Mete Gazoz | “Silahların ateşlenmediği savaş”ın okçusu
Fotoğraf: Ali Atmaca/AA
George Orwell, nadiren yaptığı doğru tespitlerden birinde uluslararası spor müsabakalarını “silahların ateşlenmediği savaş” olarak tanımlamıştı. Orwell, 1945 yılının sonunda Dinamo Moskova’nın İngiltere’ye düzenlediği tur sonrası yazdığı makalede rekabetçi sporların, uluslararası rekabetle bir araya geldiğinde ortaya çıkardığı hakim hissin dostluk değil nefret olduğuna dikkat çekmişti. Orwell’ın önemli bir vurgusu bu nefretin oyunculardan ziyade izleyenlerde ve daha geniş anlamda ulusun genelinde açığa çıkmasına dairdi. Esas tehlikeli olan buydu. Ancak Dinamo Moskova’dan tüm İngilizler nefret etmemişti. 3-3 biten Chelsea maçı sonrası yüzlerce İngiliz sahaya girmiş kendilerine görsel bir ziyafet sunan Sovyet futbolcuları omuzlarında taşımıştı. Maçı BBC’den dinleyen çocuk yaştaki taşralı -geleceğin tarihçisi- James Riordan da İngiliz spikerin üst sınıfın aksanını yansıtan dilinden huylanıp komünistleri tutanlar arasına katılmıştı. İstisnalar kaideyi bozmasa da hayat teoriye bazen pabucunu ters giydirebiliyordu.
Tabii bu doğru teoriyi geçersiz kılmıyor. Orwell’ın bahsettiği ulusal gurur ve nefret… Olimpiyatları popüler yapan da Oyunların 20. yüzyılın hakim ruhunu bu kadar iyi yansıtmasını sağlayan da onlar. Bu yüzden 2020 Tokyo Olimpiyatları’nda altın madalya kazanan okçu Mete Gazoz’un başarısının bir “güvenlik uzmanı”na “Tarihteki Türk savaş okçularının, … Türk topçuların, Sihacıların, savaş pilotlarının Olimpiyat versiyonu,” tweet’ini attırması absürt değil. Birkaç gündür yangınların çıkış nedenine dair resmi yetkililerin dahi onaylamadığı maksatlı zırvaları yaymakla meşgul bu zatın propaganda çalışmalarını bir anda ormandan spora kaydırabilmesinde Orwell’ın bahsettiği “nefret” ile “ulusal gurur”un birbirinin mütemmim cüzü olması yatıyor.
Bununla birlikte Olimpiyatların ya da uluslararası spor sisteminin bu temel üzerinde yükselmesi zeminde, başka pek çok hissiyata açık çatlaklar oluşmasını engelleyemiyor. Bugün Olimpiyatları takip eden bambaşka kökenlerden, siyasi, dini görüşlerden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bambaşka şeyler görüyor. Herkes Mete Gazoz’da hakim düzenin görülmesini istediği “Sihacı”yı görmüyor. Bazıları çalışkan, azimli, mütevazı bir sporcuyu takdir ediyor.* Kimileri kadın voleybol takımında rejimin dayattığı her şeye rağmen engellenememiş bir direnç ve inat buluyor, bunu kendiyle, çevresindeki kadınlarla özdeşleştiriyor. (İ. Şenocak gibileri tam aksini gördüğü için nefret ediyor) Kimileri kendini Rıza Kayaalp’in temsil ettiği ırkçılıkta görüyor. Kadın voleybol takımını yadırgarken onu yüceltiyor.**
Kısacası örneklerini tarihte pek çok kez gördüğümüz üzere uluslararası spor müsabakaları bir ülkenin hayali toplumsal birliğinden ziyade somut bölünmüşlüğünü açığa çıkarıyor. Yangınların ele alınış biçiminden, Konya’da göz göre göre gerçekleştirilen ırkçı katliamın doğurduğu -ya da daha kötüsü doğurmadığı- tepkiye kadar görülen bölünmüşlüğün bir devamı bu. Ve bu bölünmüşlüğün içinde şekillenen hayatın ve siyasetin nüansları var. Bazen sadece bir gencin sevincine ortak olmak istersiniz ve bunu milliyetçiliğe kapılmadan, başka gündemleri geri plana atmadan da yapabilirsiniz.
*Gelelim Mete Gazoz’un başarısının açığa çıkardığı başkaca yorumlara. Onun eğitimi nedeniyle yapılan “sınıfsallık, ayrıcalıklılık” gibi nitelemelere örneğin. Gazoz’un bir ayrıcalığı varsa o da şu: Sporcu, beden öğretmeni babası rekabetin nispeten az olduğu bir spor dalında başarılı bir sporcu yetiştirmenin gerektirdiği şeyleri biliyor. Ortada sınıfsal bir ayrıcalıktan ziyade alanında bilinçli bir babanın çizdiği bir güzergâh, çocukluğunu bu yolda geçirmiş bir genç var. (Bence bu aynı zamanda zor bir çocukluk) Zaten sportif başarı ve sınıfsallık meselesi buradan tartışılabilecek bir şey değil, sportif başarıları elde edenlerin büyük çoğunluğu işçi sınıfından geliyor. Birkaç popüler branşı kenarda bırakırsak olimpik sporcuların çoğu mütevazı hayatlar yaşıyor. Pek çoğu Olimpiyatlara gidebilmek için GoFundMe sayfaları açıyor. ABD bile olimpik başarıları sonrası ülkesine döndüğünde arabasında yaşamak zorunda kalan sporcularla dolu. Sporda sınıfsallığı sıradan insanların spora ne kadar erişebildiği üzerinden tartışmak lazım.
** Geniş kesimler için kaçınılmaz da olsa spor figürleriyle bu denli özdeşlik kurmak, onları bir şeylerin simgesi, bazı değerlerin taşıyıcısı haline getirmek sıkıntılı bir şey, özellikle spor medyasının bundan uzak durması gerekiyor.
- 100 yıl arayla Paris’te iki olimpik dönüm noktası 26 Temmuz 2024 05:27
- Papara baskını ve marka değeri 19 Mart 2024 04:10
- Bozacılar ve şıracılar 12 Mart 2024 04:46
- Beşiktaş'a cüret gerek 05 Mart 2024 04:42
- "Dünümüzü getirin, yarınımızı verelim" 27 Şubat 2024 04:15
- Geriden oyun kurmayı, yarım alanlara sızmayı atla, göğe bakalım 20 Şubat 2024 04:50
- "En eski spor arkadaşları"nın 2024 model çekişmesi 13 Şubat 2024 04:21
- Gerçeğin yumruğu: İşte Türk futbolu bu! 13 Aralık 2023 04:56
- Çalınmış ülke, bölünmüş spor: Filistin 23 Ekim 2023 04:36
- City Football Group-Başakşehir flörtü 09 Ekim 2023 04:00
- Süper Lig, süper sömürü 02 Ekim 2023 04:30
- 'Voleybol Ülkesi' miyiz? 25 Eylül 2023 04:25