gerçekliğine kavuşacaktır:
“Doğadaki çeşitlilik toplumsallığımızın en özgün ilkesi olmalıdır”. Bunu kapitalist sistem içinde başaramayız.
- Yücel Sayman'ın eşinden veda notu 17 Aralık 2021 04:40
- Taburcu olmak/tezkere bırakmak 30 Ekim 2021 23:16
- YAE atışması üzerine 17 Ekim 2021 00:14
- Gülünç bile olmayan bilinçli davranışlar 12 Eylül 2021 00:12
- Makul ve makbul olmayan dilin yakın tarih serüveni 05 Eylül 2021 00:12
- Yıllara meydan okuyan kitap 22 Ağustos 2021 00:13
- Güvenlik/Özgürlük: Son aşamalara doğru 08 Ağustos 2021 00:12
- Yansımalar 27 Haziran 2021 00:30
- Yeşiller Partisi 13 Haziran 2021 00:15
- Yetilerimi kamulaştırmışlar!.. 06 Haziran 2021 00:50
- Şaşırtabildiklerimizden misiniz?.. 09 Mayıs 2021 00:02
- Şimdiden tartışalım (mı?)... 02 Mayıs 2021 00:30