02 Ağustos 2021 23:55

Yangınlardan daha tehlikeli olan

Manavgat'ta yangına müdahale eden işçiler

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Uzmanların uzunca bir süredir yaptıkları uyarılara rağmen alınmayan tedbirler nedeniyle yurdun birçok bölgesinde ortaya çıkıp hızla yayılan yangınlar, büyük bir yıkıma yol açtı. Ancak bu yangınlar karşısında iktidarın uyguladığı politikalar ve burjuva muhalefetin bu politikalar karşısında takındığı tutum, bu doğal afetten çok daha büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu gözler önüne serdi.

Öncelikle iktidarın birçok noktada yerleşim yerlerine de sıçrayan bu yangınlara karşı gereken müdahaleleri yapmayıp adeta seyirci kalması, geniş halk kesimlerinin tepkisini çekiyor. Özellikle 1925 kurulan ve onlarca yıldır bu yangınlara karşı etkili bir rol üstlenen Türk Hava Kurumunun Erdoğan’ın talimatıyla devre dışı bırakılması ve bu kurumun 2019’da atanan kayyum eliyle içinin boşaltılıp tasfiye edilmesi de bu tepkiyi büyütüyor. Yunanistan gibi coğrafi olarak Türkiye’nin 6’da biri kadar olan bir ülkede bile orman yangınlarıyla mücadele için 39 uçaklık bir filo varken her yıl binlerce orman yangınının çıktığı Türkiye’de (resmi verilere göre 2020’de 3 bin 412 orman yangını çıkmış) iktidarın bu mücadele için Rusya’dan 3 uçak kiralamakla yetinmesi, bu tepkilerin ve duyulan öfkenin ne kadar haklı olduğunu tartışma götürmez biçimde ortaya koyuyor.

Ancak yıllardır kıyıların, ormanlık arazilerin, meraların maden, turizm ve inşaat şirketlerinin yağmasına açılması için kanun üstüne kanun, yönetmelik üstüne yönetmelik çıkaran ve kendisi de bu ranttan beslenen bir siyasi iktidarın bu orman yangınları karşısında ortaya koyduğu tutum acizlik ile açıklanamaz.

Aksine orman yangınları birçok kenti sarmalamışken 28 Temmuz’da Resmi Gazetede yayınlanan 7334 sayılı ‘Turizmi Teşvik Kanunu ile bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’, iktidarın asıl derdinin yangınlarla mücadele etmek değil, yangından mal kaçırmak olduğunu gösteriyordu. Bu kanuna göre kıyı ve ormanlık arazileri yapılaşmaya açma yetkisi Kültür ve Turizm Bakanlığına devrediliyor. Üstelik “kamu yararı” adı altında kültür ve turizm gelişme bölgeleri dışındaki alanların da yağmasının önü açılıyor. Öte yandan kıyı ve ormanların sermayenin yağmasına açılması konusunda ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporlarını da devre dışı bırakan bu kanunla iktidar aynı zamanda kıyı kentlerindeki belediyeleri kaybettiği için belediyelerin yetki ve gelirlerini de önemli oranda sınırlıyor.

Bu kanundan da anlaşılacağı gibi bu doğal afet sonrasında kendisini yenileme potansiyeline sahip ormanlık alanlar iktidar eliyle yağma ve ranta açılarak geri döndürülemez bir biçimde yıkıma sürüklenmek isteniyor. Öyleyse bu son yangınların ülkedeki iktidar ve sözcülüğünü yaptığı sermaye çevrelerinin sadece işçi sınıfı ve emekçi halk kesimlerine değil, doğaya karşı da nasıl doymak bilmez sömürü ve yağma düzeni kurduklarını çarpıcı bir biçimde ortaya koyduğunu söyleyebiliriz.

İkinci olarak, bu yangınlar üzerinden sadece ormanlar ve doğal yaşam alanları tahrip edilip yıkıma uğratılmak istenmiyor. Aynı zamanda bu yangınlar toplumsal gerilim ve çatışmayı körüklemenin, halkların birlikte yaşam koşullarını baltalamanın dayanağı haline getirilmek isteniyor. İktidar sözcülerinin yaptığı açıklamalar, iktidarın propaganda aygıtı olarak çalışan medya organlarının yaptığı haberler ve kimi yangın bölgelerinde sergilenen provokasyonlar bu konuda yapılmak istenen hakkında yeterince fikir vericidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Burada acaba herhangi bir suikast bu tür şeyler var mı yok mu bunların üzerine gidiliyor. İçişleri Bakanlığımızın, istihbaratın ciddi çalışmaları var” diyerek dikkatleri kendi iktidarından başka noktaya çekmeye çalışıyor. İktidarın medyadaki sözcülerinden Yeni Şafak yazarı İbrahim Karagül “CHP; orman yangınlarında PKK ile birlikte hareket etti. PKK ormanları yaktı, onlar işi başka yerlere çekip hedef şaşırttı. Çok kirli bir ittifak bu. Kılıçdaroğlu bir milli güvenlik meselesidir. Marmaris’i böyle yaktılar!” diyerek meseleyi “milli güvenlik” ve “terörizm” parantezi içine alıp bütün muhalefeti hedefe koyuyor.

Antalya Manavgat’ta çıkan yangından sonra yangın söndürme çalışmalarına yardıma giden iki kişi linç girişimine maruz kalıyor. Manavgat Belediye Başkanı Şükrü Sözen, bazı şahısların “Kundakçı, şüpheli yakalama teşebbüsüyle asılsız ihbarlardan yola çıkarak, sokaklarda kimlik kontrolü, yol kesme ve masum vatandaşları korkutacak derecede havaya ateş etme gibi eylemler” gerçekleştirdiklerini söylüyordu. Demirören Haber Ajansı bu yangına benzin dökmek için Manisa Turgutlu’da orman yakmak için keşif yapan PYD/YPG’lilerin yakalandığı haberini yapıyor ancak valiliğin yalanlaması üzerine haberini geri çekmek zorunda kalıyordu.

Öyleyse bu son olayların Erdoğan iktidarı ve kader birliği yaptığı sermaye çevrelerinin bu sömürü ve yağma düzeninin devamı için muhalefeti terör işbirlikçiliğiyle suçlamaktan ve ırkçılığı kışkırtıp toplumsal gerilimi tırmandırmaya kadar her yolu denemekten geri durmayacaklarını hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir şekilde gösterdiğini de söyleyebiliriz.

Ancak bu son olaylar karşısında burjuva muhalefetin ve onun yükselen değeri İP’in Genel Başkanı Akşener’in de tutumu ibretliktir. Akşener, yaptığı açıklamada “Söylentiler var. Kundaklama mı nedir ortaya çıkarılması gerekiyor” diyor ve buna karşı bir “terör yasası” çıkartılmasını istiyor. Yani bu yangınların gerici kışkırtmalara malzeme yapılması konusunda iktidardan bir farkı olmadığını ortaya koyuyor. Sadece bu da değil. Akşener, ormanları yağmaya açan kanunla ilgili “Turizm Teşvik Torba Yasası ile ilgili arkadaşlarımız incelemelerini yapıyor. Şahsi bir çıkar var ise gereğini yaparız” diyerek bu alanların yağmaya açılmasına değil ama bu yağmadan kimlerin yararlanacağına itirazları olabileceğini vurguluyordu.

Burada kendilerine ‘Ateşin Çocukları İnisiyatifi’ adını veren karanlık bir terör yapılanmasının bu yangınları üstlenerek gerici kışkırtmalara ve provokatif saldırılara hizmet ettiğini de not etmek gerekiyor.

Öte yandan aynı dönemde Dersim Hozat’ta çıkan orman yangınlarının söndürülmesi çalışmalarına katılmak isteyen belediye ve halkın ‘güvenlik güçleri’ tarafından engellenmesi de Kürt coğrafyasındaki yangınlar ve bu yangınların kimler tarafından ve hangi amaçla çıkarıldığı konusunda ayrı bir tartışma yürütmeyi de zorunlu hale getiriyor.

Toparlamak gerekirse, son birkaç gündeki gelişmeler ülkede asıl yıkımın ve daha büyük tehdidin doğal afetlerden değil, iktidarın politikalarından kaynaklandığını göstermekle kalmıyor; Karagül’ün ifadesini kullanırsak bu iktidarın bu ülkede yaşayan halklar için nasıl bir “milli güvenlik” sorunu haline gediğini de ortaya koyuyor. Fakat burjuva muhalefetin de sömürü, yağma ve ırkçı-gerici kışkırtmalar konusunda iktidardan çok da farklı bir yerde durmuyor olması gerçeği de halk güçlerinin bu sömürü düzenine, doğanın talanına, ırkçı-milliyetçi kışkırtmalara karşı kendi demokratik seçeneklerini yaratmaları ihtiyacını yakıcı bir biçimde hissettiriyor.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa