Tunus ve bölgesel siyaset

Fotoğraf: Yassine Gaidi/AA
Pazartesi günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Tunuslu mevkidaşı Kays Said’le telefonda görüşmüş ve Said’in yetkilerini askıya aldığı parlamentonun mesaisine devam etmesinin önemini vurgulamış. Tunus cumhurbaşkanının AKP’nin kardeş partisi en-Nahda’ya karşı gerçekleştirdiği hamle Erdoğan’ın bölge politikası açısından ciddi bir sorun oluşturuyor.
Tunus’taki gelişmeleri sadece 2011 Arap isyanları ve bölge politikası bağlamında değerlendirmek kuşkusuz doğru olmaz. Her ülkenin, her yerelin kendi koşulları, tarihi, bağlamı var. Dolayısıyla Tunus’taki toplumsal hareketlerin kendi failliğini, siyasete müdahale fırsatlarını ve kabiliyetlerini vurgulayan bir perspektifi kaybetmemek lazım. Ancak bölge siyasetini değerlendirirken karşılaştırmalı yöntemi kullanmak da elzem. Hem Tunus halkının bağımsız inisiyatifini hem de içinde hareket ettiği bölgesel ve küresel konjonktürü aynı anda hesaba katmak mümkün. Tunus hadiselerini bölgesel siyaset açısından değerlendirmeye girişmeden bu noktayı vurgulamak isterim.
Erdoğan’ın 2011’deki Arap isyanlarından itibaren uygulamaya çalıştığı ittifak politikası 2013’te General Sisi’nin iktidara el koymasıyla büyük bir darbe yemişti. O günden beri Türkiye’nin tutarlı bir jeopolitik doktrini ya da stratejisi mevcut değil. Tersine, Türkiye tuhaf bir konumda: Bölgesel ihtiraslarına Batı ittifakından istediği desteği bulamayan iktidar, Rusya ve İran gibi bölgede rekabet hatta çatışma içinde bulunduğu güçlerle iş birliğine yöneldi. Suriye’de, Libya’da birbirleriyle çatışan tarafları desteklerken bu konumdan (örneğin Astana’da) diplomatik sermaye çıkarmayı becerdi. Böyle çelişkili bir pozisyondan tutarlı bir doktrin beklememek lazım. Hatta bu koşullarda herhangi bir doktrin, ilke sahibi olmamak, günübirlik tepkilerle siyaset yürütmek tercih edilir. Lakin bu tavrın dezavantajı siyasi miyopluğun giderek ilerlemesi, geleceğe dair tam bir belirsizliğin baş göstermesi ve nihayet başlangıç hedeflerinin tamamen kaybolmasıdır. Erdoğan’ın politikası Suriye’de, Libya’da beklenmeyen hamlelerle müttefikler değiştirirken Türkiye’yi de tarihte benzeri görülmeyen sınırötesi operasyonlara yöneltti. Ancak bu manevralar bölgedeki yapısal dönüşümleri engellemeye yetmedi, yetmezdi.
Bölgesel siyaset açısından bakıldığında Kays Said’in hamlesi Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Rusya ve Fransa’nın elini güçlendirirken, Katar ve Türkiye’nin etki yitirmesine yol açtı. Tunus’taki hadiseler doğrudan Libya’daki güç dengelerine de etki edecektir. En-Nahda lideri ve Tunus Parlamentosu Başkanı Gannuşi’nin (Erdoğan’ın da desteklediği) es-Sarrac’ı desteklediği sır değil. Cumhurbaşkanı Said ise göreve geldiğinden itibaren Tunus’un pozisyonunu değiştirdi ve Gannuşi’ye ters bir tutum aldı. Önümüzdeki günlerde bu tavrın daha da belirginleşeceğini kestirebiliriz.
Tunus’ta Sisi darbesine benzer bir süreç görmeyeceğimiz şimdiden belli. Geçen hafta belirttiğim gibi Tunus’un kendine özgü koşulları bu ülkeyi diğer Kuzey Afrika ülkelerinden ayırıyor. Ancak bölge siyaseti açısından bakıldığında Türkiye-Katar ekseninin 2013’ten bu yana yaşadığı yenilgilere bir yenisinin eklendiğini söylemek abartı olmaz. Hatta bu yenilginin Mavi Vatan doktrini üzerinden Türkiye’nin iç politikasına dair ciddi sonuçlar yaratacağı da aşikardır. Ortaya atıldığı günden beri stratejik bir doktrinden ziyade bir kamu diplomasisi ve halkla ilişkiler konsepti olarak işlev gören ve fiilen anlamsızlaşan Mavi Vatan’ın resmen tedavülden kalkmasına bir adım daha yaklaşmış durumdayız. Bu gelişme ise İslamcılar-İhvancılar kadar AKP’nin bölgesel güç ihtiraslarını paylaşan Ulusalcı-Avrasyacıları da sıkıntıya sokacaktır. Mevcut iktidar koalisyonunun kurucu unsuru olan jeopolitik kompozisyonda önemli bir değişim daha gerçekleşti. Bunun rejim açısından sonuçlarını dikkatle gözlemlemek lazım.
Evrensel'i Takip Et